Sakine Cansız’ın dilinden ilk mücadele yılları

#1
İki arkadaşıyla birlikte Fransa’nın başkenti Paris’te katledilen PKK kurucu kadrolarından Sakine Cansız yıllar önce ilk mücadele yıllarını anlatmıştı. Kürt hareketinin sembol isimlerinden biri olan Cansız, Kürdistan Devrimcileriyle nasıl tanıştığı, etkilendiği ve aktif bir militan olarak ilk dönemde nasıl devrimci faaliyetler içinde yer aldığını ayrıntılarıyla ifade ediyor.

“1958 Dersim’de doğdum. İlkokul biri köyden şehire giderek okudum. Daha sonra ilkokul, ortaokul ve liseyi Dersim’in içinde okudum. Aile yarı memur, yarı işçi kökenlidir. 8 kardeşiz. 3’ü kız, 5’i erkek.

70’lerde küçüktük fakat gelişen olaylar etkiliyordu. Deniz’lerin olayı genel olarak etkilemişti çok farkında olmasakta. Kızıldere olayları etkilemişti. Yine bu konuda yoğun bir baskı da vardı Dersim’de. Bu açıdan genel bir etkilenme vardı. Devrimciliğe genel bir sempati vardı. Devrimci önderlere, yiğit insanlara büyük bir sempati vardı. Tabii ilk böyle siyasal olarak etkilenme biraz soru işaretlerin uyandığı dönem 69 olayı idi. Pir Sultan Abdal olayı.

Pir Sultan’ı konu alan bir tiyatro sergileniyordu Dersim’de. Bu engellendi. Bunun üzerine çıkan olaylar vardı. Mehmet Kılan diye halktan biri öldürülmüştü. Tutuklanmalar vardı. Sıkıyönetim vardı. Bunlar genel olarak bir etki yarattı. Ama devrimci ve yurtseverlik anlamında henüz bir bilinç uyanmamıştı. Kürtlük bilinci yoktu. Genel bir devrimcilik genel solculuk, hatta bu etkilemeyle CHP solculuğu, Karaoğlan solculuğu genel olarak Dersim’de yaygındı. Bizde bunlardan etkilendik. Ama daha çok devrimci hareket etkilemişti.

KÜRDİSTAN DEVRİMCİLERİYLE İLK TANIŞMA

Böyle devrimci etkilenmeler, arayışların olduğu bir süreçte çok güzel bir tesadüftü. Arkadaşlar kaldığımız eve yakın bir evde kalıyorlardı. Hatta bahçenin içinde öğrenci odaları vardı. Kiralanmış evlerdi. Daha küçük yaştaki öğrenciler oturuyordu ama arkadaşlar gelip gidiyorlardı. Fuat ve Mazlum arkadaşlar vardı. Şahin Dönmez oradaydı. Yani bir anlamda o evler, o odalar arkadaşların yoğun olarak kullandığı bir, genel anlamıyla hücre evi deniliyordu. Arkadaşların en çok uğradığı, biraz da ordan yansıdığı bir alan oldu. Birey olarak benim ilgimi çok çekiyordu. Genelde diğer gruplar vardı, sol gruplar. İlgileniyorlardı da. Dergi, gazete veriyorlardı. Fakat bir türlü ikna olmuyordum. Yani sanki bir arayış var, aradığım bir şeyler var ve onları bulacağım hissi vardı hep. Genelde devrimcilere saygı, sempati ve ilgi vardı. Fakat öyle içine girmeye kendimi hazır bulmadım. Hep reddettim aslında. Kendim de çok anlam vermiyordum ama ikna olmuş değildim. Bu arkadaşların yaşam tarzları bizi etkilemişti. Hatta mahalledeki insanları bile etkilemişti. ‘Çok değişik insanlardı’ deniliyordu. Bir ciddiyet vardı ilişkilerinde, geliş gidişlerinde. Giyimlerinden tutalım bütün davranışlarına kadar. Bu arada ilişki kurdum. Kitap alışverişi oluyordu. Tabii o dönemde biçim olarak çok değişik havalardaydım. Yani ayrıksıydım. Özentilerim farklıydı. Bir tarafta devrimci etkilenme vardı, bir tarafta öyle bir yaşam görüntüsü. Çelişkiliydi. Arkadaşlar da fazla anlam veremiyordu. Hatta bazı arkadaşlar işte modayı takip ediyor. Devrimcilik modadır, kitap alışverişini öyle değerlendiriyorlardı. Evde de yoğun bir baskı var, engelleme vardı. Ama annemin ayrıldığı bir yıldı. Almanya’ya babamın yanına gitmişti. O süreçte daha yoğun ilişki içerisine girdik.

Mazlum arkadaşın o dönemde bir sözü oluyor. Bunu sonradan söylediler. ‘İlgilenin, iyi bir devrimci olur’ diyor. Yani arkadaşların yanıldığını söylüyor. O şekilde bir ilişki ve net olarak da bir arkadaşla tartıştık. Evimize geldi Kürdistan tarihini anlattı, düşüncelerimizi anlattı o zaman. Büyük bir ilgiyle dinlemiştik kardeşlerimle beraber. Geç saatlere kadar anlatılanları birbirimize anlatıyorduk. Genel devrimcilik duygularımız farklıydı ama anlatılanlar çok daha farklıydı. Kürt olduğumuzu, Kürdistanlı olduğumuzu öğrendik o anlatımlardan. Söylenen herşey bizim için önemliydi. Yani onu hemen yansıtmaya çalışıyorduk okuldaki tartışmalarımıza, arkadaş çevremize, mahalledeki arkadaşlarımıza, güvendiğimiz, daha uygun gördüğümüz insanlara hemem aktarmaya çalıştık.

ANKARA’YA GİDİŞ VE ABDULLAH ÖCALAN’LA TANIŞMA

Bu hareketin düşünceleri etkilemişti ve aileyle yoğun bir çelişki başladı. Biz devrimcilik yapmak istiyorduk, aile çeşitli şekillerde engelliyordu. Dersim’de böyle bir aile içerisinde devrimciliğin yapılamayacağını anladım. Belki de bizim kendi güçsüzlüğümüz. Yani aileyi ikna ederek biraz daha uygun koşullar yaratarak orada da belki çalışılabilinirdi ama bir kadın olarak o baskılara, o yaklaşımlara fazla güç getiremedim. Bir de bir inanç oluştu. Yani mutlaka bu hareketin içini girmek gerekiyor. Herşey buna adamak gerekiyor. Öyle bir etkilenme ve inanç vardı. Belki somut olarak çok bir şey yoktu. Fakat o düşünceler, o ciddi yaklaşım çekti. Bir anlamda aileyi de terkettim. O baskıları kabul etmedim. Devrimcilikte ısrar vardı. Öyle çıktım Ankara’ya gittim. Gizli oldu bu tabii.

Ankara’da Siyasal’da arkadaşların olduğunu biliyordum. En çok orda görebileceğimi, ilişki kurabileceğimi düşündüm. İkinci gün Siyasal’a öyle çıktım gittim. Kampüs’e giderken Akasya ağaçları vardı. Orada bir grup arkadaş oturuyordu. İlk anda seçemedim ama Erdoğanlardan Kıymet’in abisi vardı. O da beni tanıdı. Böyle bir anda kalktı yerinden ve bana doğru geldi. On metre gerisindeydik arkadaşların. Sordu, ‘Ne arıyorsun?’ ‘Ali Haydar Kaytan’ arkadaşı arıyorum, arkadaşları arıyorum dedim. ‘Hayırdır’ dedi. ‘Evden kaçtım geldim’ dedim. Sevindi tabii, kutladı beni. İlk defa öyle birşeyle karşılaşıyor. ‘Burda yok’ dedi ‘Dersime gitmiş’. ‘Arkadaşlar var’ dedi. Başkan oradaydı, gözlüklüydü oturuyorlardı. Bingöl’ü Yılmaz diye biri vardı sanırım. Kesire vardı orda. İlk defa Kesire’yi orda gördüm. ‘Bir dakika’ dedi gitti, Kesire geldi. Biz fazla o arkadaşlarla biraraya gelmedik. Uzaktan bir karşılaşma oldu. Kesire’yle biraz konuştuk, durumu anlattım. Yani Başkan’la ik uzak karşılaşma öyle oldu fakat daha sonra İzmir’e gidip döndüğümde Önderlikle karşılaştık. Yine Hukuk Fakültesi Kampüsü’nde biraraya gelmiştik. Önderlik tartışıyordu. Orda diğer sol gruplardan bazıları vardı. Kesire vardı yine. Mediha diye biri vardı o zaman. Başkanın tartışmalarını büyük bir dikkatle dinliyorduk. O süreçte bir iki kere karşılaştık. Ama tabii o karşılaşma büyük bir heyecan yarattı. Hep ilgiyle dinliyorduk. Ağzında çıkan her sözcüğü dikkatle dinliyorduk. Almaya çalışıyorduk. Fakat çok farklı bir tartışmamız, konuşmamız fazla olmadı. Diyebilirim ki Önderliği yakında görme, tartışma ilk Elazığ konuşmaları ve Bingöl’de Karasungurların evinde oldu. Birçok konuda Önderliğin tartışmaları, değerlendirmeleri ve soruları oldu. O zaman daha yakından gördüm.

KÜRDİSTAN’A GERİ DÖNÜŞ

75’de arkadaşlarla belirttiğim tarzda bir ilişkilenme vardı. 76’da ilişkiler eğitim çalışmaları temelinde sürdü. Eğitim çalışmaları yapıyorduk, arkadaşların belirttiği şekilde hareket etmeye çalışıyorduk ve Dersim’deydik. Hem okul hem eğitim çalışmaları biçimindeydi. Zaman zaman biraya gelme, toplantılara katılma, tartışma, yürüyüşlerde ortak hareket ediyorduk. 76’nın Ağustos ayında çıktım. Kopuş olmadı, Ankara’ya gittim. Orda farklı koşullar vardı, durmadım İzmir’e gittim. İzmir’de belli bir yakalanma süreci oldu. İşçi eylemlerine katıldım. Ankara’ya 77’nin başlarında döndüm. O zaman Önderlikle o belirttiğim karşılaşmalar oldu. Kesire ve diğer arkadaşlarla kaldık. Belli bir grupla eğitim çalışmaları yürüttük. O yıl içerisinde biz Kesire ile birlikte Kürdistan’a döndük. Elazığ’a birlikte dönmüştük. Artık o şekilde çalışmıştım artık. Yani ilk karşılaşmam 75 yılı oluyor.

Dersim’de belirttiğim gibi Fuat arkadaş ve Dursun Ali Küçük vardı, Ali Gürbüz ve Şahin vardı. O süreçte yine kadınlardan bir grup vardı. Kıymet, Seher onlar o dönemde vardı. Lisede öğretmen okulunda okuyan bir grup genç kız vardı. Yani birleşim olarak az değildi. Sorumluluk düzeyinde Fuat arkadaş vardı. Mazlum arkadaş da zaman zaman kaldı. Gelip gidiyorlardı. Elazığ’da 77’den sonra bir dönem Dilaver kalıyordu. Daha önceki yıl da Rıza arkadaş gelmişti. Cuma arkadaş vardı. Cuma arkadaş zaten daha sonra bölge genelinde kaldı ve bölgeden sorumluydu. O zaman Bingöl ve Malatya’da Elazığ’a bağlıydı. Süreç içerisinde Hamili arkadaş geldi. Sağır Metin vardı. Daha sonraki süreçte 78’lerde Bilge katılmıştı, KUK’tan ayrılan gruptu.

KÜRT SORUNUYLA İLGİLİ İLK KONUŞMA

Kamer Özkan’la çok yakın bir ilişki olmadı. O da Dersimliydi. İlk grup döneminde ilişki halindeydi. Kardeşi vardı. Zülfü Özkan. Sınıf arkadaşımdı. İlk dönemde genel olarak ideolojik etkilenmeyle katılanlar vardı. Süreç içerisinde örgütselliğe gelemediler. Bazıları koptu, bazıları karşı bir konum içerisine girdiler. Şahin o belirttiğim evlere gidip geliyordu. Öyle bir tanışma oldu. Daha sonra toplantılar, zaman zaman seminerlere katılıyordu. Fakat en belirgin olarak tanıdığım ve bende iz bıraktığı, olumsuz bir tepki uyandırdığı dönem, İzmir’deyken gelmişti. İzmir’de geldiği süreçte İnciraltı’nda bir toplantı olmuştu. DEV-GENÇ, değişik sol gruplar Sovyetler’i tartışıyorlardı. Bir kısım Modern Revizyonizm diyordu diğer bir kısım ise Sosyal Emperyalizm diyordu. Çok geniş bir katılım vardı. Öğrenciler vardı, Kürt gençleri vardı. Bu hareketler içerisinde çoğunluğu zaten Kürdistanlı gençlikti. Çok önemli bir zemindi. Bunun yanında geri planda Kürt sorunu tartışılıyordu. Ulusların kendi kaderini tayin etme hakkı ne anlama geliyor? O temelde kısa bir tartışma olmuştu. Bu vesileyle bizim düşüncelerimizin aktarılması gerekiyordu. Biraz Apoculuk, Kürdistan devrimciliği oydu. Öğrenilen herşeyi, ideolojik düzeydeki her tahlili yansıtma. Bu büyük önem taşıyordu. Yeni bir bakış açısıdır. Hem dünyaya hem Kürdistan’a hem Türkiye’ye. Düşünce, söz önemliydi. Çünkü o pratiğe dönüştürülüyordu. Hemen örgütlülüğe ve ilişkiyi dönüştürülüyordu. Orada da konulacak düşünce bir ilişki zemini yaratacaktı. Kalkıp, konuşmadı. Bir kaç kez bakışlarımla konuşmasını bekledim mi hissettirmeye çalıştım. Heyecanla bekliyordum. Konuşmadı ve ben müdahale ettim. Dedim ki ‘kalkın konuşun, tam zamanıdır, fırsattır’. ‘Gerek yok’ dedi çok umursamaz bir şekilde. O anda çok etkilendim. Oysa Kürdistan devrimcilerin öncü kadroları öyle değil. Mazlum arkadaş öyle değildi. Her fırsatta bir grup insanı gördüğünde mutlaka tartışırdı. Mutlaka o zamanı değerlendirirdi. Önderlik bir kişiyi bulduğunda konuşurdu. Biz onu gördük. Bir kişiye ulaşmak, düşünceleri aktarmak bu kadronun özelliğiydi. Kürdistan devrimcisi olmanın en belirgin özelliğiydi. Fakat onun hiç konuşmaması beni etkiledi. Ona aldırmadan kalktım, kendim konuştum. Sinirliydim de, ona öfkelenmiştim. Sovyetleri değerlendirmenin önemli olduğunu ama bundan daha önemli bir sorunun Kürt sorunu olduğunu, enternasyonalist yaklaşımında, devrimci olmanında en önemli yanı bu sorunu doğru ele almak olduğunu belirttim. Çok hazırlıklı değildim ama bir şeyler anlatmaya çalıştım. Herkes dinledi. Biraz onlar da şaşırdılar. Öfkeli konuştum, kızdım. Hem Şahin’e hem de onlara kızıyordum. Sorunu tali planda ele almaları, es geçmeleri... Tartışma oldu ondan sonra. Bu sorunun gerçek sahiplerinin Kürdistan devrimcileri olduğunu da belirttim. Tabii Kürdistan devrimcileri, bunlar kimdir, bu konuda çok fazla duyulmamıştı. Belki bunun da yarattığı bir şaşkınlıktı. Şahin’in orda konuşmaması etki yaratmıştı. Bir iç güvensizlik, bir iç tepki hatta bir kuşku uyandırdı. Bunu çok fazla hissetirmemeye çalışıyordum. Daha sonra Kongre süreçinde, Kongre’den dönüş sırasında ben Cuma arkadaşa düşüncelerimi aktarmıştım. Çünkü buna benzer bir durum daha gerçekleşmişti. Önemli bir notu birilerine teslim etmişti ve dikkatli olmalarını söylememişti. Açıp okumuşlardı. Bizim ilk grup dönemindeki bir toplantının notlarıydı. Şifreli ilişkiler vardı. Arkadaşların isimleri kodlanmıştı. İkinci olarak da öyle bir olayda Şahin’e karşı düşüncelerimde farklılık oldu. Yani kişi olarak etki yaratmadı bende. Çevrede de öyleydi aslında. Diğer arkadaşların yarattığı etki farklıydı. Ama Şahin’in öyle bir etkisi olmuyordu. Tabii Kongre’de biraz daha belirginleşti onun tavrı. O güvensizliği derinleştirdi diyebilirim.

İDEOLOJİK MÜCADELEDE BİR MİLİTAN

Baştan beri ideolojik mücadele vardı. 12 Mart 1975’de 12 Mart’ı protesto etmek için Dersim de bir miting olmuştu. Herkes katılmıştı. Bir grup da bizdik. Öğretmen okullunda okuyan arkadaşlar vardı. Öğretmen okulu bizim açımızdan önemli bir sahaydı. Kürdistan’nın bir çok yerinden oraya gelen arkadaşlar vardı. O dönemde attığımız sloganlar vardı.

İdeolojik saldırı baştan beri vardı. İnkarcılık, sosyal şoven etkiler, dar milliyetçi, ilkel milliyetçi yaklaşımlar vardı. İdeolojik olarak ilk çıkış bunlara karşı mücadele ile oldu. Bu mücadele tartışmalara, okul ve mahalle ilişkilerine yansıyordu. Bu olay da öyle bir tartışma sırasında oluyor. Ben o dönemde İzmir’de Buca cezaevindeydim. Arkadaşlar ziyarete geldiklerinde belirtmemişlerdi. Cezaevinden çıktığımda hem Aydın Gül arkadaşın hem de Haki Karer arkadaşın şahadetini öğrendim. Tabii bu bizim bulunduğumuz alanlarda, metropollerde Türk soluna karşı yaklaşımımızı etkiledi. Eleştirilerimizi daha çok yoğun geliştirdik. İdeolojik mücadeleyi daha çok keskin verme gereğini duyduk. Enternasyonalist görevden bahsediliyordu, Kürt halkıyla kardeşlikten bahsediliyordu ama öten yandan arkaşlarımız katlediliyordu. Bu büyük bir öfke yarattı. Bu hem kendimizi ideolojik olarak korumayı hem fiziksel olarak korumayı gündeme getirdi.

İlk konuşma Elazığ’da oldu. Elazığ’da o zaman DEV-GENÇ ve biz vardık. Biz hızla gelişiyorduk. O hareketleri ve tabanını etkilemişti. Önderlik o zaman geldi. Çok kişi bilmiyordu Önderlik gelecek, böyle bir toplantı yapacak. Güvenlik açısından dikkat ediliyordu. Hatta arkadaşlar içerisinde çok az kişi biliyordu. Keban’a bağlı Birvan köyü’ne gidildi. Sanırım 15 Şubat tatiliydi. Okulda yapıldı. Büyük bir sınıftı, doluydu. Hem DEV-GENÇ tabanından gelenler vardı hem de bizim arkadaşlarımız vardı. Onlardan sanırım Bülent Aydın diye biri katılmıştı. Tabii o bir yığın kitap ve dergiyle gelmişti. Masanın üzeri doluydu. Önderliğin önünde beyaz bir kağıt vardı. Önderlik konuşmayı açtı. İnsanlık tarihinden başladı. Çok geniş açtı. Çok sistemli ama çok sakin bir konuşmaydı. Kürt sorununu ve çözüm yollarını ortaya koydu. Konuşurken gözlüklüydü. Bir karşıya bakıyordu bir de beyaz kağıda bakıyordu. Herkes onun bir şeyler okuduğunu, birşeylere baktığını sanıyordu ama bembeyaz bir kağıt vardı. Kendisi konuştuktan sonra DEV-GENǒli arkadaş konuşmuştu. Tabii o daha çok kitaplardan örnekler veriyordu. Lenin’den, klasiklerden, dergilerden pasajlar okuyordu. O dönemde yeni sömürge olarak değerlendiriliyordu Kürdistan. Tabii o tahlinin içine oturtulmaya çalışılıyordu Kürdistan. Önderlik ikinci kez değerlendirme yapmıştı. Hem o değerlendirmeleri de değerlendirerek, hem biraz daha bazı konulara yeniden açıklık getirerek. Sakin, çok yapıcı, çok etkileyici bir biçimde değerlendiriyordu. Herkes dikkatle dinliyordu. Gece geç saatlere kadar bu toplantı sürmüştü. Kapsamlı bir değerlendirme ortaya çıkmıştı. Eleştiriler de vardı tabii. Kürt sorununu inkar, Kürdistan’a yaklaşımındaki yanlış tahliller, yanlış değerlendirmeler, çağa yönelik değerlendirmeler, Türkiye’deki rejim ve siteme yönelik değerlendirmeler, genel olarak devlet, Sosyalizm konularında ciddi eleştiriler geliştirdi Önderlik. Onlara açıklık getirdi. Çok olumlu bir havada toplantı bitirildi. Arkadaşlar fazla yansıtmasa da toplantının sonlarında bir gerginlik yaşandı. Toplantı da epey uzamıştı. Güvenlik açısından erken bitirilmesi gerekiyordu.

ABDULLAH ÖCALAN’IN ELAZIĞ TOPLANTISI

Tekrar Elazığ’a döndük. Elazığ’a döndük ama bizim Önderliği koruyacağımız öyle çok sağlam bir evimiz yoktu. Kaldığımız komün evleri fazla elverişli değildi. O açıdan rahat değildik. Daha önce ayarlanmış bir ev vardı. Birvan köyünden Ali Dursun diye biri vardı. O sonradan bıraktı, eşi öğretmendi. Ailece bir evde kalıyorlardı. İki katlı bir evdi. Alt katta kendileri, üst katta ailesi kalıyordu. Biraz uygundu, böyle basıktı, yol üstüydü. Tabii o dönemde bize göre en uygun yerdi. Başka bir tercih ve alternatifimiz yoktu. Önderlik alt katta, diğer herkes üstteydi. Biz, Rıza ve Aytekin Tuğluk arkadaşların kaldığı bir eve gitmemiz gerekiyordu. Ben ve Sağır Metin, ki sonradan ayrıldı, hem tedirginiz Önderliği nasıl yalnız bırakacağız diye hem de gitmek zorundaydık. Bir tabanca vardı, çıkardık. Önderliğin yanına indirdik. “Biz gidip, geleceğiz” dedik. İki kapısı vardı evin. Biri arka tarafta bahçeye açılıyor. Güvenlik açısından uygundur diyoruz. Kendimizi rahatlatıyorduk aslında. Bir de caddeye açılan bir kapı var. Bir çıktık gittik ama biraz da oyalandık. Çok çabuk gelmedik. Rıza ve diğer arkadaşlarla konuşuyorduk. Oyalandık yani. Biz çıktıktan sonra polis evi basıyor. Üst katta çıkıyor. Ayak seslerinde Önderlik polisinin olduğunu düşünüyor ve ışığı kapatıyor. Tabancayı alıyor eline ve bekliyor. Polisler içeriye giriyor üst kattan. Ali Dursun’nun eşi, ki

tip olarak çekici bir kadındı, rahattı ve durumun farkındaydı. Polislere, ‘buyrun, içeri gelin’ dedi. Polisler, Önderliğin orda olduğuna dair kesin bilgi alınıyor. Ayakkabılara bakıyor. Ayakkabılar fazla ama içeriye girdiğinde ev halkıyla karşılaşıyor. ‘Alta kim oturuyor’ diyor Polis. ‘Biz oturuyoruz. Burası kaynımgillin evi, altta da biz oturuyoruz. Buyrun gidelim’ diyor Ali Dursun’un eşi. Öyle deyince Polisler, ‘kusura bakmayın’ deyip gidiyor. Ancak Polis rahat değil. ‘Kesin ordadır’ diyor. Biz geldiğimizde tabi ki polisler ayrılmıştı evden. Başkan güldü ama eleştirdi. ‘Siz böyle mi çabuk gelecektiniz. Böyle mi güvenliğimi sağlıyorsunuz. Polisler geldi’ dedi. O anda kaynar sular tepemden dökülmüş gibi olmuştum. Çıkmak gerekiyordu. O durumda Önderliği orda tutmak doğru değildi. Telaşlı ve panik içindeydik, Önderliği hangi eve götürelim diye. O mahallenin hizasında Keban köylülerinden Mişelili bir aile vardı. Onların kızlarıyla ilişkilerimiz vardı. O eve gittik, ricah ettik, bizim önemli bir misafirimiz var dedik. Arkadaş olduğunu biliyorlardı. Ama kim olduğunu tahmin etmiyorlardı. Evde yaşlı bir neneleri vardı, genç kızlar vardı, anneleri ve babaları yoktu. O eve götürdük Önderliği. Önderlik bazen böyle arada hatırlatıyordu bize ‘Burası da iyi midir. Buraya da gelmesinler’ diyordu. Önemliydi tabi ki. Önderlik o zaman alana gelmişti ve duyulmuştu. Önderliği korumak önemliydi ama Önderlik bizi koruyordu. Önderliği korumasını bilmiyorduk. Farklı olanaklar yaratamıyorduk.

KEMAL PİR VE HAKİ KARER’LE OLAN İLİŞKİ

Haki Karer ve Kemal Pir arkadaşların Türkiyeli olduğunu bildiğimiz için yaklaşımlarımız çok farklıydı. Büyük bir saygı ve sempati duyuyorduk. Böyle bir harekete baştan beri katılmaları, öncülük etmeleri, Önderliğin en üst düzeyde yoldaşları olmaları hepimizi çok etkilemişti. Bizim Önderliğe yaklaşımlarımız farklıydı. Önderliğin yarattığı etki ve güç tabiki farklıydı. Ama bu arkadaşların da çok özgün bir yeri vardı bizim yanımızda. Tartışmalarda hep örnek veriyorduk. Bu arkadaşların hareket içerisinde olmaları, öncü kadro olmalarını her konuşmamızda belirtiyorduk. Bize farklı yaklaşan gruplar vardı. Sosyal şoven ve inkarcı gruplar bizi herşeyle suçluyorlardı. Milliyetçilikle de suçluyorlardı. En çok ilkel-milliyetçilikle mücadele eden bizdik. O temelde aslında geliştik. Bu kadar net bir ideoloji yaklaşımımz vardı ama belli suçlamalar hep oldu. Bu açıdan arkadaşları hep örnek veriyorduk. Haki arkadaşın şahadeti zor oldu. Sterka Sor adlı bir ajan-provokatör örgütü tarafından gerçekleştirilmesi bize çok daha ağır gelmişti. Bütün arkadaşlarda etki yaratmıştı. Ve ben kendim de ilk afişlerini gördüğümde ağlamıştım. Afişlerin sözleri çok önemliydi tabiki. Sloganlar vardı, çok çarpıcıydı. Gelip Kampüs’te o afişler gören herkesi etkiliyordu, düşündürüyordu. Tabii biz o zaman İzmir’deydik ama genel olarak bütün arkadaşlarda devrimci intikam alma, bunu karşılıksız bırakmama, bu konuda bu katliamı ve şahadeti geliştiren ajan-provokatör güçlere karşı mücadelede kararlılık var. Önderliğin yaklaşımı çok farklıydı. Örgüt yaratmayı esas alıyor. Ama düşmanın bu yönelimini gözardı etmeden, bunu çözerek ve değerlendirerek, bunun ne anlama geldiğini ortaya koyarak, kavratmaya çalışarak yapıyordu. Daha sabırlı, soğukkanlı, bilimsel ve uzun vadeli bir yaklaşım var. Bizdeki yaklaşım ise daha duygusal ve doğal bir tepkiydi. Haki arkadaşın seçilmesi çok önemliydi. Haki arkadaş hem Kürt halkı için hem de Türk halkı için önemliydi. İki halkın mücadelesini birleştiren, istemlerini, özlemlerini birleştiren bir temsil gücü vardı. Bu açıdan o temsile yönelme, Önderliğin en yakın yoldaşlığına yönelme bir tehlike olarak algılanıyordu. Ve buna karşı daha ciddi mücadele etmeyi getirdi. Önderliğin yaklaşımı belirleyici oldu ve Kürdistan’da örgüt yaratıldı.

SALDIRILARA KARŞI DİRENİŞ

Hareketimiz kısa bir sürede politik bir güç haline geldi. 75, 76, 77’ye doğru gençlik hareketini aştı. İlk dönemde daha çok öğrenci gençlik üzerinde etki yapmıştı. Girdiğimiz bütün alanlarda, okullarda nitelikli ve militan gençlik etkilenmişti. Okulların çehresi ve anlamı değişti. Bahsettiğim öğretmen okulu vardı. Öğretmen okulunda daha önce hem faşistler vardı hem de Türk solunun etkin olduğu bir okuldu. Fakat kısa sürede faşistler terketti, bir mücadele gelişti. Bu tür odaklar engelliyordu. Onun dışında sosyal şoven gruplar vardı. Yani inkarcı yaklaşıyorlardı. Her adımda karşımızda onlar vardı. Engelleniyorduk. Propaganda, ajitasyondu, düşünceleri yayma mücadelesiydi. İdeolojik mücadele veriyorduk, farklı bir mücadele yoktu. Ama bunun karşısında bir engel vardı. Sürekli inkarcılık dayatılıyordu. Bizim kendimizi ifade etmemiz, yansıtmamız engelleniyordu. Bu engelleme doğal olarak ideolojik bir çatışmayı yaratıyordu. Aydın Gül arkadaşın vurulmasında sonra şiddet gündeme geldi. Bunu biz yaratmadık, bu bize dayatıldı aslında. Biz buna karşın ideolojik-politik mücadele ve devrimci şiddeti esas alıyorduk. Kendimizi korumak amacıyla. Aslında meşru savunma bu hareketin baştan beri esas aldığı bir mücadele yönetimiydi. Hemen hemen sol grupların birçoğu da bizimle bu yönlü, ideolojik çatışmaya, hem giderek şiddeti içeren çatışmalara, saldırılara girdi. Kürt ilkel-milliyetçi gruplar vardı. Bunların da yaklaşımıydı. Bunlar içinde en belirgin olarak KUK öne çıktı. Daha çok Mardin yöresinde KUK’un yoğun saldırıları oldu. Bizimle ilişkide olan yursever kesimlere yöneldiler. İlk kurşunu bize sıktılar aslında. Bunlar belgelidir. Diğer tarafta Hilvan-Siverek ve Batman’da Bucaklar, Süleymancılar ve Raman aşiretleri vardı. Kürdistan’daki gerici feodal-aşiretçi yapının saldırıları vardı. Çünkü mücadelemiz kitleyi bilinçlendiriyordu. Her kesimi sarstı aslında. Her kesimin çıkarına dokundu. Bizim bir bütün olarak sistemi eleştiren bir ideolojimiz vardı. Sistemin oluşturduğu bütün yapıya yönelik bir eleştiriyle çıktık hareket olarak. O açıdan hepsi de karşımızdaydı aslında. Elazığ ve Bingöl’de faşist odaklar vardı. Kürt ilkel-milliyetçi gruplar dışında onların saldırıları vardı. Ona karşı bizim mücadelemiz vardı. Sterka Sor, ajan-provokatör bir örgüt olarak Partimiz tarafında deşifre olunca Tekoşin adı altında örgütlendiler. Bazı yönlendirici kadroları Dersim’dendi. Tekoşin’de kısa süre de Kürtlükle bir ilgisi olmadığını, Kürdistan halkının davasıyla bir ilgisi olmadığını, tamamen bize karşı örgütlendirilmiş bir saldırı grubu olduğu açığa çıktı. Çünkü saldırıyla başladılar. Hem ideolojik hem de fiziki olarak saldırıyla başladılar. Arkalarında devletin kurumları vardı. Bu çok netti. Çoğu zaman polisle birlikte bize saldırılıyordu. Bunlar böyle açık yönelimlerdi. Tabii bu konuda bizim hem feodalcı-aşiretçi yapıya karşı, hem sosyal şoven ilkel-milliyetçiliğe karşı mücadelemiz gündeme geldi. Her yerde bu konuda bizim de etkin bir mücadelemiz vardı. Topyekün saldırıyı karşı bizim hareket olarak kendi varlığımızı koruma gibi bir sorunumuz vardı. Bunun yöntemlerini de yoğun olarak tartışıyorduk. Önderlik bu konuda kitleyi ve halkı esas alan bir mücadele tarzını hep önümüze koydu.

FAŞİSTLERİN ETKİSİ KIRILIYOR

Elazığ’da faşist odaklara karşı mücadele, faşistler içindeki kesimleri de etkilemişti. Bunlar MHP’nin örgütlediği Kürtlerdi. Bizim mücadelemizle birlikte bunlar da etkilenmişti. Yani bunların içinde de bir kopuş oldu. 70’in üzerinde bir grup kopmuştu. Hatta Türkeş’in katıldığı bir Kongre vardı. O Kongre içinde de bir tavır ve tutum takınılıyordu. Bu her kesimi etkiliyordu. Türk solundan katılanlar oldu bize. Bir de KUK’tan bir grup gelmişti. Merkez düzeyinde de kopuşlar olmuştu. Çözülüş vardı. Önceki yapılar çözülüyordu. Bu çözülüş bizim mücadelemizle birlikte oluyordu. Bu konuda bunun sonuçlarını değerlendirmek önemliydi.

78’de Program taslağı dağıtıldı. O zaman biz Elazığ’daydık. Program taslağını okuyup, yoğunlaşmamız gerekiyordu, o belirtildi. Bunun farklı bir çalışmaya bizi götüreceğini tahmin ediyorduk. Çok geniş bir arkadaş yapısına yansıtılmadı. Belli bir grup arkadaş taslağı okuyordu. Tabii bunun yanında diğer ülkelerdeki Partilerin ve devrimlerin tarihi inceleniyordu. Rusya’daki Ekim Devrimi, Bolşevik Parti Tarihi, Rusya Sosyal Demokrat İşçi Partisi Tarihi, Vietnam İşçi Partisi Tarihi ve Afrika’da devrimlerini gerçekleştirmiş ülkelerin tarihleriyle ilgili kitaplar da ek olarak okunuyor ve inceleniyordu. Nasıl bir Parti? Ordaki Partiler nasıl kurulmuş? Bunların tartışması ve yoğunlaşması vardı. Biz bu yoğunlaşmayı Elazığ’da bir grup arkadaş ile yapabildik. Onun sonrasında Kongre’ye gidildi.

Elazığ komitesi içerisinde Cuma arkadaş ve Hüseyin Topgider vardı. Meral Kıdır vardı.

78’e gelindiğinde Dersim’de önemli bir potansiyel ortaya çıkmıştı. Hareket genişlemişti, kitleselleşmişti. Hemen hemen bütün okullarla, gençliğin bulunduğu alanlarla, halkla ve esnafla ilişkiler geliştirilmişti. Daha önce diğer sol grupların belli ilişki alan ve merkezleri vardı. Hatta Alevi kesimlerini kapsayan çalışmalar vardı. Her kesime ulaşıldı. Antep’te önemli bir potansiyel vardı. Yine Hilvan-Siverek’te kitlesel bir potansiyelimiz gelişiyordu. Bingöl’de önemli bir kadro potansiyeli vardı. Denilebilinir ki 77’yle birlikte bir kabarış oldu. 78’de de kitlesellik daha çok gelişmişti. Sorun daha çok güvenlik sorunuydu. Ben o tartışmaları bilemiyorum ama delege seçimi ve sayısı arkadaşlar tarafından belirlenmişti. Aslında eğer güvenlik sorunu olmasaydı çok sayıda arkadaş katılabilirdi. O açıdan bölgeleri temsil eden bazı arkadaşlar gelmişti. 23 veya 24 kişilik bir gruptuk. Elazığ’dan Cuma arkadaş, Hüseyin Topgider ve ben delege olarak gittik. Tabii büyük bir heyecan vardı. Hareket neyi emrediyorsa onu yapma istemi vardı. Kadro şekillenmesi ve göreve yaklaşması böyleydi. Ne dense o yapılıyordu. Ona ruhen hazırlık vardı. Kürdistan devrimciliğinde, devrimcilerinde işe hazır olmama yoktu. Belki kişilikler ayrıldı, kopanlar ve göğeslemeyenler oldu, bunlar ayrı ama bu işe karar vermiş yürüyen arkadaşlarda gerçekten genel bir karakterdi. Önderliğin yarattığı bir karekterdi. Hiç kimse ben hazır değilim, acaba nereye gidiyorum, yapabilecekmiyim böyle çok değişik kaygılara gidilmiyordu.

KONGRE’YE GİDİŞ

Otobüsle gitmiştik. Maden’de inmiştik, bir mola verilmişti. Gittiğimiz yere bizi bir arakadaş bekliyordu. Ben ve Cuma arkadaş Başkan’ın kaldığı eve gittik. Günaydın apartmanıdır. Oraya gittiğimizde Başkan yerde oturuyordu. Önünde bazı kitaplar var. Oturduktan bir süre sonra Kesire iç kısımdan geldi. Bir yıl yakın görüşmemiştik. Onu gördüğümde karşılamak istedim fakat o soğuk hoşgeldiniz demekle yetindi, oturdu. Ben o zaman Önderlik bizimle konuşuyor, rahatsız etmek istemiyor olarak yorumladım. Tabiki bu iç etkilenme olarak kaldı. İşte niye öyle soğuk karşıladı bizi. Çünkü genelde Kesire’nin karekterine, kişilik yapısına yönelik değerlendirmelerde hep soğukktur deniliyordu.

Önderlik tartışıyordu. Hazırlıklarımızı, yoğunlaşmamızı ve Program taslağını okudunuz mu diye soruyordu. Yemek yendikten sonra yola koyulduk. Kesire, Ben, Başkan ve Cuma arkadaş taksiyle gittik. Karanlık olmuştu. Cuma arkadaş şöför muavine oturdu. Önderlik, Kesire ve Ben arka koltuğa oturduk. Önderlik yol boyunca, yanılmıyorsam şöför Zoğurlu ailesinden biriydi, Seyfettin arkadaş olabilir gördüğü köyleri soruyordu. Fakat Kesire hiç konuşmuyordu. Cuma arkadaş arada cevap veriyordu. Bu şekilde gittik biz Fis köyüne. Fis köyünde gittiğimiz ev dört yol ağızındaydı. Gittiğimizde bazı arkadaşlar gelmişti. Biz gittikten sonra arkadaşlar gelmeye başladı. O gece başlamadık toplantıya. Arkadaşların gelmesi beklendi toplantıya. Ev taştan örülü bir evdi. Bir salonu ve iki odası vardı. Hem sıvası hem yapısı yeniydi. Misafir odasında sedirler vardı. Arkadaşlar geldikten sonra sabah direk Kongre’ye resmi olarak başlandı.

Tabii gelen bütün delege arkadaşları tanımıyorduk o zaman. Başkan, Hayri, Mazlum, Abbas, Fuat ve Davut arkadaşlar vardı. Resul Altınok, Mehmet Turan, Mehmet Şener, Ferzende Tahaç, Baki, Ali Gündüz vardı. Karasungur arkadaş gelememişti. Bayan arkadaşlardan sadece ben ve Fatma’ydık.

Başkan, divanı Hayri arkadaşın yönetmesini istedi. Açılış konuşmasını Önderlik yaptı. Hareketimizin amacı ve hedefleri konusunda bir değerlendirme yaptı. Böyle bir çalışma ve üst örgütlülük ihtiyacının nerden doğduğunu ortaya koydu. Değerlendirmeden sonra programn taslağı okundu ve onun üzerinde değerlendirmeler yapıldı. Bazı konularda Mazlum, Hayri ve diğer arkadaşlar düşüncelerini belirttiler. Tüzük ele alındı. Herşey dikkatle okunuyor ve izleniyordu. Büyük bir olgunluk ve sorumluluk vardı. O havayı insan tenefüs edebiliyordu. O ağırlığı insan hissedebiliyordu. Her anı, her dakikası, her tartışması sanki yükün daha da ağırlaştığını. Bu devrimin büyüklüğünü, bu devrimin öyle kolay olmayacağını, bu devrimin sabırla, dikkatle yürütülmesi gerektiği hissini insanda uyandırıyordu. Tabiki gündem her alanda gelen delege arkadaşların bölgedeki çalışmayı aktarmalarıyla geçti. (...) Alanlar değerlendirilirken ne kadar cevap olundu, ne kadar görevler yerine getirildi, ortaya çıkan sorunlar nelerdir konuları tartışılırken, bazı arkadaşlarda bir eziklik de vardı. Özellikle Antep ve Dersim’de bazı sorunlar ortaya çıkmıştı. Ajan-provokatör örgütlerin bazı öğelere el atması sonucu bizim anlayışımıza ve ilişkimize ters yaklaşımlar ortaya çıkmıştı. (...) Baştan beri hareketimizin özeleştirisel bir yaklaşımı vardı. Yine her mücadele alanı ve bölgede engel olan öğeler ve unsurlar nelerdir, mevcut engelleyici yapılar kimlerdir, nelerdir, bunların tanımlanması, bunların ele alınması, buna karşı mücadele değerlendiriliyordu. Yine kadronun yaklaşımı ele alınıyordu. Kadro’nun konumu, geldiği düzey, sorunlara ve görevlere yaklaşımı ele alınıyordu. Bu değerlendirmelerde Önderlik her konuşmasından sonra Şahin mutlaka söz alıyordu. Yani en çok konuşan Şahin oluyordu. Fakat çok demagogca bir konuşma. Yani Önderlik, diğer arkadaşların sorunları ele alış tarzındaki mütevaziliğe, sorumluca yaklaşıma, tam sorunu kavratma çabasına, hatta tanımlarken bile herşeye dikkat ediyordu. Şahin’in bütün konuşması ise hepimizde rahatsızlık yaratıyordu. O konuşurken bile Önderlik ondan çok sonuç çıkarıyordu. Biz farklı bakıyorduk. Dar, duygusal ve tepkisel ele alış vardı. Önderlik, sanki ‘konuşsun daha iyi açığa çıkıyor’ der gibiydi. Önderliğin o yaklaşımı bize yön veriyordu. Yarışıyordu Başkan’la. Diyelim gerekli olur insan konuşur ama onun ki gerekli olduğu için değildi. Bir şeylerin peşindeydi aslında. Kariyeristçe demek biraz basit gibi geliyor. Onunkisi bir alternatif çaba gibiydi. Saygılı bir yaklaşım değildi, ortak bir ruhu yansıtan bir yaklaşım değildi. Bu tabii Merkez seçimi için aday önerilerini gündeme geldiğinde de yansıdı. Bir çok arkadaş kendisini uygun bulmadığını, layık olmadığını belirtti. Toplantıda Mazlum, Hayri ve Cuma arkadaşlar önerildi. Şahin kendisini önerdi. Tabii Şahin’in bu yaklaşımı farklı bir hava yarattı. Önderlik, ‘olabilir’ dedi. En son Başkan, Karasungur arkadaş ve Şahin’in ismi kaldı. Fakat farklı bir toplantıda merkezin daha da genişleteceği belirtildi. Daha sonraki Nisan toplantısında Merkez belirleniyor, genişliyor. Biz o toplantıya katılmadık. Partinin ismi konusunda çok fazla tartışılmadı fakat bazı öneriler gündeme geldi. Komünist Partisi olabilir mi denildi. Vietnam devrimi baştan beri bizim mücadelemizi etkileyen bir öneme sahipti. Yakınlık duyuyorduk. Genel olarak diğer devrimlere de büyük saygı vardı ama Vietnam devrimi’nin özel bir yeri vardı. O konuda isim Kürdistan İşçi Partisi olarak belirlendi.

Kapanış konuşmasında Önderlik Kongre’nin sonuçlarını değerlendirdi. İki gün sürdü. Kongre bittikten sonra herkes kendi alanına döndü.

Kesire, Kongre boyunca hiç konuşmadı. Sadece aralarda bazı arkadaşlarla konuşuyordu. Eve döndüğümüzde bir divan vardı. Kendisi yerde yattı, ben divan da yattım. ‘Orda yat’ dedi ısrar ederek. Garip bir hali vardı. Rahatsızdı, durgundu. ‘Bir şey mi var. Düşüncelisiniz, uyumuyorsunuz’ dedim. ‘Yok bir şey’ dedi. Bende o zamanda yine kafamda bir soru işareti uyanmıştı. Niye konuşmadı, niye katılmadı, Önderlikle de konuşmuyor bizimle de konuşmuyor fazla. Anlam veremedim tabii.

EYLEMLERLE PKK İLAN EDİLİYOR

Ertesi gün tekrar Elazığ’a döndük. Kongre’den dönmüştük. Onun hem heyecanı vardı, hem yüklediği görevler ve sorumluluklar vardı. Çok yaymadık böyle bir Kongre’nin olduğunu, gizli tutuldu. Beraber çalıştığımız arkadaşlar, belli bir kadro gücü biliyordu. Kongre’den sonra komitelerde bir canlılık yaşandı. Örgütlenmede yukarıdan aşağıya kadar daha kapsamlı bir örgütlülüğü esas aldık. Kongre’den güç almıştık fakat şematik kaldık. Eylemlilik ve yoğun bir çalışma başladı. Hazırlıklar Newroz’da kendisini gösterdi. Zaten Maraş katliamına cevap özellikle Elazığ yöresinde verildi. Aynı günde tam 10-11 yerde üst üste eylemlilikler gelişti. Çünkü Maraş katliamına özellikle Elazığ’dan çok faşitler katılmıştı. Ayrıca hazırlıklar vardı. İkinci, üçüncü Maraşlar yaratılmak isteniyordu. Sivas’ta, Elazığ’da, Bingöl’de Alevi-Sünni çelişkisini yaratarak yeni Maraşlar yaratma planları vardı. Onlar harekete geçmeden biz harekete geçtik.

(...) Devrimci şiddet de gündeme geldi. Çünkü genel olarak halkımıza ve hareketimize karşı bir saldırı vardı. Bu konuda tedbir almak gerekiyordu. Bu yönlü böyle fedakarlık vardı. Ama onu örgütlü güce ve tarzına dönüştürmede ciddi bir toyluk vardı. Devletin fiili olarak yönelimi giderek gündeme geliyordu. O konuda bir uyarı vardı. Her kadro kendi çalışma alanında neye dikkat etmelidir. Nasıl kendisini, çalışmayı koruyabilmeli, bunlar tartışılıyordu. Görevler kapsamlaşmıştı. Hareket tarzına dikkat etmek gerekiyordu. Daha önceden bir Elazığ kadrosu rahat Bingöl’e gidebiliyordu. Artık her alanın çalışan kadrosu o alan üzeri yoğunlaşıyordu. Bir ara süreçte aslında. Bir deneme süreçiydi. Bir geçiş süreciydi.

Maraş’ı zayıf halka olarak seçtiler. Alevi-Sünni çelişkisinin kullanıldığı bir alan. Onun zemini vardı. Bir bu yönü var. Tabiki esas olarak da gelişen bir mücadele var. Kürt halkına giderek mal olan, halkımızın örgütlüğüne, birliğine ve uyanışına yol açan, ortak iradesinin geliştiği bir zemin doğmuştu. Buna karşı bir tavırdır. Böyle bir uyanışa ve örgütlülüğe bir cevaptı aslında. Katliam yaratarak mücadelemizin önünü alma, kitlelerini gözdağı verme. Eğer başka yerde zemini bulabilselerdi ve biz tedbir almasaydık, mücadele ile karşılık verilmeseydi başka yerlerde de denenebilirdi. Hedef buydu tabii. Buna karşı tabiki sadece belli eylemlikler gerçekleşmedi. Yani o daha sonraki uygulamaydı. Yine koruma, meşru müdafa temelinde bir yakalşımdı. Kendimizi ve halkımızı korumak zorundaydık. Ama esas olarak da en büyük koruma ve güvence örgütü yaygınlaştırmaktı. Kongre’ye ve örgütlülüğümüze verilen bir karşılıktı. Bizde böyle bir Kongre’yle ve örgütlülükle mücadeleyi geliştirmekte ısrarlıydık. Tabiki bu farklı cepheden bir saldırıydı. Devlet güçleri içindeydi. Haki arkadaşa yönelik saldırı bizi tedbir almaya götürdü. Bu da daha geniş bir biçimde, hem örgütsel olarak hem kitle ve kadro boyutunda daha geniş tedbirler almaya bizi itti. Bizim ideolojimiz halkın birliğine yol açıyordu. Tabii karşı saldırılar süni çelişkileri yaratarak, eski yapıyı körükleyerek karşı vermeye çalışıyordu. Bu rejimin bir politikasıydı. Oligarşik sistem böyle bir devrimci hareketi ve gelişmeyi hazmetmiyordu. Biz başka güçlere benzemiyorduk. Onu gördü. Baştan beri bizi izledi. Baktı ki bu hareket ideolojik, örgütsel, eylemsel ve yaşamsal boyutu olarak çok farklı gelişiyor. En başta da Önderlik tarzı farklıdır. Önderlik her saldırı karşısında yeni bir örgütlülük yaratarak, hareketi, kadroyu, halkı korumayı örgüte ve mücadele tarzına dayandırarak geliştiriyordu.

ELAZIĞ’DA ÖRGÜTLENME BÜYÜYOR

Ben bölge düzeyinde sorumluydum. Bölge komitesi içerisinde yer alıyordum. 78’in başında bir süre Bingöl’deydim. Daha sonra Elazığ’a geldim ve Kongre’ye kadar ve sonrası orda kaldım. Komitemiz Kongre öncesinde de belli kesimleri temsil ediyordu. Gençlik, örgütlenme, eylem, propaganda, ajitasyon. Kongre’den sonra bu biraz daha yarı resmileşti. (...) Kongre’den sonra propaganda-ajitasyon çalışmalar içerisinde de görev verilmişti. Daha önce ağırlıklı olarak Antep’te çalışmalar yürütülüyordu. Giderek Elazığ uygun görüldü. Yani bizim çıkan bildiriler, o dönemde çıkan brojürler, afişler ve diğer propaganda-ajistasyon araçlarını daha çok orada çoğaltıp, bölgelere gönderiyorduk. Öyle bir rol da vardı alanın. Kendim o çalışmaların içerisinde yer alıyordum. Yakalana kadar da Elazığ’da kaldım.

Baştan beri Önderlik tarzında örgütü oluşturma öyle çok şematik değil. Yani bu örgüte önem verilmediği anlamına gelmiyor. Tam tersine, bu tür örgütlülüklerin daha sağlam gelişmesi, daha sağlam zemin bulması açısından bir hazırlıktı, denemelerdi. Ama bu denemelerin her biri önemli anlamlar taşıyordu. Her biri bir dönemi götürüyordu, her biri bir döneme hizmet ediyordu. Ve bir tecrübe yaratıyordu. Bu anlamda hazırlık komiteleri olması doğaldı. Profesyonel çalışmaya geçişti. Bu konuda görevlendirmeler de yapılmıştı. (...) Ama öyle kolay da oluşmuyordu. Parti örgütlerini birden kurma belki mümkündü ama öyle bir kolaylığa gidilmedi. Daha sağlam temelleri atılarak örgütlükleri oluşturuluyordu. Kaldı ki hazırlık komiteler o işlevi görüyordu.

Tabii bizim Kongremiz kapsamlı bir eylemle ilan edilecekti. Özellikle bazı aşiret yapılanmaların engeli vardı. Halk kitleleri üzerinde yoğun baskıları vardı. Bu anlamda gerici odaklara yönelik eylemliliklerle Kongre ilan edilecekti. Hedef buydu. Fakat yakalanmalar oldu. Onun için de geçikti. Fakat bazı arkaşlar biliyordu. Genel olarak yeni bir örgütlenmeye ve yapılandırmaya gidildiği hissediliyordu. Bölgelerin birbiriyle ilişkileriyle hissediliyordu. Bölgelerin çalışma alanları biraz daha netleşti. Birbiriyle ilişkiler biraz daha resmileşti. Yine dayanışma vardı. Yine ihtiyaç duyulduğunda kadrolar kaydırılabiliniyordu. Buna ihtiyaç vardı. Hemen birden eski çalışma tarzından yeni bir çalışma tarzına geçişte kolay değildi. Bu açıdan hissettiriliyordu. Ama öyle resmi olarak bütün yapıya Kongre yaptık denilmiyordu. Biraz da perspektifini sunarak hissettirliyordu. Aslında kadro yapısı Kongre’nin olduğunu biliyordu. Ama gizliliğe dikkat ediliyordu. Ben hatırlıyorum, İlk PKK Merkez Komitesi imzalı bir bildiri kaleme alındı. Newroz bildirisi idi Elazığ’da. Bizim Hasan Şerik arkadaş vardı. Biz Elazığ bölgesinde basın yayın grubu içerisinde görevliydik. Bir bildiri metni gelmişti. Onu çoğaltacağız. Altında PKK-MK yazılı. ‘Bu nedir’ diye sordu ama tam anlam da veremiyor. Sormakta istemiyor. Yani imzamız da var. Bildirideki imzalarda da bu belli oluyordu. Kamuoyuna da o şekilde deklere edildi fakat resmi olarak Haziran sonunda Bucak’a yönelik eylemle birlikte duyruldu.

SAKİNE CANSIZ’IN YAKALANMASI

Tabii bizim yeni çalışma döneminde hareket tarzımıza çok dikkat etmemiz gerekiyordu. Bir kere konumlanma yerlerimiz vardı. Biz şehirlerde çalışıyorduk. Aslında bu konuda genel bir perspektif vardı. Giderek kırsal’a dayalı. Kırsal’a da ilişki vardı. Devletin her an gibi fiili bir yönelimi kaşısında kırsala kaymanın olabileceği, kadroların bu anlamda kendisini koruması gerektiği uyarısı vardı. Bazı operasyonlar oluyordu, baskınlar oluyordu mahallelere. Devletin bundan sonra yönelim biçimi değişebilir. Maraş katliamı ile birlikte Sıkıyönetim de ilan edilmişti. Devletin değişen bu tavrı karşısında bizim tavrımız ne olacak? Nasıl bir yöntem izleyeceğiz? Bunlar tartışılıyordu. Teorik olarak tartışıyorduk ama pratik olarak tedbirlerimiz evlere giriş-çıkışta dikkat etme biçimindeydi. Yani komün evlerimiz vardı. Komün evleri o dönemde mahalle muhtarları bile artık devlet kurumlarının bir parçası olmuştu. Onlar bile araştırıyordu, kim nerden ev almış. Özellikle gençlerin ve öğrencilerin tuttukları evler üzerinde duruluyordu. Devlet belli çalışmalarının farkındaydı. Ajan örgütler de vardı. Ajan-muhbir ağı geliştiriliyordu. Bu açıdan bilgi almak öyle çok zor olmuyordu. Yani bu konulardaki tedbirler biraz evlere giriş-çıkışta dikkat etme, evleri değiştirme sık sık. Ama bu çok dar ve yüzeysel bir tedbirdi. Genel olarak tavır ne olabilir. Devlet yönelebilir diyorduk ama biz ne yapacağız, o konuda da yine net değildik bölge düzeyindeki tartışmalarımızda. Partinin öyle bir uyarısı oldu. İsimlerimiz deşifre olmuştu. Komitelerde yer alan arkadaşların çoğu yerel kadro değildi, dışardan gelen kadroydu. Bu açıdan daha kolay deşifre olabiliyorduk. Bazı kod adları kullanıyorduk, onlar da bizi çok fazla korumuyordu. Böyle bir dönemdeydik. Çalışmalarda yoğunlaşmıştı, eylemlilik gelişmişti. Özellikle 79 Newroz’unda kapsamlı eylemlikler oldu, bildiriler dağıtıldı. Bu gelişme tabiki devleti de harekete geçirdi. Siyasi polisler farklı şekilerde bilinen kafelere rahat giriyordu. Arkadaşlar farklı şekillerde takip ediliyordu. Mayıs ayı başlarında bir grup arkadaş Fevzi Çakmak mahallesinde bulunan bir kafede alınmıştı. İçinde Aytekin arkadaş da vardı. Bu alınan grup bir süre kaldı. Bizim böyle bir yaklaşımımız vardı. İşte arkadaşlar direnir. Belli bir tedbir aldık, evleri boşaltık ama kaldığımız evler biliniyordu. Yakalanan bazı kişiler çözülmüştü. Grubun yakalandığı dönemde Şahin Dönmez gelmişti. Onun rahatlığı biraz da bizi yanılttı. Karar vardı. Yönelirse polis kırsalla çekileceğiz. Fakat o ordaydı, tartıştık, çok rahattı. ‘Bir şey olmaz’ diyordu. Hatta bizim bu konudaki rahatsızlığımız ‘çok panikçisiniz’ diyordu. Kendisi rahattı, hatta toplantı yaptı aynı günlerde. Buna karşı çıktık, eleştirdik ama yaptı, üstümüzdü. Bu konuda çok farklı bir tutuma gitmedik. Farklı bir tavır koyup, çekilmedik. Kendisi de orda kaldı. Daha önce temizlediğimiz ve boşaltığımız eve gitmiştik. Görüşme randevusu o evde verilmişti. Çok tersti aslında. Yanlışlığı biz başta orda yaptık. Fakat kalmak için gitmek eve. Yani orda görüşecektik ve ayrılacaktık. Randevuyu veren arkadaş geç geldi. Hamili Yıldırım arkadaştı. Polisler seferber olmuştu, mahallelerde sürekli dolaşıyordu. O saate çıkmayı uygun görmedik. Aslında belki riskliydi ama çıkılsaydı en azından başka bir yere gidilebilinirdi. Güya çok tedbirli oluyoruz, çıkmıyoruz ama yakalanan arkadaşlar içinde evi bilen var. 17 Mayıs sabahı ev basıldı, yakalndıktan sabah erkenden. Yakalandık, üç kişiydik. Ayten Yıldırım vardı, Hamili’nin eşi, Hamili arkadaş ve ben vardım. İkinci grup bizdik. Biz yakalandıktan sonra da Şahin ayrılmadı. Hemde polisin çok rahat baskın yapabileceği yerlerde kalıyordu. Haydar Eroğlu arkadaşın yanında. O kendisi de lise de okuyordu ve çok aktif bir gençti, arkadaştı. Bizden bir iki gün sonra onlar yakalandı. Tabii belli bir çözülme vardı ilk grupta. Şahin gelince tümden, yani ilk günde, dayak yemeden çözüldü. Bizim kaldığımız hücreye bitişik bir yerde sorgulanıyordu. Baştan beri ihanete hazır bir konumu vardı. Artık polis onun verdiği bilgiler üzerinde hareket ediyordu. Belki daha önce bazı şeyler duyumsamış, bazı şeyler biliyordu ama Şahin’in bilgisi kapsamlıydı. Yani bütün alanları biliyordu. Bütün alanlardaki örgütlenmeleri biliyordu. Kongre yapılmıştı. Kongre’nin önüne koyduğu hedefler vardı. İleriye yönelik planlamamız vardı. Hepsini anlattı. Daha sonra yapılan operasyonlarda yakalanmalar fazlalaştı. Bölgede bir çok arakadaşlar yakalandı. O dönemde 30 ila 40’a yakın arkadaş yakalndı. Giderek çoğaldı. İlk defa sorgulama süreci fazlalaştırıldı. Esas olarak polis Şahin’in ifadesini esas aldı. (...) Beklenen bir tutum grup genelinde olmadı. Bu konuda tavır takınan, parti değerlerini koruyan arkadaşlar oldu ama genelde öyle olumsuz bir hava yaratıldı. Aynı süre içerisinde biz gözaltındayken Cuma arkadaş getirildi. O çok ilginçti. Sabahın erken saati. Yeni bir grup getirilmişti polis dolmuşuyla. Biz pencereden bakıyorduk. Getirenler hepsi dizilmişti. Bitişik odada da çözülen ve ihanet edenlerde kontrol ediyor, bakıyor, tanıdıklarını alıyordu. Diğerleri bırakılıyordu. Cuma arkadaş en köşedeydi. Pencereden görünmüyordu. Ve çok rahattı. Bir yönüyle çok üzülmüştük. Her defasında gelip diyorlardı işte biz şunu bunu yakaladık. Arkadaşların isimlerini veriyorlardı, Başkan’ın ismini veriyorlardı. ‘Hepsini yakaladık, elimizdedir’ diyorlardı. İnanmıyorduk buna ama çözülme ve ihanet vardı, yerler biliniyordu. Bu konuda belli kaygılar da vardı. Buna rağmen Cuma arkadaşı gördüğüme çok sevindim. Yani bir anlamda olacaksak da bunların karşısında böyle olalım. Başka arkadaşlar olsun. Şahin gibi olmasın. Yani Şahin böyledir ama biz böyle değiliz, PKK, Parti kadroları böyle değil. Onun inançlı militanları böyle değil. Yani böyle bir duyguyu yaşadım o anda. Fakat ben yüzde yüz içeriye getirilir diye düşünüyorum. Çünkü yan odada sürekli konuşmalar oluyor, sorular soruluyor. En son bir kısmını aldılar. Cuma arkadaşın da içinde bulunduğu gruba da, ‘bunları alın götürün’ dediler. O anda çok rahatlandım, sevindim. Cuma arkadaş gidiyor. Bir süre sonra sorgulama sırasında o yeni gelenlerle de konuşuluyor. Cuma arkadaşın ellerinden kaçtığını fark ediyorlar, çok öfkelenmişlerdi. Tabii o öfkeyi bizden çıkarıyorlardı. Sorgulamada yoğun bir psikolojik baskı vardı. Çok kaba işkenceler vardı. Genel işkence süresini fazlalaştırmışlardı.

Genel olarak çok yoğun bir kaba işkence vardı. Ama özelde bize yaklaşım çok farklıydı. En tehlikeli görünen bizdik. Devlet bunu hissetiriyordu. Farklıydık. Mevcut örgütlerin çalışma ve ilişki tarzı, legal çalışma koşulları vardı. O örgütsel yapılanma deşifre olmuştu polis tarafından. 12 Mart’tan sonra aslında Türk ve Kürt solu örgütlerine yönelik uygulamalarında bu örgütlerin örgütsel yapısını, işleyişini, hatta kişileri tanıdı. Bu konuda bir tecrübesi var. Ama tanımadığı güç bizdik. Yeni güç bizdik. Biz ideolojik olarak çok farklıydık. Hedef, amaçlar bakımında farklıydık hem örgütsel yapılanma olarak farklıydık. Her yönüyle farklı bir güç olarak görüyordu karşısında. Aslında tanımaya çalışıyordu. Yeteri kadar bilgisi yoktu. Belki genel olarak izliyordu. Hareketi öğrenme baştan beri var ama böyle bu oranda fiili bir yönelim, kadro gücüyle karşı karşıya gelme olmamıştı. Tabii bir de Kongre sonrasında süreçti, belli bir etki yaratmış, belli bir değişim yaratmış. Kamuoyunda farklı şekilde yansıyan bir hareketiz. Polisin de bu anlamda yaklaşımı farklıydı. Herşeyimzi merak ediyordu. Yakaladıkları kişiler şahsında hareketi bitirmeyi hedefliyordu. Bu konuda deneyimi de var. Birçok hareketlere yönelik saldırılar oldu ve darbe yedi. Öncü kadrolar tutuklandı, işkenceye uğradı ve idam edildi. Örgütlere yönelik saldırılarda genel olarak bir sonuç alındı. Onlar için de Kürdistan’da gelişen böyle bir hareketi daha baştan beri bitirilmesi gerekiyordu. Böyle olunca da eldeki güç şahsında ne olursa olsun bitirilmesi amaçlanıyordu. Hem öğrenme hem bitirme. Yani öğrendikçe, tanıdıkça onu kullanrak tekrar yönelme. Yanılıyorlardı tabii. Bizde Önderlik vardı ve Önderliksel bir hareketti. Önderlik tedbirleri çok farklıydı. Kolay sonuç alabileceğini düşünüyordu. İhanet de var. Şahin Dönmez’in ihaneti var. Belli bir grubun çözülüşü vardı. Fakat buna rağmen bu hareketin öyle kolay kontrol altına alınamayacağı, bitirilemeyeceği gerçeği de vardı. Yoğun operasyonlar vardı. Belki Elazığ bölgesinde belli bir sonuça gitmişti ama herşey Elazığ değildi. Yanılgı burdaydı. Belki daha sonraki süreçte 12 Eylül’le birlikte tutuklama kapsamı gelişti, birçok kadromuz ele geçti, o ayrı. Ama o süreçte bir yanılgı vardı. Tabi ki yönelimler daha çok psikolojik yöndeydi. Kaba ve uzun süreli işkenceler vardı. İfadeleri birbirine karşı kullanma, çözülen kişilikleri diğer arkadaşlara karşı kullanma vardı. İçten vurma, birbirine vurdutma yaklaşımı vardı. Genel olarak yönelim mantığı buydu. Yine kadını erkeğe karşı kullanma, aileyi, aile yakınları kullanma vardı. Özelliklerini tanıdıkça özelliklerini kişilere karşı kullanma, kişilerdeki zahaflar tespit ederek, o zahaflarda yola çıkarak kişiliği düşürme. Bütün yöntemlerdeki temel amaç insanı teslim almaydı. İdeolojik ve ruh olarak teslim alma. Çünkü ruhunu satan bir Şahin vardı. Ondan cesaret almışlardı. Fakat onun kişiliği de süreç içerisinde anlaşıldı. Herkesin Şahin olmayacağı. Şahin’in ihaneti, Partiye, çizgiye ve Önderliğe inanan insanları daha çok bağladı Partiye. İnanç düzeyini yitirmeyen bir arkadaş yapısı vardı. Bağlı olan arkadaşlar, Önderlik dışardaysa bu hareket yürür düşüncesi vardı.

KADIN BİLİNCİ

Bu hareket insanın özüne hitap etti. Bizim bütün tartışmalarımızda, ilk eğitimlerimizde ve ilk konuşmalarımızda ideolojiyi taşırırken, hep insanlıkla başladık. İnsanlığın içinde bulunduğu durum, insanlığın ilk oluşumu, insanlığın yaşadığı tarihsel süreçler, insanlık değerleri. Bununla başlandı. Sistem karekteri çok çarpıcı ortaya koyuldu. Bu ortaya konulurken bizim halk gerçeğimizde ortaya çıkıyordu. (...) Hiç birimizin farkında olmadığı, çok yabancılaştığı, çok uzaklaştığı ama bizim özümüz olan gerçekliği bilimsel olarak ortaya koyduğu için büyük bir ilgi uyandırdı. Ve o öz aslında kadının da özüdür. İnsanlık tarihinin başlangıçı kadının yaratma gücüyle oluşuyor ve insanlık kadın üzerindeki baskıyla kaybediyor. Sistem gerçekliği bu şekilde konulunca kadının özünü ortaya çıkarıyor, kadına hitap ediyor. Kürdistan tarihi kadının da tarihidir. O açıdan büyük bir ilgi topladı. Arayış içerisinde olan kadın kendisi bu harekette buldu. Bu buluşma zor olmadı. Belki toplumsal, sistemden kaynaklanan engeller ve aileden kaynaklanan vardı ama bu yaklaşım kadını direk çekiyordu. (...) Öte yandan pratik olarak da Önderlikten kaynaklı bir durum vardı. Baştan beri siyasete, Kürdistan’da mücadeleye, böyle bir devrimsel çıkışa kadınla başlama, kadını katma zor bir işti ama bu zoru başararak adım atması bir şekillenme yarattı. Bu yansıdı. Yani bir alana girilirken, Önderliğin ideolojisi, tarzı ve özellikleri yansıdı. Kişilerin özellikleri, kişilerin toplumdan getirdiği ölçüler yansımadı.

İlk katılanlar daha çok öğrenci kadın gençlik kesimiydi. Nicelik olarak da epeyce vardı. Dersim, Antep ve Elazığ’da vardı. Çalışmalar daha çok yerel düzeyde vardı. Kısa bir süre sonra profesyonelliğe dönüştü. Yani bazı arkadaşlar farklı alanlara kaydırıldı. Evden ve aileden kopmalar oldu. Bu kolay olmadı. Aile ile bağ içerisinde yürütüldüğü çalışmalar. Bunun zorlukları vardı. Aileden izin alarak devrimcilik yapılamıyordu. Gizlilik içerisinde yapılıyordu. Bir kitabı okumak bile gizlilik içerisinde yapılıyordu. Aileler, devrimci hareket geliştikçe hangi çocuğunun hangi örgütle ilişkide olduğunu fark ediyordu. Bu anlamda baskılar ve engellemeler de vardı. Bu engellemeler zorladıkça kopmalar oluyordu.

Demokratik devriminin geliştirilmesi süreci ile birlikte ele alınmıştı kadının durumu. Kadının toplumdaki yeri, eşit özgür düzeyde yer alması, özgürleştirilmesi konusunda öyle net belirlemeler vardı. Demokratik devrimin özü olarak, en temel sorun olarak ele alınıyordu.

Önderlik çok kapsamlı olarak kadın sorununu ele alıyordu. Aslında mücadelenin bütün alanlara yansıtacak şekilde ele alıyordu. Belki biz kadın sorunu ele alırken, genel olarak diğer devrimlerde kadın nasıl ele alınmış, devrimci ustaların kadınları ele alış tazrı, yani kadının tarihsel boyutunu genel hatlarıyla ele alma vardı. Bu konuda ideolojik-politik tartışmalar oluyordu ama Önderlik kadını tümden mücadeleye katma çabası içerisindeydi. (...) Baştan beri kadını ele alma var. Bu hareketi, devrimi kadınla beraber yürütmesi var. Tabii bunu yaparken kadınla yoğun bir mücadelesi de vardır. Yani kadını mevcut konumu ile ele alma, katma ya da bazı aktifiteleriyle kadını görme değil. Kadınla mücadele, kadını alırken erkekle mücadele, sistemle mücadele, toplumsal gerçekliğe dönüştürme, yeni devrimci ölçüler geliştirmeyi amaçlıyor. (...) Mesela ilk Dersim’e gittiğinde o dönemde grup içinde yer alan bayan arkadaşlarla bir toplantı yapıyor. ‘İlk kızlarla toplantım’ diyor Başkan. Çoğu kopmasına rağmen, ‘o kızlar yamandı’ diyordu. Teorik ve ideolojik olarak belli bir düzeyleri vardı. O dönemde görevlendirmelerde de bayan arkadaşlar farklı görevler aldılar, farklı alanlara gittiler. Bu büyük bir cesaret ve güven yarattı kadında. Yeni bir gelenek gelişmişti.

Kongre’ye gitmeden önce yoğunlaşmamız vardı. Hem eylemsel yanı, hem örgütlenme yanı hem de propaganda-ajitasyon yanı olan bir kadın birliği ve örgütlülüğü oluşamaz mı. Bazı notlar almıştım Kongre’ye giderken. Öyle çok geniş tasarlanmamıştı ama kendi içinde bazı formülleri olan bir nottu. Tartışmalarda bölgelerin durumu ortaya konulurken, kadını devrime katılmaya yönelik de bazı tartışmalar oluyordu. O sırada anlatmak istedim ama bir türlü cesaret edip, bu ne kadar uygundur, ne kadar yerinde, formüle edebilecekmiyim, o konuda tereddütlüydüm. Bazı düşünceşlerimi söyledim. Özellikle erkek arkadaşların çalışırken en yakınları devrimcileştirmeleri gerektiği, evde kızkardeşleri var, eşleri var, anaları var. Bize bırakmamaları gerekir. Biz devrimciysek, aileyi de devrimcileştirmeliyiz. Yani ile de bir kadının gidip onları devrimcileştirmesi gerekmiyor. Öyle ufak bir değerlendirme olmuştu. Kongre arasında o notları Kesire’ye tartışmak istedim. Kağıda da verdim. ‘Öyle birşey var, tartıştık, uygun olur mu?’ diye sordum. Bir göz gezdirdi baktı ve ‘daha erkendir’ dedi.

Önderliğin yaklaşımı çok önemliydi. Her dönemde kadının hem nicelik ve nitelik olarak gelişmesini izliyordu. Bunu günlük ilişkilerinde çok yansıtıyordu. Günlük ilişkilerinde gittiği bir evde kadına yaklaşımı, onunla tartışması, bizlerle tartışması. Yani her konuda kadını dönüştürme, yoldaşça tartışma, kadın yoldaşlığına ve katılımına önem verme yani herzaman o hassasiyet ve duyarlılık vardı Önderlikte.

APOCULUK ÜZERİNE

Tabiki Apoculuk bir inanç olayı, bir ruhsal şekillenme. Bir aydınlıktır aslında. Başkan’ın kendisidir. Başkan’dan o belirttiğimiz hem çok sadelik ama hem yaşamın her anını değiştiren, her anını dönüştüren, oturuşuyla, kalkışıyla, konuşmasıyla her şey farklıydı Önderliğin. Yani herşeyde bir kavga vardı, bir mücadele vardı. Yani herşeyde bir başkalık vardı. (...) Sistemin zihniyeti bizde herşeyimize yansımıştı. Hatta göz parıltımıza kadar yansımıştı. Parıltısızdı. Fakat Apoculukta o parıltı vardı. Ben onu çok rahat belirtebilirim. Halk onu söylüyordu. Halk efsaneleştiriyordu o yüzden. ‘Bu Apocudur, bu farklıdır’ diyordu. İşte o farklılık yaşam karşısındaki duyarlılıkla bağlantılıydı. Yani yaşam karşısındaki sorumluluk. Öyle rahat değildik. Rahat olunamiyordu. Görevler, çalışmalar ve sorumluluklar vardı halka karşı. Aslında o düşüncenin, o duyguların yarattığı bir şeydi. (...) Apoculuk tutum belirlemeydi. Tutumsuzluk, tavırsızlık yoktu. Duyarsızlık ve ilgisizlik yoktu. Yani büyük bir ilgi uyanıyordu. Sen etrafına daha dikkatli bakıyorsun. Seni kuşatan ortama daha farklı bakıyorsun. İnsanların gerçeğine daha farklı bakıyorsun. Gerçeğini red etmiyorsun. Bu özellikler vardı. (...) Ayrıştırıcı bir özelliğe sahip Apoculuk. Onun için bir Apocu bir yere girdiğinde orada bir ayrıştırma yaratıyordu. Doğru ile yanlışın ayrışması ortaya çıkıyordu. Çözümsüzlük netleşiyordu, muğlaklık kalmıyordu. (...) Giyim konusunda da... 70’lerde bir moda vardı. Yansımıştı tabiki. Fauller, bıyıklar farklıydı. Parkeler ve botlar giyiliyordu. Genel devrimci görüntü öyleydi ama bizde dediğim gibi öyle Başkan’ın yansıması vardı. Balki bazı arkadaşlarda o tür etkilenmeler oldu ama en sade giyime, çok dikkat çekici şeyleri giymeme. Bir de halka aykırı, kaldığımız ortama aykırı şeyler giymeme. Halka giderken nasıl gidelim, nasıl etkileyelim, nasıl uyum sağlayalım, bunlara çok dikkat ediliyordu. O yüzden sadelik vardı. Çünkü halkın beklentileri esas alınıyordu.”
 
#2
Avrupada yapılacak protesto gösterilerinde avrupada bulunan türkiyeli solu! ve türkiyede bulunan solu! net olarak göreceğiz.
Saflar bu günden sonra ya saf olur, yada saf değiliz karşımızda olurlar.....
 
Üst