diren'in resmine bakınca gördüğüm, tüm yoksul halk çocuklarımızın yüzüdür. hiç yaşamamış, yaşamadan ölmüş, yaşasa da ne çocukluğunu, ne gençliğini, ne sonraki yıllarını insanca yaşamanın mutluluğuna, huzuruna kavuşamamış çocukların yüzü. derme çatma evlerin arasından dolanan sapa sokaklarda koşuşturan, herhangi bir kazada ölüvermezse de o hızla büyüyüp hayata en bunaltıcı yerinden itiliveren çocuklarımız...
bugün istanbul'daki selde beşbin civciv-tavuk telef olmuş. ekranda cansız bedenleri sular içinde pislik içinde yatıyordu piliçlerin. telef olmasalardı da 20 gün sonra kesileceklerdi. telef olan, yapay ışık altında, hormonlu besinlerle büyütülecekleri bir 20 gündü topu topu!
aynı selde, belediyenin bir taşeron işçisi de sele kapılarak gidiverdi. 45 yaşında ve geride ailesini bırakıp giden bu taşeron işçisi, piliçlerden ve diren'den ve de geçen günlerde genç yaşta madende can verenlerden daha çok yaşamakla birlikte, aynı yapay ışık, aynı hormonlu beslenme, aynı hiç yoluna giden hayatıyla, ortak paydada onlarla buluştu o da. daha başka milyonlarcası gibi.
düzen, sperm başına bir yumurta vaadedercesine üremeyi teşvik ederek, hayatlarını telef ettiği insanlara bu durumu bir kader gibi gösterme fırsatı elde ettiğini görüyor. kader gibi algılamak katlanmayı kolaylaştırıyor olmalı ki insanlar bu durumlarına katlanılmaz bir tevekkülle katlanmaya devam ediyor.
ezilenlerin öfkesi ne zaman patlayacak? ezilenlerin şiddeti ne zaman düzeni, efendileriyle birlikte alaşağı edecek? ezilenlerin aileler birliği, mevsimler birliği, silahlı kuvvetleri, sosyalist partileri... ne zaman bu işi kotaracak? galiba, suni ışık altında hiçbir zaman...
güneşe çıkmak gerek. çayırlara yayılmak gerek. kasları çalıştırmak, ciğerleri temiz havayla doldurmak, koşmak, koşmak, kooooooşşşşşmakkkkkkkk gerek. ama bunu yapana önce ezilenler deli diyor. üstsosyete bile bunda belki de kavramsal konseptsel bir anlam bulabilir.
ezilenler maalesef, küflü rutubetli işliklerinde, kölece çalışma koşullarına herşeylerinden çok sahip çıkıyor, selin kapıp götürdüğü veya pisliğe boğduğu eşyalarını inanılmaz bir sabırla temizleyip kurutup yeniden kullanıyor, dere yataklarındaki evlerini yeniden onarıyor, yine aynı madene taşeron işçisi ve önlemsiz olarak giriyor, tersaneleri ve kot taşlama işliklerini yine tükenmez bir enerjiyle dolduruyor ve bu insanlıktan çıkmış düzeni bilmeden sürdürüyor.
tembellik hakkı'nın yazarı paul lafargue'in ve kayınpederi karl marks'ın kemikleri sızlıyor. tembelleşmiş vücutları mezarlarında dönüyor, dönüyor, dönüyor...