Eylemci
İşi yaratan emek ve Tanrı’nın kendisidir emeği yaratan akıl. Emeğin elçisiydi Eylemci. Onu yok etmek olası değil. Dalda yaprak, toprakta çimen, arıda bal gibi her zaman, eylem içindeydi Eylemci.
Günler, sessizliğin içinden diklenerek çıkıyor ve aylar, yıllar yaşamın kör yerinden aydınlığı alıp götürüyordu. Kargalar bile aklanmış da ak güvercin kendi donunda uçamıyordu. Zamane cadısı baykuşlar saraylara tünemiş. Korkuların içinde beyazı kirlenmiş duyguların, akılda yürek mi kalmış.
Küplere binmiş karanlığın askerleri dörtnala sürüyor. Gökyüzünü öyle kesip biçiyor ki rüzgarın önünde ıslık çalıyor öfkesi. Nal sesleri yolları dövüyor. Dizginlerini çekti biri, bindiği alametin. Dik başlı adamın önünde durdu. Hesaplayıp gözetlemiş gibi, ne yapacağını biliyordu. Sarığını düzetti ve kuşağının içinden çıkardığı tabancasını doğrulttu.
“Sen aykırısın” deyip tetiği çekti. Sonra da, karanlığı karanlığa sürüp gitti.
Göre göre;
Yollar deli deli köşeleri dönerken, ne sevdalar vurulup önümüze düşüyor. Korkuyla yatıp kalkıyor ve kendileriyle yüzleşmeye yürekleri yetmiyor duyguların.
Karanlık, dehşet içinde bir yaşama kıymış, zamanı sürüp gidiyordu. Adam yıkılıp düşmüş kaldırıma. Üstüne gazeteler örttüler.
“Göre göre, bile bile bir korkaklık ve yüzsüzlük içinde bir vahşet bu” diye düşündü Eylemci.
Bir bulut gölgesi düşünce pencerenin yüzüne, kaşları çatılmış duygularıyla perdeyi bir ucunda tutup sıyırmış, dışarıya bakıyordu Eylemci. Büyük bir kalabalık dolmuştu caddeye. Gündüzün köründe vurulup kaldırıma düşen can, yattığı yerden kalkmış, binlerce sevdalısıyla ve saygın bir sessizlik içinde yavaş, yavaş gidiyordu. Öncekiler gibiydi. Aynı sevda, aynı göğün yıldızı ve yarınların umudu hep aynı yerinden vuruluyor. Ve gene yüzlerce, binlerce yürek, öfkesini içinde büyüterek yürüyordu. Göğün kırışık yüzünü yırtacakmış gibi çekiyor ve geriyorlardı dört bir ucundan sessizce.
“Bu kaçıncı?” dedi pencereden bakan Eylemci öfkeyle.
Üzgün ve yorgun, umutları yaralıydı. Düşüncelerinin üstüne duygularını yavaşça örttü ve gözlerini iç dünyasına açtı. Her zaman böyle, yaşananları kalemine yükler, kağıt üzerine kurşun dökerdi sözcüklerle, yüzsüzlerin yüzü kızarıncaya kadar uğraşırdı. Acıların elinden tutup sevdalara götürür ve umutlarına sahip çıkılsın isterdi. Açık, seçik ve özgürce yaşamak onun tutkusuydu. Yaşamın anlamını göstermek için ne zaman başını dikse ve yüzünü bir eyleme dönse, karanlığın öfkesi düşerdi önüne.
Yalanın gölgesinde yaşayanların korkuları bitmez ve onların vazgeçilmez mekânıdır karanlık.
Gerçeğin bilincinde yaşamaksa bir başkadır ve kendini sakınmazdı Eylemci. Dokundukça bam teline, günahlarını çıkarıp dökerdi şeytanın önüne.
Ak kâğıt üstüne sığmazdı öfkesi. İnatçı duruşuyla güçlenen duyguları yana, yakıla aydınlığı çoğaltırdı. Sonunda karanlığın korkusu oldu Eylemci.
Ne kaldı geçmişten geriye diye düşündü ve efkârını aldı yürüdü. Biliyordu, sokaklar döne döne giderken, köşeler pusudaydı.
Kandillerin ışıklı gölgesinde üç kağıt açmışlar, “bul karayı al parayı” diyorlar ve gözleri doymuyordu.
Acılarla kalemini yontarken Eylemci;
“Gene mi sen” dedi, önüne dikildi karanlığın askeri.
“Evet” dedi eylemci ve yüreğinin sesiyle kelimeleri kurşun gibi sıkmaya başladı;
“Daha bin yıl geçse, Âdemoğlu’nu adam etmeye yetmez gücünüz. Aydınlığı değil, korkuların yüreğinde karanlığı emzirip büyüttünüz.”
Kalemini doğrulttu eylemci, bir savaşçı yüreği ve ustalığıyla foyasına dokundu. Aç gözlü efsanenin kanı damlayıp aktı yeşil, yeşil.
Karanlığın askeri işaret parmağını doğrulttu;
“Görürsün” dedi ve kaşını çatıp öfkesini gösterdi. Sonra da kenara çekilip yolunu açtı ve arkasından anlamlı bir şekilde kafasını salladı.
Dar sokaklarda döne döne giderken Eylemci, köşelerden sakınarak geçiyordu. Ama nereye kadar bilemiyor. Nasılsa bir gün duygular, aklın yüreğine inecek ve Dünya bir başka dönecek diye umuyordu.
Ne yazık ki;
Üretilen korkuların gücüyle, ayrıcalıklı dünyalarını kurmuş hokkabazlar ve süpürgeye binmiş cadılar, Şeytan’a pervane olmuş, döne döne yaşamı tüketiyordu.
Karanlığı sürenler kim, yöntemleri ne? Aklın ve duyguların gafleti içinde, ne zaman ve kime sıra gelecek bilinmiyordu.
Gün bu gün;
Ve saati gelmişti sanki. Nal sesleriyle yolları döve döve geliyordu karanlığın askerleri. Bindiği alametin dizginlerini çekti ve eylemcinin önünde durdu içlerinden biri. “Görürsün” demişti hani, başını sallamıştı arkasından. Aynı sesi duyar gibi oldu. “Görürsün” demesi kulaklarında çınladı eylemcinin. Küflü dişleri ve küfürlü duygularıyla sırıttı karanlığın askeri. Sarığını düzeltti ve kuşağının içinden çıkardığı tabancasını doğrulttu;
“Sen aykırısın” deyip, tetiği çekti.
Ve öncekiler gibi karanlığı karanlığa sürüp gitti.
Toprak, su ve güneşin birlikteliği üretirken yaşamı, bir yandan da tüketir ama ne azalır ne de çoğalırdı eldeki.
İşi yaratan emek ve Tanrı’nın kendisidir emeği yaratan akıl. Emeğin elçisiydi eylemci. Onu yok etmek olası değil. Dalda yaprak, toprakta çimen, arıda bal gibi her zaman, eylem içindeydi Eylemci.
Emektar Daktilo Dergisi Blog Archive Eylemci
emektar daktilo dergisi
İşi yaratan emek ve Tanrı’nın kendisidir emeği yaratan akıl. Emeğin elçisiydi Eylemci. Onu yok etmek olası değil. Dalda yaprak, toprakta çimen, arıda bal gibi her zaman, eylem içindeydi Eylemci.
Günler, sessizliğin içinden diklenerek çıkıyor ve aylar, yıllar yaşamın kör yerinden aydınlığı alıp götürüyordu. Kargalar bile aklanmış da ak güvercin kendi donunda uçamıyordu. Zamane cadısı baykuşlar saraylara tünemiş. Korkuların içinde beyazı kirlenmiş duyguların, akılda yürek mi kalmış.
Küplere binmiş karanlığın askerleri dörtnala sürüyor. Gökyüzünü öyle kesip biçiyor ki rüzgarın önünde ıslık çalıyor öfkesi. Nal sesleri yolları dövüyor. Dizginlerini çekti biri, bindiği alametin. Dik başlı adamın önünde durdu. Hesaplayıp gözetlemiş gibi, ne yapacağını biliyordu. Sarığını düzetti ve kuşağının içinden çıkardığı tabancasını doğrulttu.
“Sen aykırısın” deyip tetiği çekti. Sonra da, karanlığı karanlığa sürüp gitti.
Göre göre;
Yollar deli deli köşeleri dönerken, ne sevdalar vurulup önümüze düşüyor. Korkuyla yatıp kalkıyor ve kendileriyle yüzleşmeye yürekleri yetmiyor duyguların.
Karanlık, dehşet içinde bir yaşama kıymış, zamanı sürüp gidiyordu. Adam yıkılıp düşmüş kaldırıma. Üstüne gazeteler örttüler.
“Göre göre, bile bile bir korkaklık ve yüzsüzlük içinde bir vahşet bu” diye düşündü Eylemci.
Bir bulut gölgesi düşünce pencerenin yüzüne, kaşları çatılmış duygularıyla perdeyi bir ucunda tutup sıyırmış, dışarıya bakıyordu Eylemci. Büyük bir kalabalık dolmuştu caddeye. Gündüzün köründe vurulup kaldırıma düşen can, yattığı yerden kalkmış, binlerce sevdalısıyla ve saygın bir sessizlik içinde yavaş, yavaş gidiyordu. Öncekiler gibiydi. Aynı sevda, aynı göğün yıldızı ve yarınların umudu hep aynı yerinden vuruluyor. Ve gene yüzlerce, binlerce yürek, öfkesini içinde büyüterek yürüyordu. Göğün kırışık yüzünü yırtacakmış gibi çekiyor ve geriyorlardı dört bir ucundan sessizce.
“Bu kaçıncı?” dedi pencereden bakan Eylemci öfkeyle.
Üzgün ve yorgun, umutları yaralıydı. Düşüncelerinin üstüne duygularını yavaşça örttü ve gözlerini iç dünyasına açtı. Her zaman böyle, yaşananları kalemine yükler, kağıt üzerine kurşun dökerdi sözcüklerle, yüzsüzlerin yüzü kızarıncaya kadar uğraşırdı. Acıların elinden tutup sevdalara götürür ve umutlarına sahip çıkılsın isterdi. Açık, seçik ve özgürce yaşamak onun tutkusuydu. Yaşamın anlamını göstermek için ne zaman başını dikse ve yüzünü bir eyleme dönse, karanlığın öfkesi düşerdi önüne.
Yalanın gölgesinde yaşayanların korkuları bitmez ve onların vazgeçilmez mekânıdır karanlık.
Gerçeğin bilincinde yaşamaksa bir başkadır ve kendini sakınmazdı Eylemci. Dokundukça bam teline, günahlarını çıkarıp dökerdi şeytanın önüne.
Ak kâğıt üstüne sığmazdı öfkesi. İnatçı duruşuyla güçlenen duyguları yana, yakıla aydınlığı çoğaltırdı. Sonunda karanlığın korkusu oldu Eylemci.
Ne kaldı geçmişten geriye diye düşündü ve efkârını aldı yürüdü. Biliyordu, sokaklar döne döne giderken, köşeler pusudaydı.
Kandillerin ışıklı gölgesinde üç kağıt açmışlar, “bul karayı al parayı” diyorlar ve gözleri doymuyordu.
Acılarla kalemini yontarken Eylemci;
“Gene mi sen” dedi, önüne dikildi karanlığın askeri.
“Evet” dedi eylemci ve yüreğinin sesiyle kelimeleri kurşun gibi sıkmaya başladı;
“Daha bin yıl geçse, Âdemoğlu’nu adam etmeye yetmez gücünüz. Aydınlığı değil, korkuların yüreğinde karanlığı emzirip büyüttünüz.”
Kalemini doğrulttu eylemci, bir savaşçı yüreği ve ustalığıyla foyasına dokundu. Aç gözlü efsanenin kanı damlayıp aktı yeşil, yeşil.
Karanlığın askeri işaret parmağını doğrulttu;
“Görürsün” dedi ve kaşını çatıp öfkesini gösterdi. Sonra da kenara çekilip yolunu açtı ve arkasından anlamlı bir şekilde kafasını salladı.
Dar sokaklarda döne döne giderken Eylemci, köşelerden sakınarak geçiyordu. Ama nereye kadar bilemiyor. Nasılsa bir gün duygular, aklın yüreğine inecek ve Dünya bir başka dönecek diye umuyordu.
Ne yazık ki;
Üretilen korkuların gücüyle, ayrıcalıklı dünyalarını kurmuş hokkabazlar ve süpürgeye binmiş cadılar, Şeytan’a pervane olmuş, döne döne yaşamı tüketiyordu.
Karanlığı sürenler kim, yöntemleri ne? Aklın ve duyguların gafleti içinde, ne zaman ve kime sıra gelecek bilinmiyordu.
Gün bu gün;
Ve saati gelmişti sanki. Nal sesleriyle yolları döve döve geliyordu karanlığın askerleri. Bindiği alametin dizginlerini çekti ve eylemcinin önünde durdu içlerinden biri. “Görürsün” demişti hani, başını sallamıştı arkasından. Aynı sesi duyar gibi oldu. “Görürsün” demesi kulaklarında çınladı eylemcinin. Küflü dişleri ve küfürlü duygularıyla sırıttı karanlığın askeri. Sarığını düzeltti ve kuşağının içinden çıkardığı tabancasını doğrulttu;
“Sen aykırısın” deyip, tetiği çekti.
Ve öncekiler gibi karanlığı karanlığa sürüp gitti.
Toprak, su ve güneşin birlikteliği üretirken yaşamı, bir yandan da tüketir ama ne azalır ne de çoğalırdı eldeki.
İşi yaratan emek ve Tanrı’nın kendisidir emeği yaratan akıl. Emeğin elçisiydi eylemci. Onu yok etmek olası değil. Dalda yaprak, toprakta çimen, arıda bal gibi her zaman, eylem içindeydi Eylemci.
Emektar Daktilo Dergisi Blog Archive Eylemci
emektar daktilo dergisi