KÜRT DİLİNİ TANIYALIM
Giriş
Kürtler, yerleşik olarak dört devletin (Türkiye, İran, Irak ve Suriye) sınırları içinde
yaşamaktadırlar. Söz konusu ülkelerin resmi dilleri ise Türkçe, Farsça ve Arapçadır.
Türkçe Ural-Altay, Arapça Sami, Farsça da Hint-Avrupa dil ailesindendir.
Bu dillerden yalnızca Farsça Kürtçe ile aynı dil grubunda yer almaktadır. Ancak ilginç
olan, yalnızca Arap ve Fars resmi otoritelerinin Kürtçenin varlığını ve kendi başına bir dil
olduğunu kabul etmeleridir. Öte yandan Türkiye Cumhuriyeti’nin mevcut yasaları ve
idarecileri (son dönemlerdeki konuyla ilgili olumlu tartışmaları ve anayasa değişikliği
amacıyla hazırlanan taslakları ayrı tutarsak) hâlâ Kürtçenin varlığını ve kendi başına ayrı bir
dil olduğunu kabullenememektedirler.
Bu anlayış özellikle Cumhuriyet’in kuruluş yıllarından sonra yaygınlaştı ve resmi görüş
haline geldi. Herkesçe biliniyor ki Cumhuriyet’ten önce Kürtler dilleri, kültürleri ve kavim
kimlikleriyle tanınıyor, biliniyordu. Örneğin Evliya Çelebi, Seyahatname’sinde, Kürtçeden
ve Kürtçenin lehçelerinden söz eder. Kürtçenin zengin ve kadim bir dil olduğunu; Farça,
İbranice ve “Derice”den ayrı olduğunu vurgular.
Şemsettin Sami Kamus’ül Alâm adlı eserinde, Ziya Gökalp de çeşitli makalele ve
demeçlerinin yanı sıra Kürt Aşiretleri Hakkında Sosyolojik Tetkikler adlı eserinde, Kürtçenin
diğer dillere benzemediğini ve bağımsız, zengin bir dil olduğunu söyler.
Ancak Cumhuriyet’in kuruluşundan sonra, özellikle de 1924 Anayasası’nın yürürlüğe
girmesinden sonra, Kürtlerin varlığı güvenceye alınmadı. Kürt dili, kimliği, kültürü yok
sayıldı. Oysa biliyoruz ki Osmanlı İmparatorluğu’nun ve Cumhuriyet’in birçok resmi
belgesinde “Kürt” ve “Kürdistan” ibaresi yer almaktadır.
Bütün Kürdologlar Kürtçenin bağımsız bir dil olduğunu, Arapça ve Türkçe ile bir
bağının olmadığını tespit etmişlerdir. Öte yandan Kürtler ve Farslar Ari kökenlidirler. Dilleri
aynı grup içinde yer alır, ama her biri bağımsız bir dildir.
Kürtler geçmiş dönemlerde kendi dilleriyle eğitim ve öğretim yapmışlardır.
Medreselerde matematik, mantık, gramer, fıkıh ve benzeri konularda eğitim ve öğretim,
Kürtçe ve Arapça yapılırdı. Ama öğretim birliği (tevhidi tedrisat) kanunuyla bu medreseler
kapatıldı ve yeni sistemde Kürtçe öğretim ve eğitime yer verilmedi.
Günümüzde nisbeten olumlu bir tartışma ortamı var. Eskisi kadar katı ve Kürtçe
öğretime peşinen reddiyeci şekilde yaklaşılmıyor. Statükocular artık Kürtçeyi yok
saymıyorlar; ama onu “geri”, “mahalli bir dil” olarak niteledikleri gibi, mevcut lehçe ve
şivelerin varlığının da eğitim-öğretim önünde bir engel olduğunu ileri sürüyorlar.
Giriş
Kürtler, yerleşik olarak dört devletin (Türkiye, İran, Irak ve Suriye) sınırları içinde
yaşamaktadırlar. Söz konusu ülkelerin resmi dilleri ise Türkçe, Farsça ve Arapçadır.
Türkçe Ural-Altay, Arapça Sami, Farsça da Hint-Avrupa dil ailesindendir.
Bu dillerden yalnızca Farsça Kürtçe ile aynı dil grubunda yer almaktadır. Ancak ilginç
olan, yalnızca Arap ve Fars resmi otoritelerinin Kürtçenin varlığını ve kendi başına bir dil
olduğunu kabul etmeleridir. Öte yandan Türkiye Cumhuriyeti’nin mevcut yasaları ve
idarecileri (son dönemlerdeki konuyla ilgili olumlu tartışmaları ve anayasa değişikliği
amacıyla hazırlanan taslakları ayrı tutarsak) hâlâ Kürtçenin varlığını ve kendi başına ayrı bir
dil olduğunu kabullenememektedirler.
Bu anlayış özellikle Cumhuriyet’in kuruluş yıllarından sonra yaygınlaştı ve resmi görüş
haline geldi. Herkesçe biliniyor ki Cumhuriyet’ten önce Kürtler dilleri, kültürleri ve kavim
kimlikleriyle tanınıyor, biliniyordu. Örneğin Evliya Çelebi, Seyahatname’sinde, Kürtçeden
ve Kürtçenin lehçelerinden söz eder. Kürtçenin zengin ve kadim bir dil olduğunu; Farça,
İbranice ve “Derice”den ayrı olduğunu vurgular.
Şemsettin Sami Kamus’ül Alâm adlı eserinde, Ziya Gökalp de çeşitli makalele ve
demeçlerinin yanı sıra Kürt Aşiretleri Hakkında Sosyolojik Tetkikler adlı eserinde, Kürtçenin
diğer dillere benzemediğini ve bağımsız, zengin bir dil olduğunu söyler.
Ancak Cumhuriyet’in kuruluşundan sonra, özellikle de 1924 Anayasası’nın yürürlüğe
girmesinden sonra, Kürtlerin varlığı güvenceye alınmadı. Kürt dili, kimliği, kültürü yok
sayıldı. Oysa biliyoruz ki Osmanlı İmparatorluğu’nun ve Cumhuriyet’in birçok resmi
belgesinde “Kürt” ve “Kürdistan” ibaresi yer almaktadır.
Bütün Kürdologlar Kürtçenin bağımsız bir dil olduğunu, Arapça ve Türkçe ile bir
bağının olmadığını tespit etmişlerdir. Öte yandan Kürtler ve Farslar Ari kökenlidirler. Dilleri
aynı grup içinde yer alır, ama her biri bağımsız bir dildir.
Kürtler geçmiş dönemlerde kendi dilleriyle eğitim ve öğretim yapmışlardır.
Medreselerde matematik, mantık, gramer, fıkıh ve benzeri konularda eğitim ve öğretim,
Kürtçe ve Arapça yapılırdı. Ama öğretim birliği (tevhidi tedrisat) kanunuyla bu medreseler
kapatıldı ve yeni sistemde Kürtçe öğretim ve eğitime yer verilmedi.
Günümüzde nisbeten olumlu bir tartışma ortamı var. Eskisi kadar katı ve Kürtçe
öğretime peşinen reddiyeci şekilde yaklaşılmıyor. Statükocular artık Kürtçeyi yok
saymıyorlar; ama onu “geri”, “mahalli bir dil” olarak niteledikleri gibi, mevcut lehçe ve
şivelerin varlığının da eğitim-öğretim önünde bir engel olduğunu ileri sürüyorlar.