İnsanlık Tarihine Düşen Kara Leke: Halepçe Katliamı

#1
HALEPÇE KATLİAMI

Halepçe Federal Kürdistan'ın Süleymaniye kentine bağlı, kentin 100 kilometre güney batısında bulunan bir kent. İran sınırında bulunan ve Kürtlerin yerleşim yeri olan bu kent, tarihte Kürt başkaldırılarının da önemli bir merkezi olarak bilinir. 16 Mart 1988'de kent merkezine hardal ve sarin gazları olarak bilinen kimyasal bombalar atılmıştı

insanlık tarihine düşen kara leke: Halepçe Katliamı




takvim yaprakları 16 Mart 1988'i gösterdiğinde savaş uçaklarının ürkütücü sesiyle başlamıştı. Bombalar tarihin en büyük katliamlardan birini gerçekleştirme yolunda kentin kalbini parçalıyordu. Bir anda her taraf insan cesetleriyle dolmuş, kentin sokaklarında gezen zehirli gazlar, insanları birer birer yere sermeye başlamıştı.

Üzerinden yıllar geçmesine rağmen yaraları kapanmadı Halepçe'nin. Zehir yüklü bulutlar bir kabus gibi dağılmadı gökyüzünden, Halepçe'nin yüksek dağlarından... Halepçe kırmızı bir duman bulutuydu. Resmi rakamlara göre 5 bini aşkın insan öldü, binlerce insan yaralandı... Zehirli gazların etkisi yıllar geçmesine karşın etkisini sürdürmekte... Ancak, Halepçe Katliamı'nın yarattığı toplumsal travmanın izleri kolay kolay silinmeyecek...

Dünya kamuoyunda hala gereken yankısını bulamayan ve insanlık tarihine kara bir leke olarak geçen Halepçe Katliamı'nı yaşayanlardan dinledik...

'O gün tüm ailemi kaybettim'



Halepçe'de 5 bini aşkın insanın ölümüne yol açan ve kent üzerine bir karabasan gibi çöken 16 Mart katliamının canlı tanıkları o günleri anlattı. Katliamdan sağ kurtulmayı başaran ancak ailesinden 7 kişiyi kurban veren 74 yaşındaki Ayşe Ali, o günü hatırladığında gözyaşlarına hakim olamıyor. Katliam gününü anı anına hatırladığın belirten Ayşe nine, o günü şöyle anlattı: 'Bombalama olduğu gün eşim ve çocuklarımla birlikte evdeydik.

Bombalama başladığında eşim çocukları yanına alarak üst mahallede bulunan kardeşinin evine gitti. Ben evde tek kaldım. Bombalamanın şiddeti artınca evden çıkamadım. Bombalama akşama kadar sürdü. Eşimi ve çocukları merak ettiğim için onların yanına gitmek istedim. Gittiğimde herkesin yerlerde yatan cansız bedenini gördüm. Seslendim, seslendim ama kimseden ses çıkmıyordu. Çocukları aramaya başladım. İki oğlumun banyoda cansız bedenlerine rastladım önce. Sonra evin diğer odalarına baktığımda kızlarımın birbirlerine sarılarak can verdiğini gördüm. O gün tüm ailemi kaybetmiştim. Katliamda ailemden 7 kişi olmak üzere tam 30 akrabamı kaybetmiştim.'

Çocukların cansız bedenine bakış

Ayşe Ali de gazdan etkilendiğini, her tarafının yanmış olduğunu söyledi. Gözlerinin görmediğini belirten Ayşe Ali, şöyle devam etti: 'Kimyasal gazdan bende etkilenmiştim. Her tarafım yanmış ve gözlerim görmüyordu. Önce İran'ın Kırmanşah hastanesine gittim ama orada tedavi olamadım. Beni Tahran'a sevk ettiler. Tahran'da 50 gün boyunca sırt üstü yarı baygın olarak kaldım. Vücudumun çeşitli yerlerinde hala yanık izleri var ve gözlerim iyi görmüyor. Katliamın üzerinden 18 yıl geçmesine rağmen çocuklarımın cansız bedenleri hala gözümün önünde, onları asla unutmadım. Katliam öncesi çocuklarımı kucaklıyor onları öpüyor onlara sarılıyordum ama 16 Mart Katliamı tüm sevdiklerimi benden aldı. Herkesi toplu halde gömdükleri için onların şuan hangi mezarda olduklarını bile bilmiyorum. Mezar taşlarını okşayamıyorum, mezarları başında dualar okuyamıyorum. Ama onlar hala evimde, yanımda. Onları asla unutmayacağım. Saddam çok annenin gözyaşı dökmesine ve binlerce kişinin ölümünden sorumludur. Allah dualarımızı kabul ederek onu cezalandırıyor.'

Katliam sonrası herhangi bir yerden yardım alamadıklarını da anlatan Ayşe Ali, 'Katliamdan sonra hiç kimseden yardım almadık. Ayda verdikleri beş kilo pirinç dışında bize yardım yapılmadı. Bize yardım elini kimse uzatmadı. Ne Birleşmiş Milletler, ne de başkalarından yardım almadık.

Katliam öncesinde eşimin emeklilik maaşı vardı. Ondan sonra o öldü diye maşı da kestiler. Şuan ben tek başıma bir kadın olarak hiç kimsenin yardımı olmadan yaşamaya çalışıyorum' diye konuştu.

'Her yerden çığlıklar geliyordu'



Katliamda aile ve akrabalarından toplam 33 kişiyi kaybeden Cebrail Ömer Mecit de trajediyi şöyle anlattı:
'Halepçe Katliamı'nda 4 erkek kardeşimi ve 3 kız kardeşimle birlikte ailemden 33 kişiyi kaybettim. Katliam öncesi peşmergeler şehre girmişti. Bize Halepçe'yi özgürleştirdiklerini söylemişlerdi. Halkta büyük sevinç vardı. Ama bu sevinç uzun sürmedi. 16 Mart günü bombardıman başladı. Kardeşlerimin hepsi bizim ötemizde olan kız kardeşimin evine gittiler. Ben ve bir erkek kardeşim evde kaldık. Daha sonra ben dışarı çıkarak, Halepçe kaymakamlığına gidip durumu sormak istedim.

Konuşma esnasında bombardıman yeniden başladı. Hemen bize yakın olan caminin bodrum katına indik. Bombardıman süresince ben ve kardeşim Halil camide kaldık. Saat 17.00'ye geliyordu. Ben kardeşime 'Halil sen evet git ve herkesi al, bir yolunu bulup buradan gideceğiz' dedim.

Halil korktuğu için o sıra kentten kaçışmaya başlayan halkın peşine düşerek şehirden çıkmış. Ben camiden çıktım ve hemen kız kardeşimin evine doğru koşmaya başladım. Eve doğru giderken her sokakta yüzlerce insanın yerlerde ölü olarak yattığını gördüm. Bunların hepsi tanıdığımız akraba, aile dostu ve komşularımızdı. Ben kız kardeşimin evine varmadan önce tanıdığım bir arkadaşımın evini gördüm ve bakmak istedim. Kapıyı açtığımda yaklaşık 35 kişinin üst üste yığılmış cansız bedenini gördüm. O zaman ne yapacağımı bilmiyordum çok şaşkın ve çaresizdim. Dışarı çıkmak istedim ve kapıya doğru yürümeye başladığım sırada arkadan bir elin ayaklarımı tuttuğumu fark ettim. Önce çok korktum. Dönüp baktığımda yaşlı bir kadının takatsiz bedeni yerde yatıyordu. Hemen onu aldım dışarı çıkardım ve kendisine gelebilmesi için onu biraz sarstım. Ondan sonra İran askerleri onu aldı. Askerler yaralıları topluyordu.

Bana 'sende bizimle gel' dediler. Ben onlara kız kardeşimin evine gitmem gerek diyerek eve doğru yol almaya başladım. Kız kardeşimin evine vardığımda ve avlu kapısını açtığımda, yerlerde cansız bedenlerin yatığını gördüm.

Bodrum katında çocukların ölü bedenlerini gördüm. Herkes üst üste yığılmıştı. Bedenleri yanmıştı adeta. Kimyasal gazın etkisiyle durmadan kusuyordum. Birkaç gün aradan sonra onları gömmek istedim ve evin avlusunda bir çukur açarak 8 kişiyi gömdüm. Ondan sonra evin üstüne çıkarak bağırdım, saatlerce ağladım. O gün orada ölmemem büyük bir tesadüftü.'

'Tek tesellim kardeşimin yaşaması'

Mecid tüm ailesini kaybetmişti. Ancak kardeşi Halil'in durumundan haberi yoktu. Günlerce onu aradığını anlatan Mecid, kardeşini nasıl bulduğunu şöyle aktardı: 'Daha sonra kendimi tamamen kaybetmiştim. Gözlerim artık görmüyordu. İran askerleri beni Kırmanşah şehrine götürmüştü. Orada yaklaşık 5 ay tedavi gördüm. Halil kardeşimin yaşayıp yaşamadığından haberim yoktu. Durumum biraz iyi olur olmaz Kırman kasabasına gittim. Her yerde kardeşimi arıyordum. Daha sonra kardeşimin yaşadığını ve Kengaver kasabasındaki bir kampta olduğunu duydum. Önce inanmadım tabi. Direk Kengaver'e halamın evine gittim. Halil'in orda olduğunu ve yaşadığını gördüm. Tek tesellim bu olmuştu.'

'Sadece 16 Mart'ta hatırlanır Halepçe'

Aradan geçen bunca zamana rağmen Halepçe'nin hala katliamın etkisinden kurtulamadığını ve kentin kaderine terk edildiğini ifade eden Mecid, şöyle devam etti: 'Halepçe katliamının üzerinden 18 yıl geçmesine rağmen insanlarımız hala kimyasal gazın etkisinde. Tedavi olmalarına rağmen hala kimyasal gazın etkisi aşılmış değil ve insanlarımız ölüyor. Her yıl 16 Mart'ta Halepçe anılıyor ama sadece 16 Mart'ta hatırlanıyor Halepçe. 18 yıl boyunca ne Irak hükümeti ne de yerel Kürt hükümeti Halepçeli insanların taleplerini dikkate almadı. Şu an arkamda gördüğünüz mezarlıkta dört briket arasında 150 şehit yatıyor. Bunun gibi binlerce insan toplu mezarlarda. En azından Helepçeli şehitlere bir şehitlik yapılabilirdi

3 gün süren bombalamanın ardından kentte 5 bini aşkın kişi yaşamını yitirmiş, binlerce kişi de yaralanmıştı. Her ne kadar bu katliamın baş sorumlularından birisi Saddam Hüseyin olsa da, bu kimyasal silahların ABD, Fransa, Almanya patentli olduğu daha sonra açığa çıkmıştı. Nitekim dünya ülkeleri uzun süre bu katliama sessiz kalmış ve ölen binlerce Kürt görmezden gelinmişti. Halepçe, henüz yeni doğmuş çocuğuna sarılı bir şekilde can veren anneyle çocuğunu gösteren bir fotoğraf karesiyle hafızalara kazınmış, tarihe insanlığın kara bir lekesi olarak geçmişti.

Halepçe'nin yaraları sarılmadı

Katliamın üzerinden 18 yıl geçti, ancak Halepçe'nin yaraları hala sarılmış değil. 1991 yılında bölgedeki hakimiyeti ele geçiren Kürt güçler, aradan geçen bunca zamana rağmen Halepçe'yi sahiplenme konusunda yeterli çalışmayı gerçekleştiremedi. Kenti gezdiğiniz zaman kimyasal saldırının etkisinin halen var olduğunu çok rahat görebiliyorsunuz. Yaşanan bombardıman sonrası yıkılan evler, mahalleler halen olduğu gibi yıkık bir şekilde duruyor. O dönem kimyasal gazdan etkilenerek yaralanan binlerce insan üzerindeki etki de halen devam ediyor. Bu kadar zaman geçmesine rağmen, o dönemde yaralananlar ölümle karşı karşıya. Görüştüğümüz insanlardan, daha kısa bir süre önce gazdan etkilenen bir kişinin daha yaşamını yitirdiğini duyuyoruz. Halkın en büyük beklentilerinden biri olan tam teşekküllü bir hastanenin yapımı dahi gerçekleştirilmemiş.

50 bin civarındaki kentin altyapı sorunu had safhada. Belediye imkanları dahilinde bir şeyler yapmaya çalışsa da yeterli bütçesi olmadığı için birçok sorunla karşı karşıya. Yerel Kürt hükümeti istenen maddi desteği sağlamış değil. Halkın büyük bölümü 3 veya daha fazla yakının kaybetmiş. Ama bunlar, şehit ailelerine verilen bütçeden yeteri pay alamıyor. Yoksulluk had safhada ve herhangi bir ekonomik gelir elde edebilecek bir alan yok.

O dönem ölenlerin toplu halde gömüldüğü mezarlıkta yapılan bir anıt dışında pek bir şey yapılmış değil. Mezarlığın içindeki toplu mezarların duvarları da tıpkı evler gibi yıkık bir halde. Yerel hükümetin yaptığı en önemli çalışma katliam anısına yapılan anıt ve müze.

Yaşanan acıların yaralarının sarılmamasının daha büyük bir felaket olduğunu düşünüyorlar. Onun için hala bu yaraların sarılacağı günü bekliyorlar.

O gün terk edilmiştik


Halepçe Katliamı'nda annesi, babası, 6 kız kardeşi ve iki erkek kardeşini yitiren Pexşan Faik Arif, yaşadığı acı dolu günleri 'Terkedilmiştik' diye özetliyor. Arif konuşmasını şöyle sürdürdü: 'Katliamdan bir gün önce babamın evine gitmiştim. Babamın evinde sığınak olduğundan çok sayıda kişi gelmişti. Ben anneme bu kalabalığın normal olmadığını ve bugün peşmergelerin şehri terk ettiğini söyledim. Ayrıca anneme buradan gidelim dedim. Annem biz bu kadar insanı bırakıp bir yere gidemeyiz dedi. O gün ailemi son görüşümdü. Onlarla son bir kez konuşacağım ve onları bir daha hiç görmeyeceğimi bilmiyordum. Ertesi gün sabah saat beşte babamın evinden ayrılarak evime gittim.

Ayın 16'sında ise öğle saatlerine kadar bir şey yoktu. Sokaklarda insanlar normal yaşamını sürdürüyordu. Evimiz biraz şehrin dışında dağın yamacında olduğu için olup bitenleri çok net görebiliyorduk. Öğleye doğru şehirden gelen bir akrabamız durumların iyi olmadığını ve İslami güçlerin şehrin boşaltılması gerektiğini söylediklerini aktardı. Ondan sonra her geçen dakika durumlar daha da ciddileşti ve uçaklar gelmeye başladı. Adeta bir savaş alanıymış gibi insanlar kaçıyordu. O an yanımda eşim ve iki akrabamız vardı. Hepimiz çok tedirgindik ve ne yapacağımızı bilmiyorduk. O sırada uçaklardan bomba sesleri gelmeye başladı.

'Hayat zehirlenmişti'



Bombalamaların ardından herşeyin zehirlendiğini anlatan Arif, sözlereni şöyle sürdürdü: Halepçe kırmızı bir duman bulutu altında kaldı. Artık biz de fazla bir şey göremiyorduk. Uçakların saldırısıyla bizde kendimizi daha iyi koruyabileceğimiz bir yere attık ama benim aklım ailemdeydi. Daha ne yapacağımızı düşüyorduk ki, evimizin önüne bir bombanın düştüğünü gördük. Üzerimize taş toprak düşmeye başladı. Ondan sonra uçakların yoğun bombardımanı başladı. Saatlerce öyle kaldık. Saat 17.00'ye geliyordu.

Eşim yiyecek getirmek için şehre gidip geldi ama eli boş döndü. Her yerde kimyasal gaz kullanıldığı için yiyecek, su hepsi zehirlenmişti. İkinci sefer bende eşimle gittim. Şehre girdiğimizde ortalığa çok kötü bir koku sinmişti.

Yanık et kokusundan başım döndü. Halepçe'ye baktığımızda sanki bu şehirde insanlar yaşamıyor hiç bir şeyden ses yok ne bir insan ne bir hayvan hiçbir hareketlilik yoktu. Aradan bir saat geçtikten sonra insanlar sığınaklardan çıkarak şehri terk etmeye başladı. Yerlerde ölülerin cansız bedeni ve canını kurtarmak isteyen kadın, çocuk, ihtiyarların kaçışmaları ve göz yaşları vardı. İnsanların yanmış bedeni kadınların çocuklarına sarılarak can verdiği ve daha kundaktaki çocuğun yanmış bedenini gördüğümde midem bulandı ve kustum. Kadınların çocukların korku çığlıkları hala kulağımda çınlıyor. O gün hiç unutmadığım bir an vardı. Ben ve eşim eve geri gitmek için ölülerin üst üste yığıldığı sokakta ilerliyorduk. Sokak başında yaşlı bir kadın çocuklarının cansız bedenine sarılmış ağlıyordu. Zifiri karanlıkta bizi gördüğünde bizi peşmerge sanıp, 'Ne istediniz bizden, neden bunu yaptınız, bu çocukların ne günahı neydi? Tüm bunlar sizin suçunuz, neden halkı önceden uyarmadınız' diyerek hıçkırıkla ağlıyordu. Yaşlı kadının durumunu gördüğümde çok duygulanmıştım. Benimde tüm ailem kayıptı onlardan haber almamıştım daha. İlk olarak sığınakları var diye aileme bir şey olduğunu sanmıyordum. Ama maalesef annem, babam ve kardeşlerimi kaybetmiştim.'

Halepçe Katliamında yaşananlar sözlerle anlatılanlarla ifade edilemiyecek kadar acıdır.7 den 70 e bir halk katledilmiştir.Katliamın üzerinden yıllar geçmesine rağmen asıl sorumlular ortaya çıkartılmamıştır.

Halepçe Katliamını Unutmayacağız....Em jı Bır Nakın Halepçe Jenosidi....




Yazıdaki anlatılanlar, dialoglar Bir belgesel için hazırlanmış olup.Arkadaşlarımız tarafından bizlerle paylaşılmıştır.Teşekkür ediyoruz.
 
Üst