Kızılderililer

#1
KIZILDERİLİ TARİHİ



BEYAZ ADAM YÜREĞİN NE KADAR KARA İMİŞ



Kızılderili, Kuzey Amerika yerlilerine verilen genel isimdir.


İlk Amerikalılar

Buzul Çağı’nın en şiddetli döneminde, M.Ö 34.000 - M.Ö 30.000 yıllarında, dünyadaki suyun önemli bir bölümü büyük kıtasal buz katmanları halindeydi. Bunun sonucunda, Bering Denizi bugünkü düzeyinden yüzlerce metre daha aşağıdaydı ve Asya ile Kuzey Amerika arasında, adına Beringia denilen, bir kara köprüsü oluştu. Beringia’nın en geniş döneminde 1.500 kilometre kadar olduğu sanılıyor. Nemli ve ağaçsız bir tundra olan bölge, otlar ve diğer bitkilerle kaplıydı ve bu da ilk insanların yaşamak için avladıkları büyük hayvanları çekiyordu.

Kuzey Amerika’ya ilk erişen insanlar, yeni bir kıtaya ayak bastıklarını hemen hemen kesinlikle bilmiyorlardı. Herhalde, atalarının binlerce yıldır yaptığı gibi Sibirya kıyılarında av peşinde koşuyorlardı ve sonra da kara köprüsünü aşmışlardı.


M.S ilk yüzyıllarda, bugün Arizona’da Finiks kentinin bulunduğu yöreye yakın yerleşim birimlerinde, top oynamak için alanların ve Meksika’da bulunanlara benzeyen piramit biçimli kümbetlerin yanı sıra kanal ve sulama sistemleri kuran Hohokumlar yaşıyordu.


Şükran Günü'nün Anlamı
1620'lerde Avrupa'dan yerleşim için ilk kez May Flower (Mayıs Çiçeği) gemisiyle ABD’ye gelen Pligrimler (yerleşimci ve hacı) ilk geldiklerinde aylarca süren yolculuklarından dolayı yorgun, hasta ve açtırlar.Kızılderililer onları karşılar ve yiyecek verir, hindi avlamasını, mısır ekmesini öğretirler. Üç yıl sonra İngiliz Vali William Bradford büyük bir yemek hazırlar ve Kızılderililer’i çağırır. Kızılderililerin şefi Massoit 90 kişiyle bu törene katılır.

O günden sonra her hasat sonrasında yemek geleneği sürer. 1863’de Başkan Abraham Lincoln Şükran Günü’nün ulusal bayram olmasını önerir, ancak bu öneri, 1941’de Kongre’de karara bağlanır ve her yılın kasım ayının son perşembesi Şükran Günü olarak ulusal bayram ilan edilir.

İlk yerleşimciler Seminoller, Çerokiler ve Mişuki kabileleri ile karşılaştılar. İspanyol kaşifler ise Kaliforniya'da Soson, Payitu, Kahula, Mevuk ve diğer bazı kabilelerle karşılaşmışlardır. 19. yüzyılda, Avrupalı kaşifler batıya doğru göç ederken Kızılderili kabileleri kendi topraklarından sürmüşlerdir. Bu dönem batıda Apaçi, Siyu ve Komançi ve diğer kabilelerle yapılan utanç verici savaşlar dönemidir. Bu savaşlardan geriye kalan çok az sayıda yerli ise, Rezervasyonlarda (Kızılderililer için ayrılmış araziler) olarak bilinen küçük bir alanda yaşamaya mecbur edilmişlerdir.

Bugün ABD'de hükümet tarafından resmen tanınan 554 Kızılderili kabilesi vardır.

Kızılderililer 1952 yılına kadar Rezervasyon denilen toplama kamplarında yaşamışlardır. 1626 yılında Hollandalıların satın aldığı New York'ta günümüzde 85.000'den fazla Kızılderili yaşamaktadır.


Toplama Kampları

Amerika’da ilk Kızılderili yerleşim bölgeleri, 1840’lı yıllarda oluşturuldu. O yıllarda, Avrupa kökenli Amerikalılar, ülkenin batı bölgelerine yerleşmek için Kızılderili kabilelerini de önlerine katarak ilerliyordu. Kızılderililer, doğup büyüdükleri toprakları terk etmek ve “reservation” adı verilen, anavatanlarından çok daha küçük bölgelere yerleşmek zorunda bırakıldı.

Günümüz ABD'sinde Kızılderililerin yaklaşık % 85'i rezervasyonların dışında yaşıyor ve her büyük kentin kendi Kızılderili toplumları var.Amerika’da 300’den fazla kızılderili yerleşim bölgesi bulunmaktadır.

ABD'de ekonomik olarak 3 büyük kabile var: Misissippi Choctawlar (5 bin kişi. kasino, hoparlör işleri yapıyor) Oklahoma Choctawlar (35 bin kişi. Kumarhane, benzin istasyonu ve oteller zincirleri var) ve Oklahoma Chickasawlar (200 bin kişi).

Amerikan Bayanlar Ulusal Basketbol Birliği'nde (WNBA) tek bağımsız takım, sahibi bir Kızılderili kabilesi olan Konektikıt San. Konektikıt eyaletinin MoheganlarMohegan Kabilesi 2003'te Orlando Miracle kulübünü satın aldı ve Konektikıt'a taşınan takım artık maçlarını Mohegan Sun adlı devasa kumarhane ve eğlence kompleksindeki salonda oynamaya başladı. O zamana kadar her WNBA profesyonel takımı bir NBA kulübüne aitti.

Rezervasyon bölgeleri dışındaki ilk yatılı okulda 1879'dan 1918'e kadar okuyan yaklaşık 10.000 Kızılderili çocuk; medenileştirilme hedefi ile kendi yerli dillerini konuşan ve kültürlerinin diğer yönlerini korumaya çalışan öğrencilerin cezalandırmaya dayandığı bir ortamda yetiştirilmişlerdir.


Kanadalı araştırmacı Ethel G. Stewart, 250 bin nüfuslu Navaho kabilesinin Orta Asya Türkleri'nin konuştuğu Atabaşkan dilini konuştuğunu gösterdi.


Kızılderili ve Türk Dillerinde Kullanılan Ortak Kelimeler
Bazı örnekler:

Kızılderili lehçelerinde / Türkçe


Tepek Tepe
Yatkı Ev, yatılan yer
Dodohişça Dudak
Atış-ka Ateş
T-sün Uzun
Yu Su, yu-mak, yıkamak
Lı-ık Vatan, ili
Tete Dede
Tamazkal Hamam, temiz kal
Hogan Ker*** ev, Hopan
Missigi Mısır
Türe Türe, Töre
Hu Selam
Yanunda Yanında
Aş-köz Yemek
Tapa Tuba
İldiş Dişleme


-alıntı-derleme-

 
#2
KIZILDERİLİLERDE YAŞAM


Kızılderili'ler hakkında öğrenilecek ilk şeylerden biri, pek çok türleri olduğudur. Bir Kızılderiliyi ilk olarak tepee'si içinde yaşayan, makosenlerinden alın bantlarına kadar boncuklarla parıldayan, tüylerden yapılmış güzel başlığını takan, örgülü uzun siyah saçlarıyla tomohawk'ı, davulu, tam-tam'ı, bıçağı ve hepsinden önemlisi, gösterişli bir şekilde süslenmiş, kol kadar uzun gövdesi olan kırmızı taştan piposuyla düşünürüz.



1541'de atlı İspanyollar Büyük Ovalar'a vardıklarında Kızılderililer'in kullandığı yegane yük hayvanı köpeklerdi. Kaçan İspanyol atlarının Kızılderililer tarafından kullanılmasıyla birlikte eşsiz bir kültür doğmaya başladı. Göçebeliği yaşam biçimi haline getiren, özellikle Büyük Ovalar'da ve batısında yaşayan Sioux, Cheyenne, Arapaho, Apache ve diğer kabileler için at gerek yaşam biçimini destekleyen hatta oluşumuna katkıda bulunan son derece önemli bir araç, gerekse statü ve zenginlik göstergesiydi.

İşaret dili Büyük Ovalar'daki Kızılderili kabilelerinin ortak anlaşma biçimlerinden biridir. Klavvolar'ın işaret diliyle mükemmel konuştukları biliniyor. İşaret dili kuzeyde Crowlar'ın yardımıyla Kanada topraklarına kadar uzanmıştı. Benzer bir iletişim örneği olarak duman işaretleri gösterilebilir. Cherokee halkından Sequoya'nın 1809'da geliştirdiği alfabe bilinen tek Kızılderili alfabesidir ve yazılı geleneği olmayan bir dil için dünya tarihinde eşi görülmeyen bir örnektir.



Avrupalılar'ın gelmesinden önce kuzey Amerika'da konuşulan Kızılderili dilleri 300'den fazlaydı. Bu dillerin en az yarısı belgelenmeden ortadan kalktı ve geri kalanlarda yok olma tehlikesiyle karşı karşıya. şu anda en çok konuşulan diller arasında Navajo (100.000), Creec (70.000), Ojibwa (50.000) ve Sioux (20.000) bulunuyor. Özellikle ticareti kolaylaştırmak amaçlı ortak jargonlar gelişmişse de Kızılderili dilleri bir genelleme yapılamayacak kadar farklı yapılara sahiptir. Sanılanın aksine aynı bölgedeki Kızılderililer bile aralarında anlaşamazdı. Buna karşılık Kuzey Amerika'da birçok yer hala Kızılderili adı taşıyor. Minnesota, oklahoma, Chicago gibi

Coğrafi bölgelere ve yaşama biçimlerine göre Kızılderililer'in barınma biçimleri farklılıklar gösterir. Eskimolar buzdan iglolarda yaşarken, güneybatıda kerpiç evlerle yerleşik bir düzen, Havasapai gibi kimi izole yerlerde ise son derece zengin bir kanyon yerleşmesi kültürü bulunuyor.

Doğudaki ormanlık alnlarda ahşap çatılı yapılar ön plana çıkıyor. Özellikle Büyük Ovalar'daki avcı göçebe halkların vazgeçilmez barınağı ise çadırdır (tipi). Bir tipi son derece iyi organize edilmiş bir mekana ve strüktüre sahiptir, kısa sürede oluşturulabilir ve kullanılan malzemeler çok işlevlidir. Örneğin çadır kazıkları yolculuk sırasında yük veya yolcu taşıma amaçlı kullanılabilir.



Kızılderili kadını kendi toplumunun büyük yaşam çemberinin tam ortasında yer alır. askeri ve yönetsel işlerden dışlanmaz. Aileyi çekip çevirme görevini onu birilerin bağlısı değil tersine bir bütünün parçası yapar. Birçok kabilede mallar kadına ait sayılır, mal ve ünvanlar kadın tarafından ilerler. Kadınlar Cherokee ve Iraquois halklarında aktif olarak yönetim görevi alır. Kızılderili kadını topluluk içinde üstlendiği görev ne olursa olsun bu görevi yerine getirme başarısına paralel olarak onurlandırılır ve mutlak saygı görür.



Kızılderililer'in geleneksel silahları arasında ilk sırayı ok ve yay alır. Deneyimli bir atıcı dakikada altı tane olmak üzere arka arkaya oldukça isabetli 20 ok atabilirdi. Bu silah Amerikan ordusunun kullandığı Springfield tüfeklerinden daha hızlı olmakla birlikte genel olarak etkisi daha düşüktü. Özellikle at üzerinde yapılan dövüşlerde tercih edilen mızraklar aynı zamanda törensel havası olan silahlardır. Yakın dövüş silahları arasında ise savaş baltası tomahawk ve çeşitli biçimdeki bıçaklar öne çıkar



Kızılderili müziği hemen her zaman bir rütüelin tamamlayıcısı olarak vardır. Başlıca müzikal ifade ise şarkıdır. Enstrümanlar temel olarak ritm amaçlıdır ve en çok kullanılanları davul ile zırıltıdır (rattle). Kızılderililer'in kullandığı tek melodik enstrüman flüttür. Şamanın çaldığı davul dansın ritmini belirler. Dans da genellikle bir rütüelin parçası olarak ortaya çıkar. En tanınmış danslar Savaş, Dağ Ruhları (Apache) ve Ateş danslarıdır. Ova Kızılderililer'inin Güneş Dansı yaradılışın bir temsili olarak kabul edilir. 1890'lara doğru ortaya çıkan Hayalet Dansı ise beyazların ortadan kaybolmasını ve yaban sığırlarının geri dönmesini sağlayacağı inancıyla çok kısa sürede popüler olmuştur.

Kabilelerin coğrafi dağılımı geçim yöntemlerini doğa ve iklim koşullarına bağlı olarak etkiler. Büyük Ovalar'daki kabilelerin yaşamları temel olarak buffaloya bağlıydı ve sürülerin peşinde göçebe bir yaşam tarzını getirmişti. Beyaz Amerikalılar'ın Kızılderililer'e karşı zaferi ancak milyonlarca buffaloyu yok etmelerinden sonra gerçekleşti. Güney ve güneybatı halklarının özgün tarımsal yöntemleri ve meyve bahçeleri savaşlar sırasında ortadan kalktı. Atlas okyanusu ve Büyük Okyanus'un kıyı bölgelerindeki halkların geçim kaynakları orman ve su ürünleriydi. Ancak beyazların bu kaynakları sahiplenmesiyle pekçok Kızılderili ölecek duruma geldi, bir kısmı da gerçekten öldü.

Eskimo dışındaki Kuzey Amerika kabilelerinin ortak inancına göre bir yaratıcı dünyayı yaratmış efsanevi bir lider ise kabileye kültürünü öğretmiştir. Ayrıca doğal olayları kontrol eden ruhlar vardır. bu ruhlarla yaratıcının ortak varlığı tek bir ruhsal güç olan Büyük Ruh Manitu'yu oluşturur. Birçok kabilede ölümden sonra yaşama ve reenkarnasyona inanılır. kızılderililer'e göre evren merkezinde dünya olan çok katmanlı bir yapıdadır. şamanların ruhlarla ilişki kurabildiğine inanılır. kızılderili inancının temelinde yatan tüm yaratıkların kardeş olduğu fikri, doğa ile kurdukları olağanüstü ilişkiyi açıklayabilir.

-ALINTI-DERLEME-


 
#3
KIZILDERILI REISI SEATTLE'NIN BEYAZ ADAMA MEKTUBU






Washington Kentindeki Büyük Başkan bize, topraklarımızı satın almak istediğini bildiriyor. Büyük başkan bize aynı zamanda dostluk ve iyi niyet dolu sözler de gönderiyor. Bu dostça bir davranıştır. Zira biz onun bu dostluğa ihtiyacı olmadığını çok iyi biliriz.

Biz onun isteğini düşüneceğiz. Eğer biz satmaya razı olmazsak belki de o zaman beyaz adam tüfeği ile gelecek ve bizim topraklarımızı zorla alacaktır.<

Gökyüzü nasıl satılır? Ya da satın alınır? Ya toprakların sıcaklığı? Bunu tasarlamak bize yabancıdır. İnsan, havanın tazeliğine , suyun şakırtısına sahip olmazsa onu nasıl satabilir? Siz onu bizden nasıl satın alabilirsiniz?

Seattle Reis ne söylerse Washington'daki Başkan bunun doğruluğuna emin olmalıdır. Tıpkı beyaz kardeşimizin mevsimlerin tekrar geleceğine emin olduğu gibi. Benim sözlerim yıldızlara benzer. Onlar hiçbir zaman sönmez.

Bu dünyanın her bir parçası ulusum için kutsaldır. Parıldayan her çam yaprağı, her kumsallık kıyı, karanlık ormanlardaki sis, dağlardaki her geçit, vızıldayan her böcek… ulusumun düşünce ve yaşantılarında kutsaldır.

Ağaçların içinde yükselen özsuyu Kızılderili adamın anılarını da taşır.

Beyazların ölüleri, yıldızların altında gezmek için uzaklara giderlerken doğdukları toprakları unuturlar. Fakat bizim ölülerimiz bu büyülü dünyayı hiçbir zaman unutmazlar. Çünkü bu dünya Kızılderililerin annesidir. Biz bu toprakların bir parçasıyız.

O güzel kokulu çiçekler bizim kız kardeşlerimiz, Geyik, at ve büyük kartal da bizim erkek kardeşlerimizdir.

Yüksek kayalıklar, yeşil çayırlar, tayların ve insanların vücutlarının ılıklığı aynı bir aileye aittir.

Washington'daki büyük başkan bizden topraklarımızı istediği zaman , işte bütün bunları bizden istemektedir. O bizden çok şey istemektedir.

Büyük başkan bize bir yer vereceğini ve bizim orada rahatça yaşayacağımızı söylüyor. Böylece o bizim babamız olacak biz onun çocukları. Böyle bir şey hiç olabilir mi?

Suların çıkardığı sesler atalarımızın öykülerini anlatır. Derelerin ve ırmakların parıltıları sudan kaynaklanmaz. Onlar atalarımızın parıltılarıdır.

Bilmiyorum. Bizim davranışlarımız sizinkilerden farklıdır. Biz size bu toprakları sattığımız zaman biliniz ki onlar kutsaldır. Sizin çocuklarınız da onların kutsal olduklarını öğrenmelidirler.

Suların çıkardığı sesler bizim atalarımızın sesleridir. Irmaklar bizim kardeşimizdir. Onlar bizim susuzluğumuzu giderirler. Kayıklarımızı taşır ve balıkları ile bizim çocuklarımızı doyururlar. Topraklarımızı sattığımız zaman bunu hatırınızda tutmalısınız. Irmaklar sizin de kardeşlerinizdir. Ve siz şimdiden başlayarak ırmaklara karşı iyiliğinizi esirgememelisiniz. Öteki kardeşlerinize de.

Kızılderili adam, onun topraklarına giren beyaz adam karşısında her yerde geriledi. Sabahın sisinin, dağların ötesinden doğan Güneşin önünden kaçtığı gibi.

Bu topraklarda , babalarımızın külleri bulunmaktadır. Bu topraklar bize kutsaldır.
Ama beyaz adamın bizim ne düşündüğümüzü anlamadığını da biliriz. Toprağın her bir parçası onun için aynıdır. O sanki gece gelir ve topraktan istediği şeyi alır ve gider. Toprak onun kardeşi değil düşmanıdır. Onu elde ettikten sonra daha ilerilere gider ve onu terk eder.
Babalarının mezarlarını geride bırakır ve bir daha onlarla ilgilenmez. Babalarının mezarları ve çocuklarının doğum hakkı çabucak unutulur.

O , annesi olan toprağı ve kardeşi olan gökyüzünü talan edilecek şeyler veya birkaç koyuna veya birkaç inciye satılacak şeyler olarak görür. Onun açlığı dünyayı saracak ve geriye çölden başka bir şey kalmayacak.
Beyazların şehirlerinde sessizlik denen şey yoktur. Orada yaprakların seslerini veya böceklerin vızıltılarını duyamazsınız. Bütün bunlar benim bir vahşi olmamdan ve bunları anlayamamamdan kaynaklanır. Gürültü ve patırtı bizim kulaklarımızı tırmalar.
Kuşların ötüşü veya geceleyin kurbağaların bağırışı olmadıktan sonra dünyada ne vardır?

Kızılderili , bir gölün üzerinden eserek gelen rüzgarın sesini ve taze kokusunu sever. Öğleyin yağan yağmurun taze çam yapraklarından süzüp getirdiği reçine kokusundan hoşlanır.
Kızılderili adam için hava kıymetlidir. Çünkü her şey aynı solunumdan pay alır. Hayvan, ağaç ve insan. Hepsinin teneffüs ettiği hava aynıdır. Beyaz adam soluduğu havanın farkında değilmiş gibi. Tıpkı ölmüş bir insanın kötü kokuları duymadığı gibi. Fakat biz size topraklarımızı satarsak biliniz ki hava bizim için kıymetlidir.

Topraklarımızı satmak üzerine bir daha düşüneceğiz. Eğer buna karar verirsek bunun bir koşulu olacaktır:Beyaz adam topraklarımızdaki hayvanlara kardeşleri gibi muamele etmelidir. Ben bir vahşiyim ve başka türlüsünü anlayamam. Ben şimdiye kadar beyaz adam tarafından öldürülüp bırakılmış binlerce ve binlerce manda (bizon) gördüm. Ben bir vahşiyim ve demir atın (lokomotif) sırf onun yoluna çıkmasın diye öldürülen mandadan daha kıymetli olduğunu anlayamam.

Hayvanları olmadıktan sonra insanların ne önemi vardır? Eğer bütün hayvanlar onları bıraksalardı insanlar ruhlarının yalnızlığından ölmezler miydi?

Hayvanların başına gelenler çok geçmeden insanların da başına gelecektir. Hayatta her şey birbirine bağlıdır. Toprağın başına gelenler, onun oğullarının da başına gelir.

Sizler çocuklarınıza toprağa kıymet vermelerini öğretmelisiniz. Sizler de çocuklarınıza bizim çocuklarımıza öğrettiğimiz şeyleri öğretiniz. Toprak bizim annemizdir.
Toprağın başına gelenler, onun oğullarının da başına gelir. Toprağa tükürürseniz kendi yüzünüze tükürmüş olursunuz.

Zira biz biliyoruz ki toprak insana değil, insan toprağa aittir.

Her şey , bir aileyi birbirine bağlayan kan gibi birbirine bağlıdır. Toprağın başına gelenler, onun oğullarının da başına gelir.

İnsan , hayatın dokusunu yaratmamıştır. O dokunun bir parçasıdır. Hayır gündüzle gece bir arada yaşayamazlar.

Beyaz adamın topraklarımızı satın alması isteğini düşüneceğiz. Fakat benim ulusum soruyor:
-Beyaz adam neyi satın almak istiyor? Gökyüzünün maviliği, toprakların sıcaklığı, koşan impalanın hızı nasıl satılabilir? Biz size bunları nasıl satabiliriz? Siz bunları nasıl alabilirsiniz?
Kızıl derili adam bir kağıt parçasını imzaladığı ve onu beyaz adama verdiği için siz bu topraklara istediğiniz her şeyi yapabilir misiniz?
Havanın serinliğine ve suyun parıltısına sahip değilsek onları size nasıl satabiliriz? Sonuncusu da öldürüldükten sonra mandaları nasıl satın alabilirsiniz?

Biz teklifinizi düşüneceğiz. Biz satmaya razı olmadığımız takdirde beyaz adamın tüfeği ile gelip topraklarımızı alacağını bilmekteyiz. Biz vahşi insanlarız. Beyaz adam ise geçici olarak iktidardadır. O bütün dünyanın kendisine ait olduğunu ve kendisinin bir Tanrı olduğunu sanmaktadır.

Biz sizin başka topraklara göç etmemiz teklifinizi düşüneceğiz. Orada sükun içinde kalan sayılı günlerimizi geçireceğiz.
Günlerimizin kalan kısmını nerede geçireceğimiz önemli değildir. Çocuklarımız babalarının gururlarının kırıldığını ve yenildiklerini gördüler. Savaşçılarımız utandırıldılar. Yenilgiden sonra günlerini miskince geçirdiler. Vücutlarını tatlı yemeklerle ve içkilerle zehirlediler.
Günlerimizin geriye kalanını nerede geçireceğimizin bir önemi yoktur. Zaten geriye pek fazla zaman kalmamıştır. Birkaç kış geçtikten sonra geriye kendi uluslarının mezarlarında matem tutacak kimse de kalmayacak.

O ulus ki bir vakitler güçlü idi ve geleceğe umutla bakıyordu. Oysa şimdi ormanlarda başı boş dolaşmaktan başka yapacak bir şeyleri kalmadı. Fakat ben ulusumun çöküşüne neden ağlayayım. Uluslar insanlardan oluşur. Başka şeyden değil. İnsanlar ise denizdeki dalgalar gibidir. Gelip geçerler.Onlara yol gösteren ve onlarla bir dost gibi konuşan bir Tanrıya sahip olan beyaz adam bile, herkes için belirlenmiş olan alın yazısından kaçamayacaktır.

Belki de biz hepimiz kardeşiz. Yalnız biz, beyaz adamın da bir gün keşfedeceği bir şeyi şimdiden biliyoruz. Bizim Tanrımız da aynı Tanrıdır. Sizler bizim topraklarımıza sahip olacağınızı düşündüğünüz gibi ona da sahip olmayı düşünüyorsunuz. Fakat buna muktedir olamayacaksınız. O insanların Tanrısıdır. Kızılderililerin de beyazların da. O yüzden bu topraklar değerlidir. O toprakları yaralamak onun Tanrısını hor görmektir. Beyazlar da bir gün bu dünyadan göç edeceklerdir. Belki de bütün diğer ırklardan daha çabuk.

Yataklarınızı zehirlemeye devam ederseniz bir gün kendi çöplerinizin içinde boğulacaksınız. Fakat batışınız sırasında etrafa çok parlak bir ışık salacaksınız. Bu sizi buraya getiren ve Kızılderili adama hakim olmanızı söyleyen Tanrının kudretinden gelecektir. Sizin bu kaderiniz bizim için bir muammadır.

Bütün mandalar öldürüldükten sonra, yaban atları evcilleştirildikten, ormanların en gizli köşeleri bile insanların ağır kokuları ile kirletildikten, sevimli tepeler konuşan tellerle doldurulduktan sonra… çalılıklar nerede? Kayboldular! Kartallar nerede? Gittiler! Hızla koşan taya, hızla koşan ava "allahaısmarladık" demek ne demektir? Bir yaşamın sonu sırf daha fazla şeye sahip olmaktan mı geçer? Tanrı sizin hayvanlara ve Kızılderililere hakim olmanızı istedi. Fakat bunun sebebi bizim için muammadır.

Biz beyaz adamı anlayamıyoruz. Belki beyaz adamın ne rüra gördüğünü veya uzun kış gecelerinde çocuklarına ne masal anlattığını bilseydik belki o zaman onu anlayabilirdik. Fakat biz yaban insanlarıyız ve beyaz adamın düşleri bize saklıdır. Bu yüzden biz kendi yolumuzdan gideceğiz.

Biz her şeyden önce her insanın istediği gibi yaşama hakkını tanır ve sayarız.Bizi birbirimize bağlayan şeyler pek azdır. Biz sizin teklifinizi düşüneceğiz. Eğer ona evet dersek bu sırf bize vaad ettiğiniz toprakları güvenceye almak içindir. Belki de orada geriye kalan kısa günlerimizi alıştığımız biçimde geçiririz.

Size bu toprakları sattığımız zaman siz de onları bizim sevdiğimiz gibi seviniz. Onlarla ilgileniniz. Onları bu gün bulduğunuz gibi koruyunuz. Bütün kuvvetinizle, kalbinizle, ruhunuzla onları çocuklarınız için koruyunuz. Tanrının sizi sevdiği gibi siz de onları seviniz. Çünkü biz bir şey biliyoruz: Tanrımız aynı Tanrıdır. Bu dünya kutsaldır. Beyaz adam bile ortak kaderimizden kaçamaz. Biz hepimiz kardeşiz. Bunu zaman gösterecek
Son Kızılderili de bu dünyadan gittiği ve onun hatırası yalnız bir bulutun sonsuz çayırlar üzerindeki gölgesi olarak kaldığı zaman, babalarımızın ruhu bu kıyılarda ve bu ormanlarda yaşamaya devam edecektir. Çünkü onlar bu toprakları seviyorlardı. Yeni doğan bir bebeğin tıpkı annesinin kalp atışlarını sevdiği gibi.

-alıntı-derleme-
 
#4
Yaralı Diz Katliamı



Frederick Remington un yaralı diz katliamı için yaptığı tablo


Katliam öncesi Siu kabilesi kampı

Wounded Knee Katliamı, (Türkçe'de "Yaralı Diz" anlamına gelir) Lakota Siuları ile Birleşik Devletler arasındaki son büyük çatışmadır. General Nelson A. Miles tarafından Yerli İşleri Komisyonuna yazılan bir mektupta çatışma sonrasındaki olaylar katliam olarak nitelendirilmiştir.
1890'da ABD hükümeti Amerikan yerlileri (Kızılderili) arasındaki "Hayalet Dansı" nın bir savaş dansı olduğundan şüpheleniyordu. Ancak bu dans Kızılderililer için kutsal bir seremoni idi ve bazı yerliler ellerinden alınan haklara bu kutsal dansı icra ederek kavuşacaklarına inanmışlardı. Savaş Bakanlığı yerlilerin bir isyan hareketine kalkışacakları düşüncesiyle 7. Süvar alayını Pine Ridge ve Rosebud bölgelerindeki Lakota yerlilerinin kamp yerine göndermiş, bu kutsal dansı icra edenleri tutuklamak istemişti.
29 Kasım1890'da Birleşik Devletlerin beş yüz kişilik 7. Süvarialayı Minneconjou Lakota yerlilerinin kamp yerlerini çevirmiş ve çıkan çatışmada yirmi beş süvariye karşılık, aralarında altmış iki kadın ve çocuğun yer aldığı 153 Siu öldürülmüştür. Ancak çatışma sırasındaki kargaşada tam olarak kaç kişinin öldüğü bilinmemektedir.
Dee Brown 1970 yılında yazdığı Bury My Heart at Wounded Knee adlı incelemesinde (Türkçe'ye Kalbimi Vatanıma Gömün olarak çevrilmiştir) Kristof Kolomb'un İspanya Kraliçesine Kızılderililerle ilgili şunları yazdığını aktarır: "Yeryüzünde bunlardan daha iyi bir ulus bulunmadığına Majestelerin önünde ant içebilirim. Komşularını kendileri kadar seviyorlar, konuşmaları son derece tatlı ve kibar, konuşurken hep gülümsüyorlar." Ancak sözlerine şöyle devam eder: "Elli adamla bu halkın hepsini boyunduruk altına alabilir ve onlara her istediğimizi yaptırabiliriz.”

1890'da Wounded Knee'deki Siu katliamı Kizilderili özgürlüğünün sembolik olarak sonu oldu. Katliamı yaşayan Kara Geyik o gün bir başka şeyin daha öldüğünü söyler: "O zaman kaç kişinin öldüğünü anlayamamıştım. Şimdi kocamışlığımın şu yüksek tepesinden gerilere baktığımda, yerde birbirleri üzerinde yığılı duran boğazlanmış kadınları ve çocukları hâlâ o genç gözlerimle görebiliyorum. Ve orada, o çamurun içinde bir şeyin daha öldüğünü ve o kar fırtınasına gömüldüğünü görebiliyorum. Evet, bir halkın düşü öldü orada..."

Bu katliamı yaşayanlardan biri, Gelincik Louise yaşadıklarını şöyle anlatıyordu: "Kaçmaya çalıştık. Ama yaban sığırı gibi bir bir vurdular bizi. Beyazların içinde de iyi insanlar bulunduğunu biliyorum, ama kadınları ve çocukları da vurduklarına bakılırsa askerler çok kötü insanlar olmalı. Kızılderili askerler beyaz çocuklara asla böyle yapmazlardı."


Katliam sonrası


Amerikan Ordusu katliam sonrasında ölüleri gömmek için sivil vatandaşlar kiraladı. Savaş meydanına gelenler soğuk havada 84'ü erkek, 44'ü kadın, 18'i çocuk Lakota cesedi ile karşı karşıya kaldı. Katliamdan yaralı kurtulan 7 Lakotalı Wounded Kne Creek bölgesindeki Pine Ridge hastanesinde öldü.

General Nelson Miles, katliamın sorumlusu albay Forsyth'ı görevden almış, Askerî Araştırma Mahkemesi taktik hatasından dolayı kendisini eleştirmiş ancak yine de mahkemede hakkında beraat kararı çıkmıştır.

Daha sonra The Wonderful Wizard of Oz'un yazarı olarak ünlenecek olan genç editör L.Frank Baum 3 Ocak 1891 yılında Aberdeen Saturday Pioneer'da şunları yazmıştı:

"Öncüler daha önce güvenliğimizin tek yolunun Yerlilerin tamamen yok edilmesine bağlı olduğunu ilan etmişlerdi. Asırlardır onlara karşı hata edip durmaktansa medeniyetimizi korumak adına daha büyük bir hata yapıp bu evcilleşmeyen ve evilleştirilemeyen yaratıkları dünya üzerinden tek bir iz kalmamacasına yok etseydik daha iyi yapardık. Biz sıradan insanlar ve beceriksiz komutanların emri altındaki askerler için gelecek güvenliğimiz bunda yatmaktadır. Aksi takdirde gelecekte de geçmişte olduğu gibi kızılderililerle tümüyle sıkıntı yaşayacağımızı bekleyebiliriz."



Yirminci yüzyılın sonlarında Wounded Knee Katliamına karşı protesto sesleri daha da yükselmiş, tarihçi Dee Brown aynı adla bir kitap yazmış, Buffy Sainte-Marie ise protest bir müzik bestelemişti. Ünlü oyuncu Marlon Brando 1973'de Baba (The Godfather) filmindeki rolüyle en iyi erkek oyuncu dalında verilen Oskar ödülünü Yaralı Diz Katliamı sebebiyle reddetmişti. 27 Mart 1973'teki ödül törenine kendi adına konuşma yapması için Sacheen Littlefeather adlı Kızılderili genç bir kadını gönderdi. Brando'nun kaleme aldığı, genç Kızılderilinin zaman darlığı nedeniyle tümünü okuyamadığı yazının bir bölümü şu şekildeydi:


"Marlon Brando... benden zaman darlığı ile şu anda sizinle paylaşamayacağım uzun bir konuşma yapmamı istedi ancak basınla paylaşmaktan memnuniyet duyacağım şey şu ki o... çok üzülerek bu cömert ödülü kabul edemiyor. Ve bunun sebebi de... günümüz film endüstrisinin ...beni affedin.. ve televizyonlardaki filmlerdeki yeniden çevrimlerde Amerikan Yerlilerine yaptıkları ve Wounded Knee'deki son olaylardır. Bu akşam aranızda bulunamadığım için beni affedin gelecekte kalplerimiz ve anlayışlarımızda sevgi ve cömerlikte biraraya geleceğiz. Marlon Brando adına sizlere teşekkür ederim."

Littlefeather, zaman darlığı sebebiyle tamamını okuyamadığı konuşmanın tam metnini basına dağıtmıştır. Brando'nun basına dağıtılan metininden bir bölümün çevirisi;

"200 yıl boyunca toprağı, ailesi, ve özgür olma hakkı için savaşan Yerli halka şöyle dedik: "İndir silahını arkadaş gel birlikte oturalım. İndirirsen eğer silahını arkadaş senle barıştan söz ederiz, senin hayrına anlaşırız birlikte." Silahlarını indirdiklerinde onları katlettik biz. Onlara yalan söyledik. Onları topraklarından koparmak için kandırdık. Onları açlığa mahkum ettik ki antlaşma dediğimiz ama hiç bir zamanda andımıza sadık kalmadığımız o hileli anlaşmaları zorla imzalasınlar. Onları, yalnızca yaşamın anımsayacağı kadar uzun bir süredir yaşam vermiş bu kıtada dilencilere döndürdük. Ve tarihi istediği kadar çarpıtılmış dahi olsa nasıl yorumlarsanız yorumlayın: Biz doğru yapmadık. Ne adil davrandık ne de dürüst. Onlara karşı ne haklarını iade etmek zorundaydık ne de anlaşmalarımıza sadık kalmak, çünkü gücümüzün üstünlüğü bize diğerlerinin haklarına saldırma, mallarını gaspetme, yalnızca yaşamlarını ve özgürlüklerini savunmaya çalışırken onların yaşamlarını ellerinden alma hakkını sağlıyordu ki onların erdemleri suça dönüşürken bizim ahlâksızlıklarımız erdem oluyordu.

Fakat öyle bir şey var ki bu sapkınlığın ulaşamayacağı, o da tarihin büyük hükmü. Emin olun ki tarih bizi yargılayacaktır. Ama umurumuzda mı? O nasıl bir ahlâki şizofrenidir ki tüm dünyanın işitmesi için ulusumuzun en tepesindeki sesle ciğerlerimiz patlayana kadar bizim taahhütlerimizi tuttuğumuzu haykırırız da tarihin tüm sayfaları, Amerikan Yerlilerinin yaşamındaki son 100 yıl boyunca geçirdikleri tüm o aç, susuz günler ve geceler bu sesin dediklerinin tam zıttını söyler........"

-alıntı-derleme-
 
Son düzenleme:
#5
Amerika Yerli Kabilelerinin Popülasyonu ve Oranları


A.B.D deki 30 büyük kabilenin nüfusu ve kabile nüfuslarının toplam yerli nüfusuna göre oranı (1990 nüfus sayımı raporlarına göre)

(U.S. Department of Commerce)

Amerika Yerlileri Nüfusu


1,878,285 = 100.0 %







86 küçük kabileye ait toplam1000 kişi civarında yerli nüfusu yukarıda yer almamıştır.

Kaynak: (U.S. Department of Commerce


“Güney-Pasifik Yerlileri: Bu bölgede birçok kavim bulunur. Bunların arasında Colomb’dan önceki Amerika’nın büyük medeniyetlerini geliştirmiş olan Aztek veya Nahau’lar, Güney Meksika’da çok ileri bir topluluk yaratmışlardır. Yukatan ‘da Maya’lar henüz daha çözülmemiş hiyerofik bir yazıya sahiptiler . Cordillere’lerde Aymar’lar ve Quichua’lar İnka imparatorluğunun temeli olmuşlardır. And’ların güneyinde bulunan Arokan ‘lar aynı ırka mensupturlar”.

“Güney-Atlantik Yerlileri: Esas itibariyle büyük Brezilya ormanını işgal ederler. Boyları ortalamanın altındadır. Bu yerliler birçok kabileleri meydana getirirler. Bunların çoğu Avrupalıların etkisinden tamamiyle uzak kalmışlardır ;bazıları bugün bile az bilinmektedirler. En yalıtılmış olanlarından biri Ekvator’un Amazon yamacındaki kelle avcıları yani Jivaro’lardır”.Jivarolar beyaz yağmacıların katliamlarından Amazon’un derinliklerine kaçarak kurtulmuşlar ve bölgelerine kimsenin girmesine izin vermemişler ,bunu deneyenlere de çok acımasızca davranmışlardır. Kelle avcıları denmesinin sebebi budur. Bu küçük kabileler beyazlarla melezleşmemişlerdir, fakat eski esirlerin soylarından olan Boni zencileriyle bazı melezleşmeler olmuştur

“Amerika’nın keşfi sırasında Antil’lerde Karaipler oturuyorlardı. Bunlar Avrupalılarla ilk temasa giren yerliler olmuşlardır. Karaipler kıtalarındaki kendi cinsleri tarafından tamamiyle yahut hemen hemen tamamiyle yok edilmişlerdir”. İnsan Irkları Prof. Henri-V. Vallois

AMERİKA YERLİ KABİLELERİNDEN BAZILARININ İSİMLERİ

Abenaki, Absarokee, Algonquain, Alabama, Anasazi, Anishinabe, Asbinboine, ,Apache, Arikara, Arapaho, Athapaskan, Blackfeet, Caddo, Cherokee, Cheyenne, Chinook, Chippewa, Choctaw, Comanche, Costanoan, Cree, Creek, Crow, Delaware, Flathead, Gros, Hopi, Hawaiin, Hidatsa, Ioway Nation, Iroquois, Karuk, Kaw, Kiowa, Miccosukee, Micmac, Miwok, Mohawk, Navajo, Nipmuc, Nez Perce, Nisga, Omaha, Ohlone (Costanoan), Ojibwa, Ojibway, Oneida, Oto, Papago, Pawnee, Penobscott, Powhatan, Ponca, Potawatomi, Paiute,Quapaw, Sarasi, Seminole, Sioux, Shoshone, Taino (Timucua), Tonkawa, Tsimshian, Ute,Ventre, Wabanaki, Winnebago, Wyandot,Yahi, Zuni .

Kolomb'un günlüğünden
" Onlara kılıçlarımızı gösterdik. Keskin demir silahları ilk kez gördükleri belli. Kesmenin ne demek olduğunu bilmediklerinden, bazıları kılıçların keskin tarafını tutunca ellerini kestiler. ... Bu insanlar ne herhangi bir mezhebe bağlılar ne de puta tapıyorlar. Kötülüğü tanımıyorlar, birbirlerini öldürmüyorlar. Hiç silahları yok... Son derece sade, dürüst eli açık insanlar. Herhangi birinden sahip olduğu herhangi bir şey istenince hemen veriyorlar. Kötülüğün ne olduğunu hiç bilmiyorlar, çalmıyorlar öldürmüyorlar. Dünyada onlar kadar tatlı dilli insanlar yoktur. Her zaman gülüyorlar..."


-alıntı-derleme-

 
#6
Kızılderili Kabileleri

*ŞEF JOSEPHNez Pierce kabilesi
(1840 – 1904)


Şef Joseph’in adı insanlarının arasında İn-mu-too-yah-lat-lat’dır. ( sudan toprağa düşen yıldırım) Şef Jozef federal hükümetin onları kamplara yerleştirmek için zor uygulamasına karşı kabilesiyle birlikte büyük direniş göstermiştir. Bölgeye gelen Levis ve Clark adındaki iki misyoner yerlilere sürekli beyazlarla birlikte yaşayabileceklerini anlattılar. Jozef çocukluk çağının büyük bölümünü böyle Hristiyanlığı yaymaya çalışan misyonerlerin yakınında geçirdi.


1855 de Şef Jozef’in babası olan yaşlı Jozef federal hükümet’le insanlarını onlara ayrılan bölgenin içinde tutacak bir anlaşma imzaladı, 1863 de bir başka anlaşma daha imzaladı. Ama bu anlaşmayı kabilesi hiçbir zaman kabul etmedi.


Bu ikinci anlaşmanın (uygulanmayan ve kabul edilmeyen anlaşma) ardından şefliğe oğul Jozef geldi. (1877) Sonraki aylar savaş ve zorluklarla geçti. Halkın çoğu Federal Hükümet tarafından Oklahoma’daki toplama kamplarına gönderildi. Gidenlerin çoğu açlıktan ve sıtmadan, öldü.
Jozef kendi ülkesine dönebilmek için herşeyi denedi. 1885 de kabilesinin çoğu üyesiyle birlikte Washington’a yine bir kampa gönderildi . Daha sonraki yıllarında ise pek çok kızılderili şefi gibi ülkesinden uzak bir sürgün olarak öldü. Oysa 1879 da tüm Amerika vatandaşlarına eşit haklar verilmişti. Ama Jozef bir daha topraklarını göremedi. Kamp doktoruna göre o üzüntüden ölmüştü.


*CRAZY Horse (Tashunca-uitco)Tashunkewitko, Oglala-Sioux kabilesi (1849-1877)


Crazy Horse geleceği görme gücüne sahip bir liderdi. Lakota halkının gelenek ve değerlerinin yaşamasına çok önem vermişti.


Genç bir erkekken dahi ünlü bir savaşçıydı. 13 yaşından daha önce düşmanları Crow kızılderililerinden ilk atını çaldı. (Kızılderililerde düşmana sezdirmeden yanaşabilmek iyi bir savaşçı olmanın ilk şartıydı). 1865-1868’de Oglala şefi Red Cloud ile Amerikalı yerleşimcilere karşı Wyoming’de savaştı. 1867’de J. Fettermen’ın birliklerinin Fort Phil Kearny’ de yenilmesinde kilit rolü oynadı. Crazy Horse gözüpekliği ve cesaretiyle haklı bir üne sahipti ama bu özellikleri yanında inançlarına sıkı sıkıya bağlılığıyla da tanınırdı. Örneğin fotoğrafının alınmasını her zaman şiddetle reddetmişti.


Hükümet Lakota kamplarına rezervasyonlara dönmelerini emrettiği zaman onlara karşı büyük bir direniş başladı. Crazy Horse bu direnişin lideri idi. İlk evliliğini bir Cheyenne kadınıyla yaptı. 1200 Lakotalı ve Cheyenne ile büyük bir güç oluşturdu. Custer’ın Sitting Bull’un kabilesine yaptığı saldırıya bir karşı saldırı yapıp Custer’ın yedinci süvari alayını bozguna uğrattı. Crazy Horse Amerikalıları kuzeyden ve batıdan , Şef Gall’ın önderliğindeki Hunkpapa savaşçıları ise güney ve doğudan kuşattı.


Lakotalıların Little Bighorn’daki zaferinden sonra Sitting Bull ve Gall Kanada’ya geçti. General Nelson Miles tarafından Lakotalılar ve onlarla birlik olan yerlilere karşı acımasız bir takip sürdürdü. 1876-77. Bu amansız takip ve buffalo nüfusunun sürekli azalması Crazy Horse’u 6 Mayıs 1877de teslim olmak zorunda bıraktı.


Yenilgiye rağmen o hep özgür ruhunu korudu. Hasta karısını ailesinin yanına götürmek için rezervasyonu izinsiz terkederken General George Crook onu tutukladı. Bu Crazy Horse için yeniden mücadelenin başlangıcı oldu. Tutuklamaya başlangıçta itiraz etmeyen Crazy Horse ilk fırsatta yeniden mücadeleye başladı. Bir askerin süngüsüyle öldüğü zaman silahsızdı.


*Seattle - Suqwamish ve Duwamish kabilesi
(1786-1866)






Sealth olarak ta bilinen Seattle George Vancouver Puget Sound’e geldiğinde çok gençti. Daha önce anne ve babasının kabileleri olan Suqwamish ve Duwamish’ler beyazlarla çok az ilişkiler kurmuşlardı. Sonraki yıllarda da beyaz yerleşimcilerle iyi ilişkiler kurmaya gayret ettiler. Sealth genç bir erkekken şeflik babasından ona geçti. Bölgesindeki diğer kabilelerle yaptığı savaşlarda şefliğini ispat etti. Seattle Fransız Katolik misyonerlerinin baskı ve etkisi altında kaldı. Bunun bir sonucu olarak 1830 yılında Hristiyanlığı kabul etti. Vaftiz ismi olarak Noah (Nuh) adını aldı.


1850’lerde beyaz yerleşimciler arttı ve zenginleştiler. Gittikçe daha çok beyaz yerleşimci bölgeye gelmeye başladı. Washington Territorisi bölgedeki kızılderili kabilelerini yeni bir anlaşma için çağırdı. Bu anlaşmaya göre bölge kabilelerini bir rezervasyona yerleştirmek istiyorlardı. Rezervasyonun kontrolü hükümet tarafından yapılacaktı. Seattle barış için bir konsey kurdu. Barış istenmesine rağmen anlaşmazlık uzun yıllar sürdü. Seattle en son olarak Puget Sound’un batısında küçük bir bölgeye taşındı ve hayatının geri kalan kısmını orada geçirdi.




*SİTTİNG BULL (Oturan Boğa) Tatanka-Iyotanka Hunkpapa Sioux kabilesi
(1831-1890)



Şefliğinin yanında büyücü doktor olan Sitting Bull Federal hükümetin esir aldığı son Sioux (Lakota) şefidir. İsminin anlamı (oturan boğanın) baskıya boyun eğmeyen, baskılara karşı oturarak ayak direyen boğa demekti.


Sioux’lar 1850 lerin başlarında beyazların yayılma hareketleriyle baskıları hissetmeye başladılar. Sitting Bull 1863 de Hunkpapa av bölgesini tehdit etmeye başladıkları ana kadar beyaz yerleşimcilere müdahale etmedi. O kendindeki liderliği 10 yaşında ilk bufalosunu avladığında ve ilk kez bir düşmana sezdirmeden yaklaşabildiğinde farkına vardı. Strong Heart derneğinin lideri oldu, sonra da Silent Eaters’ların seçkin ve önemli bir üyesi oldu. Bu grup kızılderililerin refahı için çalışıyordu. 14 yaşında ilk savaşına gitti, ilk kez askerlerle 14 yaşında karşı karşıya geldi. Lakota kabilesine 1868’de şef oldu.


Beyazlarla savaş Ft. Larami anlaşmasıyla 1868 de bitti ama Black Hills’de ( Bu bölge kızılderililer için kutsaldı) altının keşfi bölgede yine gerilimin artmasına sebep oldu. 1872 yılında demiryolu işinde çalışan beyazları koruyan askerlerle önemli çatışmalara girdiler. 1876 yılının Mart ayında Rosebud Creek’ de yapılan Lakota , Cheyenne ve Arapaholar’ın katıldığı Güneş Dansı töreninde Sitting Bull gelecekten haberler aldı.. Beyaz askerlerin gökyüzünden gelen çekirgeler gibi Lakota kampına üşüştüklerini gördü. Birkaç hafta sonra General George Armstrong Custer ve 7. süvari alayı yerlilerin kampına saldırdılar. Federal hükümet bu saldırıyla barışı açıkça tehdit etmişti. Ve orada birçok kızılderiliyle neredeyse tüm beyaz askerler öldü. 4 yıl sonra, buffaloların neslinin tükenmesi nedeniyle halkının yiyecek bulamaması Sitting Bull'u teslim olmaya zorladı. 1881 in çok sert ve insafsız bir kışında Sitting Bull ve hala onun yanında olan bir grup kızılderili federal askerlere teslim olmak zorunda kaldılar. 19 Temmuz1881'de o ve küçük oğlu elinde tüfeğiyle federal hükümetin ofisine gelerek teslim oldular. Sitting Bull dost olmak istediklerini göstermek istemişti ve “ kabilemin hatırlayacağı son esir ben olmak istiyorum” dedi.


Sitting Bull Güney Dakota’da Standing Rock’da kızılderililer için yapılmış kampta esir tutuldu. 1885’lerde kızılderililer beyazların seçtiği şeflerle yönetilir oldular. 1885'de Sitting Bull'e Buffalo Bill'in Vahşi Batı'sına katılması için rezervasyondan ayrılma izni verildi, haftada 50 dolar karşılığında ata binerek gösteri yapıyordu. Buna sadece 4 ay dayanabildi ve sonra ayrıldı. Standing Rock'a dönünce Sitting Bull Grand River'da (Grand Nehri) doğduğu yere yakın bir yerde küçük bir kulübede yaşadı. Rezervasyon kurallarına uymayı reddetti. İki eşi ile birlikte yaşıyordu, hristiyanlığı kabul etmemişti ama buna rağmen Lakota'ların yeni nesil çocuklarının okuma ve yazma bilmesi gerektiğini düşündüğünden çocuklarını yakındaki bir Hristiyan okuluna gönderiyordu. Dönüşünden kısa bir süre sonra Sitting Bull mistik güçleri aracılığıyla Custer'ın uğrayacağı bozgunu gördüğü gibi yeniden geleceği gördü. Bu defa yanındaki tepenin üzerine inmiş bir tarla kuşu ona sesleniyordu. (Seni, kendi halkından olan Lakotalılardan biri öldürecek). 5 yıl kadar bir süre sonra bu kehanette doğru çıktı.



1890 sonbaharında Sitting Bull'a Hayalet dansı ile ilgili haberler geldi. Hayalet Dansı törenleri Beyazlar'ın kızılderili topraklarını terketmeleri ve kızılderililerin eski yaşamlarına yeniden kavuşmaları isteğinin ifadesiydi. Lakotalar bu törenlere Pine Ridge ve Rosebud Reservasyonlarında da katılmıştı. Federal hükümet için çalışan ajanlar yasaklanmış bu töreni hükümete haber verdiler. Standing Rock kayalıklarında yapılan bu törene Sitting Bull hala çok sayılan ve sevilen mistik güçlere sahip bir lider olarak katıldı. Kicking Bear isimli bir Miniconjou Lakotalı Sitting Bull’e Federal hükümete bağlı askerlerin gelip onu tutuklayacağı haberini verdi. Hükümet ise oraya 43 Lakota polisini yollamıştı. 1890 Aralığının 15'inde günün ilk ışıkları doğmadan Sitting Bull'un kulübesini top ateşine tutular. Sitting Bull'un tarafında olan kızılderililer onu korumaya çalıştılar. Ama peşinden gelen Lakota polislerinden biri Sitting Bull'u kafasından vurdu. Kehanet gerçekleşmiş Sitting Bull halkından biri tarafından öldürülmüştü. Tanrıların üstün güçlerle donattığı bir bilge yaşamıyordu artık.


Sitting Bull North Dakota Fort Yates 'te defnedildi. Naaşı 1953'te South Dakota Mobridge'ye nakledildi. Mezarında nişan olarak granit bir mızrak vardı. O Lakotalılar arasında yalnızca parlak fikirleri olan ve korkusuz bir savaşçı olarak değil aynı zamanda çok iyi bir baba, yetenekli bir şarkıcı, cana yakın ve arkadaş canlısı bir insan, derin bir din bilgisine (Şamanizm) sahip ruhani lider ve kutsal güçlere sahip bir şef olarak hatırlanmaktadır.

...




 
Son düzenleme:
#7
* SEQUOYAHCherokee kabilesi


Pek çok tarihçi tarafından Sequoyah Çerokiler arasında alfabeyi geliştirmesiyle tanınır. İddialara göre Çeroki alfabesiyle bazı hikayeler yazıya geçirilmiştir. Ama bunlar sonradan kaybolmuştur. Ta ki Sequoyah alfabe ile ilgili çalışmalara başlayana kadar. Alfabede yapılan bu çalışmalar kabile için çok önem taşımaktadır. Yazıyı oluşturan bu sistemin bütünüyle yeniden, tek tek oluşturulması olağanüstü bir çabanın varlığının işaretidir.


Sequoyah 1770 yılında Tennessee nehri yakınında Tuskegee’de bir Çeroki kasabasında doğdu Sequoyah yarı kızılderiliydi. Annesi kızılderili babası beyazdı. Bazı zamanlar genç adam ingilizce olan adıyla tanındı yani George Gist ya da Guess, beyaz babasından kalan bir miras olan soyadı ile.


Sequoyah, kabilesinin eski gelenek, görenek ve unutulmaya yuz tutmuş adetlerini yeniden diriltti çünkü o biliyordu ki bir toplumun sürekliliğinin ve var olabilmesinin ve de özgürlüğünün tek koşulu geleneklerin göreneklerin ve kendi dillerinin yaşatılmasıydı. O asla İngilizce öğrenmedi, konuşmadı ve yazmadı.


Sequoyah aynı zamanda çok iyi bir gümüş sanatçısıydı. Daima yetenekleriyle insanları kendine hayran bıraktı. Bir av kazasında sakatlandı. Av yapamadı. Bu nedenle planlar yapabilmek, düşünebilmek ve çalışmak için çok zamanı oldu.
Creek Savaşlarında ve 1812 savaşında bir asker gibi görev yaptı.
Sequoyah’ın Çeroki dili ile uğraşırken ona ayırdığı zihinsel ve fiziksel çaba karşısında ailesi ve arkadaşları onun çıldırdığını ya da büyülendiğini düşündüler.
Sequoyah kabilesine dil çalışmaları hakında bilgi verirken dedi ki” Moses isimli bir adam çok eski zamanlarda ilk kez bir taşın üzerine işaret yaptı. Biz şimdi bu işareti nasıl seslendireceğimize onları nasıl yazıp, anlayacağımıza karar vereceğiz “
Tarihçilerin söylediğine göre Sequoyah Çeroki dilinin sesli ve sesiz harflerin kombinasyonu ile oluştuğunu tespit etti ve uzun ve sabırlı çalışmalar sonucu 75 karekterin kombinasyonu ile Çeroki seslerini oluşturdu. (Bu alfabeyi ve harfleri kitabımızın diller bülümünde, Çeroki alfabesi panosunda bulabilrsiniz)

Sequoyah bu çalışmalarını kısa sürede halkına açtı. Bu sayede önemli sayıda Çeroki insanı okumayı ve yazmayı öğrendi. Pek çok melez kızılderili zaten ingilizce okuma ve yazmayı biliyordu. Fakat Çeroki alfabesi gerçekten genç yaşlı herkesin kolayca okuyup yazabileceği bir dil oldu. Çok kısa bir sürede benimsendi, öğrenildi ve yayıldı.


1827 de Çeroki konseyi ulusal bir gazete çıkarabilmek için sermaye ayırdı. Sonraki yılın başlarında bir el baskı makinası ve alfabe karakterleri Bostondan deniz yoluyla daha sonrada Çerokilerin başkenti New Echota’ya ulaşmak için karadan 200 milden fazla yol katedilerek getirtildi.
Gazete Çeroki dili ve ingilizce olarak iki sütun halinde basıldı. Sütunların başında Çeroki diliyle “Tsa la gi Tsu lehisanunhi” İngilizce olarakta “Cherokee phoenix”(Çeroki Ankakuşu) yazıyordu.
21 şubat 1828 O Birleşik Devletlerde basılan ilk kızılderili gazetesi oldu.




* ŞEF COCHISE - CHİRİCAHUA - Apache kabilesi



Cochise yaptığı şeylerle kendinden sonrakilerce takip edilen önemli bir şef olmuştur. O, diğer Apaçi liderleri gibi babasından sonra şef olmamış, bu makama kendisini yetiştirmesi ve üstün yetenekleriyle gelip, çevresindeki insanlara kendini kabul ettirmiş, nüfuz sağlamıştır. Törenler, kutlamalar özellikle dinsel nitelikli ayinler Apaçilerin yaşamında doğumdan ölüme kadar olan süreç içinde önemli bir parçadır. İnsanın ve kabilenin geleceği bu törenlerde önceden tesbit edilebilirdi. Cochise henüz 4 günlükken ( 4 sayısı Apaçilerin uğurlu sayısıdır. )bir şaman ya da büyücü onun için özel bir beşik yapmış (bu beşiğin özel adı “tosch”dur.) ve bu beşiğe bir torba içinde çiçek tozlarıyla, sinek kuşunun tırnaklarını koyarak Cochise’yi şeytanın gücüne karşı korumuştu. O konuşmayı öğrendiğinde ilk mocosinlerini giymesi için bir tören daha yapılmış, takip eden baharda da ilk saç kesme töreni yapılmıştı. Apache dininin önemli parçalarnı oluşturan şölenler, danslar ve şarkılar ileride şef olacak Cochise için tek tek uygulanıyordu.


Cochise’ya Apaçi dini ve inançları onları anlayacak düzeye gelir gelmez öğretilmişti. Ailesinden “Apaçi Tanrı” “Usen” “Beyaz Boyalı Kadın“ ” Suyun Çocuğu” ”Dağ Baharı”gibi yerlilerin mitolojilerinde önemli yeri olan hikayeleri dinledi.


Apaçiler için tanrılar herşeydi. Ve Cochise tanrılardan pek çok armağan aldı, büyük yeteneklere sahip oldu , olacakları önceden tahmin edebilme becerisini aldı. Apaçiler onun tanrılardan aldığı bu hediyelerle iyi bir savaşçı ve lider olacağına inandılar. Apaçiler tanrıların pek çok çeşidi olduğuna inanıyorlardı. Bazıları iyi bazıları kötüydü. Tanrılar onların mücadelelerinin yanındaydılar. Bunu düşmanlara anlatmak ve kendi inançları için hayatta kalmak zorundaydılar. Bunun için de mücadele etmeleri gerekirdi.


Dağ tanrıları denen güçler Cochisa’nın topraklarında bir mağarada yaşarlardı. Apaçiler bu tanrıların koruma gücü olduğuna inanırlardı. Düzenledikleri törenlerle tanrılara yardım etmeyi amaçlarlardı. Belki onların yardımları birazcık ta olsa tanrıların işini kolaylaştırabilirdi.
Annesi ona pek çok şey öğretti. Her ne kadar diğer yetişkin erkekler gibi yemek, temizlik, odun toplamak gibi şeyleri yapmadıysa da öğrendi.


Cochisa bilimlerin önemine inanıyordu. Zamanı gelince tek tek dağları, taşları, geçitleri öğrendi, yaşadıkları bölgeyi inceden inceye tanıdı. O ne zaman hareket edeceğini, nasıl sezdirilmeden düşmana ve avına yaklaşılabileceğini, hangi tür derinin Apaçiler için kıymetli olduğunu, fakat avcılığın ne kadar zor olduğunu öğrendi. Ormanda otlayan bir geyik sesi işittiği zaman, sürünerek yanaşabilmeliydi. Ona yeterince yanaşılmazsa av yapılamazdı Eğer avına yaklaşmak istiyorsan en önemli şey buydu. Bütün bu özellikleri inceden inceye ve tek tek öğrendi. Bolca gözlem yaptı.


Cochisa 17-18 indeyken artık bir yardımcı savaşçı olmuştu. Onun adı Goci, sonra Cochise diye değişti. O düşmanlarının altından atlarını alabilecek kadar marifetliydi. Bütün yaşamında düşmanları arasında korku saçan ama kızılderililer ve arkadaşları arasında çok büyük bir savaşçı ve çok güvenilir bir insan oldu.
Apaçiler düşmanı tanımanın ona misilleme yapmaktan ve kan dökmekten daha önemli olduğunu anladılar.


Cochisa bir diplomat gibi insanlarının hakları için mücadele etti. Cochisa’nın tarihe geçmiş çok önemli sözleri vardır. O öldüğü zaman savaşcılarının birgünden daha uzun bir süre acılarını anlatan çığlıklar attığı söylenir. Federal hükümet Cochisa ölünce onun liderliğini yaptığı yerlilerle olan anlaşmayı bozdu ve onları dağlık ülkelerden boş, düz , kuru Arizona çölüne sürdü. Pek çoğu gitmeyi reddetti. Bunu reddedenler ise Florida’da hapsedildi, ya da Oklahoma’da tüberküloz ve diğer hastalıklardan öldüler. Pek çoğu ancak uzun yıllar sonra bulundukları kamplardan çıkarılıp topraklarına gönderildi.

Geronimo Apaçileri Apaçi değerlerine göre şekillendirdi, yönlendirdi. Onlar zorluklara cesaretle göğüs germeyi Geronimo’yla yeniden hatırladılar.

Chiricahua’lar mevsimlere göre sık sık yer değiştirirdi. Avcılık ve çiftçilik yapabilecekleri döneme ve yere göre göç yaparlardı. Eğer hiç yiyecek bulamazlarsa sık sık onlara yakın olan başka kabilelere saldırırlardı. Saldırmak ve kendine yapılanın öcünü almak bu bölge kabileleri arasında onurlu bir davranış biçimi sayılırdı.


Amerika’nın bu bölgelerine beyez yerleşimcilerin ulaşmasıyla, bölgeye de İspanyollar geldi. İspanyollar Hristiyandı ve Kızılderilileri köle olarak görüyorlar ve onlara hıristiyanlığı kabul ettirmek istiyorlardı. Geronimo’nun genç karısı ve çocuğu ispanyollar tarafından öldürüldü. Ve bir rivayete göre o öldürebileceği kadar beyaz öldürmeye yemin etti.



1876’da Amerika Ordusu Chiricahua’ları bir kızılderili kampına taşımayı denedi . Fakat Geronimo Meksika’ya kaçtı. O beyazlar tarafından korku saçan bir Apaçi olarak tanıtıldı. Yaptığı şeyler abartılı bir biçimde yansıtıldı. Askerler onu yakalayabilmek için çok büyük mücadeleler verdiler. Mücadelenin son 5 ayında 5000 asker ve 500 keşifci izlerini takip ederek Geronimoya ve kampına ulaştı. O ve adamları teslim olmaya zorlandılar. Ve sonunda yakalandı Arizona’ya geri gitmeyi umdu ama Geronimo ve adamları Florida St. Augustine’ye nakledildi. Nakledildikleri yerde çoğu sıtma ve tüberkülozdan öldü. Sıtma bu kıtada daha önce var olmayan bir hastalıktı.Beyazların kıtaya taşıdığı bu hastalık, yerlilerin bağışıklık sistemleri tarafından tanınmadığı için buna karşı dirençleri yoktu.


Geronimo bir daha büyük bir aşkla sevdiği topraklarını göremedi. Arizona’da yıllar sonra federal hükümetin hapsettiği kampta bir mahkum olarak öldü.

* Şef Washakie (wahsh'-uh-kee) - Shoshoni kabilesi


804-1900 . Washakie (wahsh'-uh-kee) Wyomingdeki Doğu Shoshoni yerlilerinin şefidir. O savaşçılığı kadar beyaz keşifçilerle olan dostça ilişkileri ile de tanınmıştır. 1850 ‘lerde demiryolu yapımı için devlete yardım etti. Sorunları dostça çözmeye çalıştı. Dostluk ve barışla bütün sorunların çözülebileceğine inanıyordu. Fakat beyazlar onun bu barışcıl yaklaşımına daima savaşla ve yağmayla karşılık verdi. O bütün yaşamı boyunca halkının geleceği ve refahı için çalıştı.

“Beyaz adam bize verdiği sözü tutmuyor. Beyaz adam avlarımızı vuruyor, postlarımızı gaspediyor, sığırları otlaklarımızı tüketiyor. Sizin güçlü ve büyük hükümetiniz bizim haklarımızı savunmuyor. Onlar sözlerini tutmadı. Toprağımızı işlemek için aracımız yok. Ürünümüzü hasat edecek malzeme bırakmadılar. Hayvanlarımız hala güçsüz ve hala yiyeceğimiz yok. Gelişmek için okula ihtiyacımız var. Hala çocuklarımızın okulu yok.
--Tekrar söylüyorum hükümet sözünü tutmuyor!—“
**

Büyük Şef ve Liderler


American Horse (Sioux)
Black Elk (Lakota)
Big Bear (Lakota)
Big Foot (Lakota)
Dull Knife (Cheyenne)
Fool Crow
Gall (Hunkpapa Sioux)
Little Wolf (Cheyenne)
Low Dog (Lakota)
Pontiac (Ottawa)
Pope (poh-pay) (Tewa Pueblo)
Quanah Parker (Commanche)
Rain-in-the-Face (Sioux)
Red Cloud (Lakota)
Red Jacket (Seneca)
Roman Nose (Cheyenne)
Santana (Kiowa)
Sequoyah (Cherokee)
Sitting Bull (Tatanka Iyotanka) Hunkpapa Sioux
Spotted Tail (Brule Sioux)
Standing Bear (Lakota)
Tamahay (Sioux)
Tecumseh (Shawnee)
Two Strike (Tashunkekokipapi) Sioux

-alıntı-derleme-


 
Son düzenleme:
Üst