sancak/iskenderun ve tarih okuması

#1
Sancak, Fransız etkisi altındadır ve Fransa, T.C. dahilinden gelen iltihak kampanyalarına, T.C.'yi Müttefikler'e alabilmek için göz yumdu. Nitekim 1939'daki bir anlaşmayla aldı da.. (Tek sebep bu değildir, böyle bir tarih anlayışım yoktur, diğer dinamikleri incelemek
çok daha önemli ve zevklidir de).

Birşey sorucam, Mayıs 38'de bağıtlanan Sancak Statüsü belgelerinde
ne yazıldığına bir bakabildin mi? "Sancak, içişlerinde bütünüyle bağımsız olan bir ayrı varlıktır. Sancak'ın dış işleri Suriye devletince yönetilir."

İyi de, Suriye'nin ulus-devletini olumsuzluyorsun da, Güney Kürdistan'ın ulus-devletleşmesini olumluyorsun..? Hatay'ın (Sancak-Antakya) bağımsız Arap devleti olmasını içindeki Hıristiyan
unsurlara rağmen pozitif görüyorsun, Türkiye'ye ilhakını olumsuzluyorsun? Ben de diyorum ki, ne fark var da
"Nusayriler'in bir kısmı" ahlaksız oldu?
(şeyh-ül insan)

açtığım konuyla bağlantı alıntılar yaptım.. eksik kalan varsa tamamlanır..
*****************************

http://www.enternasyonalforum.net/m...arsitquot-ama-senkronize-deformasyonlari.html

bu linkte işlenen konu içinde geçen., türkçe!!! hatay., asıl ismi ile iskenderun/sancak konusunu işleyeceğim..
amacım., tarihe bakış., tarih okuma ve aslında tarih "yazma" bunun meşrulaşması konularını sancak/iskenderun üzerinden anlatabilmek


 
#2
giriş

konuyu., verilerle ve tarihsel sıra ile sonra işleyeceğim.. başlangıç olarak şunları belirteyim..

günümüzde., hatay sorunu olarak litaratüre giren bu konunun ilk başta bu tanımlaması tarihsel bir garabetliktir.. tarihte o bölgede., hatay diye bir yer yoktur.. 1936 da güneş dil teorisi ve türk olmanın., hissetmekten., ırki olarak., faşism temellerinde işletilmeye başladığı dönemde ortaya atılmıştır..

bölgenin adı., osmanlıda., halep'e bağlı., iskenderun sancağıdır.. iskenderun. asıl olarak antakyaya bağlı olarak geçmesine karşın burası merkez alınarak sancak olmuştur..

1. dünya savaşı sonrasında., tıpkı musul kerkük gibi., mütareke tarihinde., osmanlı güçleri elinde kalmıştır.. ama musul gibi ingilizlere edilmemişse de., mütareke koşullarına dayanılarak ingilizlerce işgaledilmiş ve anlaşma gereği fransaya .. suriye eyaleti olarak bırakılmıştır..

sancak.; halep ile birlikte sonradan lübnan olan bölgede dahil suriye bütünlüğünde şam'a bağlı idi.. şam ise suruye olarak bilinen tarihsel bölgenin merkezi olarak suriye olarak bilinen kentdi.. şam ismi arap istilası sonrası ortaya çıkmıştır..

bir önemli tarihsel hata da.; iskenderun sancağının suriye bütünü içinde ayrı bir devlet gibi sanılmasıdır..

fransa-bmm arasındaki 1921 ankara anlaşması ile., ortaya çıkan iskenderun yapısı., halep., lazkiye., şimdiki lübnan dürzi., bölgeleri gibi., suriye fransız mandasına bağlı eyaletti.. devlet olması sonraya tekabül eder.. bu arada bir sürü sorunlarla birlikte statüsel değişiklikler de yaşamıştır..

kısa süren çakma devlet dönemi ve türkiyeye ilhakı süreci de çok hatalı aktarılmakta aslında "yazılmak"tadır..

tarihsel sıra ile bunları da açacağım..
 
Son düzenleme:
#3
İskenderun/sancak

Osmanlı dönemi ve 1918’de iskenderun’un konumu
Mondros ateşkesi ilan edildiğinde., iskenderun osmanlı elinde idi.. mütareke hükümlerine göre ataşkes tarihinde en son elde kalan yerler osmanlı hakimiyeti altında kalacaktı.. bu anlamda., sancak.; osmanlı elimnde sayılmasına karşın., mütareke anlaşmasının 7. Maddesi(güvenlik gerekçesi)ne dayanılarak iskenderun ingilizler tarafından işgal edildi.. kendi aralarındaki ayrı anlaşmaya dayanılarak da., aynı zamanda., halep-urfa-antep-adana-mersin bölgesini işgal etmiş olan fransızlara bırakıldı..
Burada bir anımsatma yapayım.. bu tarihlerde., anadoluda bir direniş olmaz iken., bölgedeki ingiliz/fransız işgallerine karşı direnişler başladı.. güney kürdistanda kürtler., halep-lazkiye-iskenderunda., nuseyriler., durzi bölgesinde durziler direnişe başladılar.. bu direnişlerin isyan şeklinde olanı daha çok kürdistanda berzenci ayaklanması olurken., diğer bölgelerde., uzlaşma ile karışık ilerledi..
Suriye bölgesinde fransız manda işleyişi
Fransa.; bölgeyi eyaletlere ayırdı.. halep-şam-lazkiye-lübnan olarak dörde böldü.. bu bölme işlemleri etnik yapılara göre yapıldı.. halep şam karışık ve merkez olurken., lazkiye nuseyri., lübnan durzi., oldu.. iskenderun ise., halepe bağlı olarak özerk(aslında “özel”) statüde kaldı.. çünkü iskenderun.; suriyeye ait değil osmanlıya ait sayılıyordu.. yani., fransanın suriye manda yönetimi ile iskenderun üzerindeki hakimiyetinin meşru hukuksal gerekçesi ayrı idi..
Sıriye üzer,nde manda yönetim hakkı varken., iskenderun üzerinde., mondros anlaşması hükümleri gereği., güvenlik amaçlı hak sahibi idi..
İskenderun bölgesi konumu 1921 ankara anlaşmasına kadar böyle işledi.. yani misak-ı milli sınırları içindeydi.. musul-kerkük(güney kürdistan) ise., mütarekeye rağmen osmanlılınınfiilen çekilmesi nedeni ile muallakta kaldı.. demek isterim ki., iskenderun bu anlamda misak-ımilli anlamında daha meşru idi.. diğerinde ingilizler çekilmeyi gerekçe göstererek mütarekeye göre meşru işgalleri sayıyordu.

Ekim 1921 ankara anlaşması
Buraya gelmeden önce., londra konferansını işlemek gerekir.. bilindiği gibi., italyanlar ilk çekilenlerdi.. fransızlar da ikinci.. resmi tarih “yazılım”larında., 1-2. İnönü zaferleri ve sakarya zaferi ile buna zorunlu kaldılar.. yani yunanistan işgali karşısındaki bşarılar sonucu çekildiler denir.. işin aslı bu değildir..
İtalyanlar.; 5 temmuz 1921 de., çekilmeye başlıyor.. fransızlar ise., mart 1921 de görüşmeye başlıyor.. ama şubat 1921 de londra konferansı başlıyor.. ve ekim 1921 de ankara anlaşması yapılıyor..
Aynı tarihlerde anadoludaki yuunan kuvvetlerinin konumuna bakalım..
1-2 olmayan inönü savaşları yada zaferi diyeyim.. sonrasında., yunanlıların bulundukları hatda bir gerileme yok.. sadece ilerleme de bir durma sözkonusu.. tarih de., ocak-şubat 1921 .. Yani londra konferansının başladığı tarihler.. bmm’nin londra konferansına çağrılma nedeni de bunlar değil., 16 mart 1920’de., istanbul meclisi dağılınca anadoluya geçen siyasal erkden dolayıdır.. istanbulda kalan siyasi erk osmanlıyı temsil noktasında tam meşru sayılmıyordu.. üstelik damat ferit dışındaki hükümetler hala i.t. ile ilişkili idi ama i.t. siyasi merkezini anadoluya taşımıştı.. istanbul merkez değildi.. yani., bmm dikkate alınmadan olacak her türlü anlaşmanın osmanlı bütününde etkisi olmayacaktı.. ki., öyle de oldu.. sevr bile istanbul meclisince kabül edilmedi..
Bu aralarda., yunanlılar karşısında., zor durumlar yaşayan anadolu siyasi erki., 30 ağustos 1921 ile son bulan bir zafer kazandı!!! Bu zaferi hazırlayan nedir? Bakıldığında askeri durum değil.. italyanlar çekilirken., denetimlerindeki askeri malzemeyi ankara denetimine veriyor.. fransızlar çatışma yerine anlaşmayı yeğliyor.. istanbul damat ferit hükümeti ingilizlerden destek istiyor., ankarayı bitirelim diyor ama kabül edilmiyor.. gerekçe., abd’li ama milletler cemiyeti adına yetkili iki heyet(general harbourd ve kıng-crane) anadoluyuı ve kafkasları ve orta doğuyu dolaşıyor.. ankara ile görüşmeler yapıyor..
Kısaca.; venizelosun anılarında belirttiği gibi “biz savaşı londra ve paris görüşmelerinde kaybettik)” savşın syrini etkileyen başka şeyler..

... devam edecek.....
 
#4
ankara anlaşmasına gelen süreç -1

ankara anlaşmasına gelen sürecin en önemli ayaklarından biri., londra konferansı iken., ikincisi de sscb ile batı arasındaki gelişmelerdir.. ben ikincisini birinci kadar önemsiyorum.. anlaşmaya katkısı anlamında değil., anlaşmayı da belirleyen genel konum anlamında önemsiyorum..

sscb-ingiliz ticaret anlaşması tarihi de ilginçtir.. 16 mart 1921.. yani londra konferansının olduğu tarih.. 1. doğu halkları kurultayı sonrasında oluşuyor zaten ikinci kurultay yapılmıyor..

küresel anlamda., sscb varlığı kabül edilirken., batı kendi içindeki çelişkileri de çözmek ve sscb "etki" sınırlarını belirlemek zorunda idi..
artık., küresel bir konsept var olan koşullara göre işletilmeliydi.. 1918 öncesi ve içi koşulları yoktu..
londrakonferansına katılım noktasında da ankaranın özel olarak çağrılması sözkonusu değildi.. görünen temsiliyet istanbul hükümeti idi.. ama italyan/fransız ankara ilişkileri ve sscb ankara ilişkileri ile birlikte bu güçlerin bastırması sonucu çağrıldı.. dediğim gibi., istanbul hükümeti osmanlıyı temsil noktasında.; ne osmanlı içinde ne de küresel olarak tam yetkiye ve meşruiyete sahip değildi..
ikili iktidar gibi temsiliyet anlamlıdır..

Londra Konferansı 21 Şubat-12 Mart tarihleri arasında toplandı ve görüşmeleri incelersek.;

1- osmanlı adına temsiliyeti kendi içinizde çözün denilmiştir..
2- bana göre sevr batının iç çelişkilerinden dolayı değiştirilme zorunluluğu yaşamıştır..
3- sonrasında lozan ile bitecek sürece hazırlık yapılmıştır..

sevr'den farklı olarak.; ermenistan ve kürdistan önerileri ortadan kalkmıştır..
haliyle., unanistan harekatının da anlamı kalmamış başlangıcından geriye düşen bir pazarlık unsuru haline gelmiştir..

londra konferansına bmm adına katılan bekir sami(kunduk) bazı anlaşmalar yaptıysa da bunlar bmm tarafından kabül edilmemiştir..
esilmeyişi hakkında., çok şey "yazılmış" olsa da., asıl gerekçeler farklıdır..

londra konferansına asıl itiraz eden., yunanistan olmuş akabinde saldırı başlatmıştır.. italyan7fransız huzursuzlukları da eklenirse., sevr'in lozana dönüşmesi olan., ermenistan ve osmanlının batı denetimli eyalet yapısı düşünceleri de terk edilmiştir..

ikinci karmaşa da., bu aralarda., italyan ve fransızların ingiliz/abd güdümlü(şimdi de öyle) milletler cemiyeti kararlarına karşın. ankara ile özel anlaşmalar yapmalarıdır..

italya.; osmanlının anadolu bölgesinde elinde tutacağı alan üzerinde yaşacağı sorunlara karşın elde edeceklerinin daha az olmasından., özellikle orta-doğuda beklentilerinin karşılanmamasından dolayı., batı ittifakı içinden değil., ankara üzerinden osmanlı ile anlaşma işleterek tepki sunmuştur..

fransa.; özellikle orta-doğu üzerinde ingilterenin en büyük rakibi ve de sorunu idi.. güney kürdistan ve filistin üzerinde önemli mevzilerin denetimi noktasında sorun idi.. bölgenin gelecekteki önemini bilerek., belirli mevziler kazanmak amacındaydı.. suriye ve filistin alanlarında bu anlamda., ingiltereyi zorlayacak talepleri vardı.. ve bunlarda ısrar olası fransa/ingiltere savaşı demekti.. buy gelişmeler içinde iken., osmanlı anadolusunda ve preferinde ciddia skeri-ekonomik sorunlu denetim isteği yoktu.. ingiltere ile çatışmalı haline bir de osmanlı direnişini eklemek de istemiyordu..
bu anlamda.; londra konferansı ile birlikte ankara ile anlaşmayı yeğledi., istanbul merkezli hareket eden ve istanbul mnerkezli sınırlı güce sahip., hanedan/hükümet kanadı yerine ankara merkezli işleyen kadadı tercih etti.. bu tercih., aynı zamanda ingiltereyi sıkıştırma-pazarlık yapabilme olanakları sağlıyordu..

ingiltere.; 1918-25 küresel bölge konseptinin yapımcı firması olarak., ortaklarını önemli mevziler kazanamayacağı sonuçlar üzerinde çalıştı..
ingiltere için aslolan., hindistan ve preferisi ve bu anlamda sscb konumu ve özellikle gelecekteki önemi nedeniyle orta-doğu idi..

bu konsept ingilterede iki ayrı kanad yarattı.. birinci kanad.; klasik sömürge politikaları gereği hindistanın hala merkez olmasını isterken., orta doğunun buna bağlı işlemesini istiyordu.. bu kanadı daha çok sanayi ve ticaret sermayesi destekliyordu..
ikinci kanad ise.; bölgede fransızlara terk edeceği hakimiyet alanlarının ilerde bölge statüsünde sorun olmayacak şekilde sonlanmasını istiyor., özellikle enerji alanlarının öneminin., klasik hindistan merkezli sömürgecilik koşullarını aştığı iddia ediliyordu.. bu kesimin arkasında da mali sermaye vardı.. enerji üzerinden küresel hakimiyet kuracaktı..
bu nedenle., eski sistem olan sömürgecilik bakanlığı masasının merkezinin hindistan olması kalkacak., orta-doğuda mısır merkezli ayrı bir birim oluşturulacaktı.. buna itiraz edildi ama özerk bir orta-doğu sömürgeler masası kabül edildi..

yine de.; gelişmeler., hindistan merkezli değil., orta-doğu merkezli işletildi..

özellikle güney kürdistan enerji yatakları ve diğer alanlardaki enerji yatakları ingiliz denetiminde kalacak ve bu denetimi koruyacak şekilde bölgede düzenleme yapılacaktı ..
bunun için.;
1- bölgede arap birliğini yaratacak koşullar kaldırılacak yada önleyecek şekilde düzenlenecek..
2- bu düzenlemeye fransa gibi başkaca güçlerin müdahalelerinin olamayacağı şekilde paylaşım olacak..
3- sscb varlığı kabül edilecek ama özellikle bu bölgeye ve bölgeyi etkileyecek preferisine etkili olamayacağı şekilde sınırlayacak oluşumlar yaratılacak.. bu anlamda., iran ve osmanlı buna göre düzenlenecek., sevr bu yüzden işletilemezdi..
4- bölgede sorunlu olan dinamiklere göre düzenleme yapılacak.. bu anlamda ilk başta kürtler konusu halledilecek., sorunlu olan., durzi ve arap milliyeçiliği dikkate alınacak..

ankara anlaşmasına gelen süreç bu anlattığım gerçekler ve realitelerin yarattığı koşullar altında belirlenmiştir..

... devam edecek....
 
Son düzenleme:
#5
ankara anlaşmasına gelen süreç -1

ankara anlaşması londra konferansı ile bağlantılıdır demiştim.. londra konferansı., anlaşma yaratan değil., yarın ne yapılacak., kim ne istiyor kim ne ile sebaat etmelidir içerikli idi..

yunanistana anlaşarak çekil denildi.. lozan anlaşması içeriği o zaman teklif edildi.. yunanistan., buna tepki olarak., anadoluda saldırı pozisyonuna geçti.. pazarlık koşullarını artırmak yada lpndra kararlarını örselemek istedi.. ama artık arkasında destek yoktu.. ilk saldırısı başarılı olduysa da ilerleyemedi..
fransa/italya zaten ayrıca ankara ile anlaşma sürecini başlatmış anadoludan çekilmeye başlamıştı..

fransa.; daha çok., orta-doğuya ağırlık verme amaçlı., öncelikle osmanlı adına ankara ile anlaşma sürecine girdi.. ve ekim 1921 de anlaşma yapıldı..
tekrar edeyim.. bu görüşmelerin nedeni iddia edildiği gibi.,sakarya "zaferi" sonrası değildir.. anlaşma tarihine dayanılarak iddia ediliyor.. oysa., görüşmeler londra konferansı öncesi başlıyor., konferansdaki gelişmelere göre netleşiyor.. ve özellikle yunanistan taruzu ile hızlanıyor..
önce ankara anlaşmasına bakalım..

....devam edecek.....

 
#6
ankara anlaşması

7- İskenderun ve Antakya bölgesi için Fransa özel bir yönetim rejimi kuracak, buradaki Türk halkına kültürlerini geliştirmek için her tür kolaylık gösterilecek. Türkçe resmi dil olarak kalacaktır.
8- 3. maddede sözü geçen hat şöyle çözümlenmiştir: Sınır, İskenderun Körfezi üzerinden Payas'ın güneyinden Meydan-ı Ekbez'e doğru gidecek. Oradan Suriye'ye, Karnaba ve Kilis Türkiye'ye bırakılarak Çobanbey İstasyonu'nda demiryolunu izleyecek, demiryolu Nusaybin'e kadar Türk topraklarında kalacaktır. Nusaybin ile Cezinei İbn Ömer arasındaki eski yol Türklerde kalarak Dicle'ye varacaktır. Yolda, her iki ülke de aynı hakka sahip olacaktır. Bu antlaşmanın imzalanmasını izleyen bir ay içinde her iki taraf temsilcilerinin oluşturduğu bir komisyon bu hattı saptayacaktır.
9- Osmanlı Hanedanı kurucusu Osman Gazi'nin dedesi Süleyman Şah'ın Türk mezarı adı ile anılan mezarın bulunduğu Caber Kalesi Türk Bayrağı altında, Türk koruyucuları gözetiminde, Türk mülkü olarak kalacaktır.
10-Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti, Pozantı-Nusaybin arasındaki Bağdat Demiryolu ayrıcalığının ve Adana'daki şubelerinin haklarıyla işletme ve nakliyat-ı ticaretinin yasal hak ve yararlarıyla Fransız Hükümeti'nin seçeceği bir Fransız
grubuna verilecektir. Türkiye, Meydan-ı Ekbez'den Çobanbey'e kadar Suriye topraklarından trenle askeri ulaşım yapabilecektir. Suriye de Türk topraklarında aynı hakka sahiptir.
11- Bu anlaşmanın imzalanmasından sonra Türkiye-Suriye arasında bir gümrük anlaşması saptanması için karma komisyon kurulacaktır.
12- Kuveik Suyu, Halep Şehri ile kuzeyindeki Türk bölgesi arasında acil bir şekilde bölünecek, Halep, gereksinmesine göre, kendi masraflarıyla Türk toprağından, Fırat'dan su alabilecektir.
13- Yerleşik veya göçebe haktan 8. maddede saptanan hattın bu veyahutta öteki tarafındaki otlaklardan yararlanma hakkı veya emlakı veya arazisi olanlar eski haklarından yararlanabileceklerdir. Hayvanlarını veya yavrularını, araç ve gereçlerini gümrük veya vergi vermeksizin hattın öte tarafına nakledebileceklerdir. Bunlarla ilgili vergileri, oturdukları ülkede vermek ile yükümlüdür.
Sancak (hatay) Sorunu


dikkat edilirse.. anlaşma.; genel değil., özellikle bir bölge için yapılıyor.. bu bölge aslında mondros hükümlerine göre osmanlıya ai ve misak-ı milli içinde.. ama ortaya çıkan sonuç servr'de fransa denetimine verilenlerin bir bölümünün aynen kalması olarak sonuçlanıyor.. yani., adana-mersin-urfa-antep hariç kalan yerlerin denetimi veriliyor..
yine sevr'den daha beter olarak bu denetim işleyişi osmanlı mülkü olmaktan çıkıyor., suriye fransız mandası altında mülk olarak meşrulaşıyor.. ankara anlaşmasının bu sancak kısmı bu temelde hiç dikkate alınmaz aksine üstü örtülür.. sevr'de hiç omaz ise osmanlı mülkü olarak kalıyordu.. şimdi ise bu hak kalkıyor..

Bu anlaşmanın imzalanmasından sonra Türkiye-Suriye arasında bir gümrük anlaşması saptanması için karma komisyon kurulacaktır
Yolda, her iki ülke de aynı hakka sahip olacaktır. Bu antlaşmanın imzalanmasını izleyen bir ay içinde her iki taraf temsilcilerinin oluşturduğu bir komisyon bu hattı saptayacaktır.
bahsedilen iki ülke tanımı önemlidir.. biri türkiye( o dönemde hala osmanlı) oluyor ise sancak demekki türkiyeden çıkmış.. diğer ülke de., suriye(adına fransa) oluyor.. yoksa neden sınır çizilsin.. neden gümrük olsun..

ekim 1921 ankara anlaşması ile iskenderun sancağı artık osmanlıya yani sonradan oldurulan türkiyeye ait değil., suriyeye ait olmuş oluyor.. bu anlaşma lozan ile güncellenip., paraf ediliyor..

bugün., bölümeden bahsedilen türkiye vatanı!! aslında o zaman bölünmeye başlamış..
bu anlaşma ile.; artık. kürt yok.. türkiye "(kürt)türk"ü ve suriye kürdü var.. yine türkiye "(arap) türk"ü ve suriye arap'ı var.. ve artık ermenilerin katliam7sürgünü ile olan hak kayıplarının yeniden verilmesi olayı da kalkıyor.. kurulmuş ve işletilen komisyonlar lağvediliyor., ve alınan kararlar düşüyor.. geri dönen ermeniler bir ikinci sürgün yaşıyor.. bunu "insancıl" olarak fransa şöyle hallediyor.. geridönen ermenileri tekrar duriyeye alarak çözüyor.. ve suriye manda yönetiminde yaşamında bazı olanaklar sağlıyor fransaya muhacir olarak gitme olanakları oluyor.. fransadaki ermeni topluluklarının %90'ı buradan ve bu tarihlerden sonra gelmedir..

ankara anlaşmasını lozan da paraf edilmesi
lozan görüşmeleride bu iskenderun/sancak konusu tekrar gündeme geldi.. çünkü., fransa parlamentosu bunu onaylamamıştı.. ankara heyeti hem bunu gerekçe gösterdi hem de ingiltere desteği ile yeniden görüşülmesini istedi..
fransa itirazları.; lozan da konu ayrıntılı görüşülür ise., ankara anlaşmasının mahiyeti köklü değişimler yaşamak zorunda kalır.. fransa parlamentosunun onayının olmaması doğaldır. çünkü mandater olarak suriye adına imzalandı.. fransa anlaşma hükümlerini yerine getirdi.. istenir ise aynı şekilde devam edeceğine dair bir ek güvence verilebilinir..
kısaca., ankara anlaşması lozan da paraf edildi.. ediliş şekli de şöyle oldu..suriye sınırının "21 ekim 1921 günü yapılan fransa-türkiye anlaşmasının 8. maddesinde tanımlanmış sınır" olduğu belirtildi. (aynı yerden)
ifadeye yeniden dikkat çekiyorum.. sınır denilirken., suriye-türkiye sınırı deniliyor.. ve 8. madde., iskenderun/sancak ile türkiye arasındaki sınırdır.. sancak denilmiyor., suriye deniliyor ise., ankara ve lozan anlaşmaları ile sancak suriyeye bırakılmış demektir.. yok ayrı idi., ortada kaldı.. yok bu yüzden cumhuriyet oldu sonra türkiyeye geri verildi gibi "hikayeler"., gerçekten hikayedir..
...............yazıya., lozan sonrası ile devam edeceğim....

 
Son düzenleme:
#7
lozan sonrası bölge ve sancak

öncelikle şunu belirteyim.. resmi tarih anlayışı., batı tarih anlayışının bölgedeki uzantısıdır.. 1919-23 cumhuriyet., bağımsızlık vs. gibi argümanlarla desteklenen bu resmi hikaye "tarih" anlayışı palavra olmaktan öte., aynı zamanda bölgedeki toplumsal olayların da üzerini örter.. günümüzde yaşanan olaylarla geçmişin bağlantısının kurulamayışı gibi sorunlar yarattığı gibi., küresel konsept yaratımlarının meşru görülerek bugün ve yarın analizlerinde de sorunlar-zaaflar yaratır..

bu anlamda., ezber bozmadan öte., tarumar edilmiş tarihin yeniden tasnifi zorunludur..

tekrar edeyim.. iskenderun/sancak.; ortada kalmış bir bölge.. özel olarak fransa mandasında bir bölge değildir.. suriye mandasına bağlı halep eyaletinin özerk bir bölgesidir.

suriyenin iskenderun üzerindeki hak talepleri bu anlamda yanlış ifade ediliyor.. eylül 1938 - haziran 1939 sürecindeki kısa "bağımsızlık ve sonrası türkiyeye ilhak kararı ile başlayan hak talepleri ile bunun öncesindeki hak talepleri çok farklıdır..

lozan anlaşması bir batı konseptidir.. türkiyede bunu bir matah gibi savunmak., batı sokma aklıdır.. lozan ile birlikte bölgede ciddi sorunlar başlamıştır.. ve öncesinde de vardı..

konumuzla bağlantılı olarak belirtirsem., 1918 itibariyle bölgede süren kürt isyanlarının yanısıra., batı ile uzlaşmış arap milliyetçiliği muhalefet hareketleri de vardı.. aslında., lozan konusunda osmanlı artığı t.c. içinde de muhalefet vardı.. osmanlıdan süregelen ve i.t. içinde işleyen muhalefetin yanısıra., kürtlerinde parçalı olsa da muhalefeti vardı.. lozan ile birlikte iç muhalefet bastırılmış., kürtler beklemeye sokulmuştu.. 1924 anayasası ile netleşen., t.c. yapısına kürtlerden isyan ile tepki geldi..
en önemlisi 1925 şeyh sait isyanıdır..

1925 öncesi ve sonrasında., ırak ve iranda(revanduz) kürt ayaklanmaları da vardı.. azeriler ayaktaydı.. suriyede ise., özellikle arap milliyetçiliği ve durzilerin ayaklanmaları vardı..

bölge arap milliyetçiliği.; osmanlı sömürgeciliğinden kurtulmak amaçlı., her nekadar batı ile uzlaşma eğilimi gösterse de., birleşik bir arap uluslaşması paradıgmalarına sahiptiler..

konumuz olan suriye alanında., arap milliyetçiliği fransanın parçalı suriye devlet biçimine hep itiraz etti..
arap kabileciliğinin ve mezhepsel farklılıkların sayesinde., sistemi kurmaya çalışsa da., bu işleyişe sürekli itirazlar ve isyanlar oldu..

en önemlilerinden biri., lübnan eyaletinde., cebel duruz ebölgesinde durziler tarafından 1925 de başlatıldı.. ayaklanmada ilk etapda fransızlar yenildi.. ayaklanmaya arap milliyetçileri de katıldı.. amaçları birleşik suriye idi.. içindeki durzilerin talepleri farklı da olsa fransız egemenliğine karşı ortak bir tavırdı..

kısaca., lozan.; belki anadoluda kurulan cumhuriyet ile batıya "yaradı" ise de., bölgede hiç de aynı sonucu yaratmadı..
1936-38 tarihine gelindiğinde., avrupada savaşın eşiğine gelen süreçler ile birlikte., bölge hep çalkantılı oldu..
pek incelenmez ama., bu tarihlerde arap milliyetçiliği nazi almanyası milliyetçiliğinin ve bazı organik ilişkilerinin de etkisinde idi..
nasıl ki., alman nazi milliyetçiliği nasyonalist sosyalist olarak kendini tanımlıyor ise., arap milliyetçiliği içinden de nasyonal sosyalizm olarak "baas"cılık yeşermişti.. bunun sonradan.., savaş sonrası sscb'ye yanaşarak batı karşıtlığı ile "renk" değiştirmiş olması., özünü değiştirmemiştir.. savaş sırasında da., bizzat alman askeri ilişkiler dahil sonrasında bazı nazilerin vatikan-cıa üzerinden buralara aktarılmış olması da bilinen gerçeklerdir..

1925 ayaklanmaları sonucu fransa., öncelikle şam-halep birleşikliğine gitti.. sancak., şama daha bağlı hale getiren kararnamaler çıktı..
bu gelişmeler sonrası sancak içindeki türkler(bunların bir kısmı müslüman dönmelerdir)., ermeniler ve hıristiyanlar özerklik eksiltilmesine itiraz etti.. ama türkiyeden ses gelmeyince lokal kaldı..

1930'lara gelindiğinde., ingiltere ırak mandasına bapğımsızlık hakkını verince., fransız sömürgeciliği sarsılmaya başladı.. sancak ile şam., şam ile lübnan arasındaki çelişki-çatışmalardan(kabilesel-mezhepsel vs.) faydalanarak süreci idare eden fransa için deniz bitmeye başlamıştı..

eylül 1936 da frnasa suriyeye bağımsızlık verme süreci başlattı.. 3 yıl içinde suriye bağımsız devlet olarak., milletler cemiyetine dahil olacaktı.. sancak konusu ise., fransanın tüm hakları ve anlaşmaları aynen suriyeye devredilecek olarak belirlendi..

o tarihlerde fransızlara göre., sancak nüfusu 230 bin çivarında..
% 39' türk!!(burada müslüman olarak geçiyor çünkü alevi araplar ve kürtler türk diyebiliyordu., ayrıca devşirme ve dönmeler de diyordu) .. %28 nuseyri .. % 11 ermeni ve %9 rum ve % 10 da sunni arap vardı..

iskenderun etnik yapısından çok., siyasi-sosyal yapısı gelişmelerde etkin olmuştur.. ve en önemlisi küresel gelişmeler etkilidir.. bu anlamda., önce bağımsız olarak bir süre sürüncemede bırakıldı ve sonrasında., haziran 1939 da fransa ile türkiye., sancağın türkiyeye ilhakı üzerinde anlaşmaya vardılar..

bu sonuç.; iskenderun sancağı içinden gelen bir talep mi? dir.. böyle ise hangi güçler ve toplumsal yapılar bunu neden? talep etti.. hangileri itiraz etti..

bunlar sağlıklı analiz edilmemiş., görünen yada servis edilen bilgiler ışığında sunulmuştur.. gelinen sürece bakıldığında., sancak/iskenderun üzerinde bir hak talebi olmayan., yada bu noktada bastırmayan., yada bu noktadaki taleplerle ilgilenmeyen türkiyeye sancağın ikram edilmesi doğru analiz edilmelidir..

ilhak ile birlikte sancak/iskenderun yapısında ve işleyişinde neler değişmiştir.. bu değişmeler olumlu mu?dur.. örneğin., daha önce farklı etnik-mezhepsel yapıların statüsel hakları varken., ilhak sonrası genelde olduğu gibi hıristiyanlar dışında kalanların tümünün türk!! yapılması gelişme mi? dir.. türk yapılmakla kalınmayıp., hanefi sunni eğitim ile işletilemsi de olumluluk mu? dur..
hiç itirazlar olmamış mı?dır.. vs. vs.

birde., sancak ilhakı ve "hatay yapılması" senkronizedir.. aynı şekilde., bölgedeki arap ulus-devletlerin oluşturulması da senkronizdedir..
ve bölgedeki bugün gelişen suriye sorunu ve bu sorunun türkiye bağları ve bu bağların göbeğindeki iskenderun/antakya., yani hatay semkronizedir..

ve ekleyeyim..

bugün sorunlar yaşayan.. Batı Kürdistan’ın Serêkaniyê (Ras el-Ayn) kenti de bunlar ile senkronizedir..

ne ilgisi var demeyin..
ras el-ayn.. yani çeşme başı ve yine su ile bağlantılı ceylanpınar geçmişte birleşikti sonra bölündü.. ve tümü tarihi tel halaf yani sesler ve renkler kaynağıdır..

yardımcı olması için.. aşağıdaki linki okumanızı tavsiye ediyorum..
http://www.firatnews.com/index.php?rupel=nuce&nuceID=72573






 
#8
Türkiye-Suriye ilişkilerinde yakın tarihte bir ‘gizli belge’-M. Bayrak
Milli Mücadele’ çerçevesinde belirlenen ve kabul gören Türkler’le Kürtler’in yaşadıkları toprakları esas alan Misak-ı Milli sınırlarının, 1921-22 yıllarında İngiliz ve Fransızlarla varılan gizli anlaşmalar çerçevesinde ihmal ve ihlal edilmesi; Kürt entellektüel çevrelerinde bir düş kırıklığı yaratmış ve bu, halkı Kürd İstiklal Komitesi’ni (Azadiya Kurdistan Cemiyeti) kurmaya itmişti.

Kimi, henüz ilk Meclis’te milletvekili olan Komite üyeleri, bir yandan Kemalist eliti uyarırken; bir yandan da başta Sovyet misyonu olmak üzere Batılılar nezdinde, toprak bütünlüklerini korumaya ve haklarını güvenceye bağlamaya çalışıyorlardı.

Sözgelimi, bunlardan Bitlis Mebusu Yusuf Ziya Bey, 1925’teki idamından sadece iki yıl önce 6 Mart 1923’te Ankara’daki Millet Meclisi’nde şunları söylüyor ve bu konuşma ayakta alkışlanıyordu: “Türk’le Kürt teşrik-i mesai ederek yaşamazlarsa, ikisi için akibet yoktur. Bu nedenle, herhangi biri, diğerine ihanet ederse, ikisi için de akibet yoktur…“

Meclis’teki milletvekillerinin ya da 1923’ten sonra, kimi Suriye’ye olmak üzere ülke dışına çıkan Kürt aydınlanma hareketi öncülerinin uyarına rağmen, Lozan Anlaşması bilinen şekliyle bağıtlanmış ve o günden itibaren Kürt sorunu gibi ölümcül devasa bir soruna da kapı açılmıştır.

Sonraki dokümanlardan da anlıyoruz ki, Kemalist yönetim, Türk topraklarını kurtarma karşılığı, Kürtler’i –moda deyimle- ‘ülkesi ve milletiyle’ dörde bölmüş ve Türkiye, İran, Irak ve Suriye’de dört ayrı Kürt sorunu yaratmıştır.

Öte yandan, öyle görünüyor ki, yaptığı anlaşmaya rağmen özellikle Irak’ın kuzey bölgesinde yani Güney Kürdistan’da Kürtler’i, İngiliz yönetimine karşı kışkırtan Türk yönetimi; Fransız yönetimindeki Suriye’de de boş durmamış ve gerek Hatay’ın Türkiye’ye bağlanması, gerekse 1946’da bağımsızlığını kazanan Sünni-Arap yönetimindeki Suriye ile Baasçı-Arap yönetimindeki Suriye üzerinde etkinliğini sağlamak için çeşitli gizli yöntemlere başvurmuştur.

Milli Mücadele yıllarında Fransa ile yapılan gizli anlaşmanın Kürddağı Kürtleri arasında yarattığı yankı ve tepki, bir ‘Mutalebat’ (Uyarılar ve İstekler Dilekçesi) ekseninde gündeme getirilmişti (Bkz. Kürt Tarihi, Sayı:3/2012). Kemalist yönetimin, Fransız yönetimindeki yeni Suriye oluşumu karşısında da boş durmadığı ve bu topraklara bir ajan göndererek, Türkiye yanlısı güç toplamak amacıyla 1930’lu yıllardan itibaren Nakşibendi tarikatı ekseninde bir Mürid Hareketi oluşturduğunu da biliyoruz (Bkz. Sever Işık: Kürt Dağı’nda Esrarengiz Bir Nakşi Şeyhi/ İbrahim Halil Soğukoğlu ve Mürit Hareketi; Kürt Tarihi, Sayı:3/ 2012).

Belki, bunlardan daha da önemlisi, Kemalist yönetimin iki ülke arasında muallakta kalan ve halkının çoğunluğu Nusayri olan Hatay bölgesini Türkiye’ye bağlamak için; 1925’ten itibaren yönetim için Kürtler ve Aleviler hakkında ‘etno-politik inceleme raporları’ hazırlayan Prof. Hasan Reşit Tankut’a bu defa ‘Nusayriler ve Nusayrilik Hakkında’ konulu bir rapor- kitap hazırlatıp 1938’de Türkçe, Arapça ve Fransızca yayımlamasıdır.

Hatay, Türkiye’ye bağlanmadan kısa süre önce Ankara’da Ulus Matbaası’nda basılan ve bölgeye dağıtılan kitap; sözde Nusayriler’i ‘antropolojik, historik, etnolojik’ açıdan, Nusayriliği de çeşitli kültleriyle inceleyen güdümlü bir çalışmadır. Kitapta, tüm Anadolu ve Kürdistan Alevileri’nin ‘Horasan kökenli Türkler’ olarak sunulması gibi; Nusayri Araplar da ‘Horasan’dan gelme Türkler’ olarak anlatılıyor. Zaten, kitabın ‘netice ve bugünkü kutlu söz’ başlıklı sonuç bölümü birçok şeyi anlatmaya yetiyor:

“Anlaşılıyor ki, Alevilik çok eskidir. Ve Aleviler ister Hatay’da ister Anadolu’da olsun; hem gövde yapısı, hem tarih, hem itikat bakımından Türktürler. Kemalist Türkiye’deki ırki ve sosyolojik millet tesisinin mefhumu Türk tarih ve Türk dil tezleriyle aydınlanmış ve saptanmış bulunuyor. Vicdani inançlara gelince, onlar da yeni Türk rejiminin layisiyesi içinde, ışığa ve hakikate dayanan realitesini kazandı. Hurafeleri gömdüğümüz çukurlara zıddiyetlerin laşesini de doldurduk, şimdi Türkler için bir nizam vardır: Biribirini sevmek ve hepimizin vicdanını dolduran ve doyuran bir tek kutlu söz vardır: Atatürk” (Age,s.64).

Zaten, kendisi de özgeçmişine ilişkin belgelerde; “Hatay davamızı anlatmak amacıyla, Atatürk’ün isteği üzerine Nusayriler ve Nusayrilik adında bir kitap neşrettim; bu kitap hemen Arapça ve Fransızca’ya çevrildi, çok tutuldu ve arandı” diyerek, kitabın amacını ortaya koyuyor.

RESMİ SÖYLEMDE İNKARCI GİZLİ PLANDA KABULCÜ

Hasan Reşit Tankut, 1891 Maraş- Elbistan doğumludur. Eski hassa subayı olan babası Reşid Bey, henüz teğmenken Şam’a sürülmüş ve orada kolera salgınından ölmüş. Hasan Reşit’in çocukluğu Cebelu’d-Duruz’da (Dürziler Dağı) askerler ve yerli halk Dürziler arasında geçmiş. Tankut, 1909 yılında Şam İdadesi’ni (Lise) bitirdikten sonra İstanbul’da Hukuk ve Siyasal Bilimler eğitimi yapmış. I. Dünya Savaşı’na yedek subay olarak katılmış ve bir Alman Kurmay Subayının refakatine verilmiş. Bu Alman subayıyla birlikte Fırat nehrinin kaynağından Bağdat’a kadar gitmiş. Bu aşamada yanlarında ünlü Alman doğubilimci Prof. Theodor Nöldeke de bulunmaktadır. (Tankut’un, çocukluk yıllarında öksüz kaldığında, birkaç yıl süreyle Elbistan’ın bir Alevi Kürt köyünde barındırıldığı ve daha sonra eğitime gittiğini biliyoruz)

Türkçe’nin yanısıra Arapça, İngilizce ve Almanca bilen Hasan Reşit Tankut’un; ‘Milli Mücadele’ yıllarında da Kemalistler’in yanında görev yaptığı ve daha sonra da maiyet memurluğu (kaymakamlık öncesi), kaymakamlık, İstanbul Emniyet Müdür Yardımcılığı gibi görevlerde bulunduğunu biliyoruz.

Kemalist tek parti rejimi döneminde Tankut; IV. dönem Muş, V, VI, VII, VIII. dönem Maraş, IX. dönem Hatay ve XI. dönem Mardin mebusluğu yapar. Ancak, bizim açımızdan en önemli görevi, 1925 Kürt İsyanının bastırılmasından sonra tam yetkiyle atandığı Şark İlleri Asayiş Müşavirliği görevidir. 1927’den başlayarak da aynı zamanda Türk Ocakları Genel Enspektörü’dür.

Zamanın Dahiliye Vekaletinin emriyle Diyarbekir Valiliğince kendisine verilen resmi bir belgede; kendisinin Örfi İdare ve Umumi Müfettişlik bölgesine giren “…merkezi Diyarbekir olmak üzere Diyarbekir, Urfa, Mardin, Hakkari, Van, Bitlis, Siirt, Elaziz, Malatya vilayetlerinin Asayiş Müşaviri” olduğu; kendisinin her yerde serbestçe dolaşacağı gibi, gerek resmi kişilerin gerekse aşiret reislerinin kendisine her türlü yardımı yapmakla yükümlü oldukları bildirilmektedir.

Bizzat Atatürk’ün seçmesiyle milletvekili olan Tankut, yine onun talimatıyla Dil ve Tarih- Coğrafya Fakültesi Profesörlüğü’ne atanır. Resmi tarih ve kültür anlayışının kurumlaşmasında önemli görevler üstlenir. Meşhur “Güneş- Dil Teorisi” bunların başında gelir. Arşivinden çıkan Kürtler’e, Aleviler’e ve diğer etno-dinsel kimliklere ilişkin birçok gizli raporunu yayımladığım Prof.Tankut; resmi söylemde “red ve inkarcı” gizli planda “itirafçı ve kabulcü” bir yöntem izler ki, bu, açık ve gizli hemen tüm Kemalist literatüre damgasını vurur.

NUSAYRİLER’E İLİŞKİN GİZLİ RAPOR

Hasan Reşit Tankut’un, ilgi ve görev alanlarından biri de Nusayriler’dir. Nitekim, Atatürk’ün isteği üzerine Hatay meselesi çerçevesinde hazırladığı üstteki çalışma, bildiğimiz kadarıyla Cumhuriyet döneminde yayımlanan ilk kitap çalışmasıdır. Öyle anlaşılıyor ki, Hatay’ın 1938’de doğrudan Türkiye’ye bağlanmasında, diğer politikaların yanısa bu kitap da etkili olmuştur.

Daha sonraki süreçte de dönemsel olarak Tankut’a başvurulduğu anlaşılmaktadır. Keza, özelde Hatay, genelde Suriye, 1938’den sonra da Türkiye- Suriye ekseninde bir sorun olmaya devam ettiği için, aynı uzman kişi yani Hasan Reşit Tankut; Suriye’nin bağımsızlığını almasından sonra da politika üretmeye devam etmektedir.

O dönemde Suriye yönetiminde Sünni çoğunluk bulunmaktadır ve Suriye’nin yumuşak karnı Nusayri-Aleviler’dir. Bu nedenle, hem Hatay’ın Nusayri-Alevi ağırlıklı olması, hem de buranın tabii uzantısı niteliğindeki Lazkiye’nin önemli bir Alevi merkezi olması dolayısıyla, Türkiye’den yütürülecek politikanın hedefi bu kitledir. Şimdiki Türk yöneticileri ise, düne kadar gizli ya da açık işbirliği yaptıkları Baas yönetimini bu kez Nusayrilik’le suçlayıp, Sünni Arap ve Türkler’in safında yer almaktadırlar. Yani, şimdiki Başbakan’ın eski lideri Recai Kutan’ın “bir çeşit sapık Alevilik olan Nusayrilik” dediği kesimin karşısında…

Arşivinden satın aldığım birçok gizli raporunu daha önce Kürdoloji Belgeleri-I (1994) adlı eserimde yayımladığım Tankut’un, 1947 tarihli bu gizli raporunu o tarihte yayımlamamış, ancak bir özetine 1998 tarihli bir köşe yazımda yer vermiştim (Bkz. Türkiye- Suriye Ekseninde Kürt Sorunu ve Bir Belge, Hevi gaz. Sayı:102/ 1998). O günkü yazımı da şöyle noktalamıştım:

“İşte, Türkiye- Suriye ilişkilerine tutulmuş küçük bir ayna… Keşke iddia edildiği gibi Türkiye modern, laik ve demokratik bir ülke olarak hem içiyle, hem de dış komşularıyla barışık olsa da; Türk’ü, Kürd’ü, Arab’ı ve Alevisi, Sünnisiyle bu gerilimi ve çelişkileri yaşamasaydık…“

Aynı yıl içinde aynı yerde yayımlanan bir yazım da, “Tellerin Arkasında Bayramlaşma” başlığını taşıyordu. Burada da, yaklaşık 900 kilometrelik ve büyük bölümü mayınlarla ve tellerle çevrili bu sınırın Kürt sakin ve mağdurlarının dramına tanıklık eden Ahmed Arif’in bir şiirine yer veriyordum:

Kirveyiz, kardeşiz, kanla bağlıyız

Karşıyaka köyleri ve obalarıyla

Kız alıp vermişiz yüzyıllar boyu.

Komşuyuz yaka yakaya

Birbirine kavuşur tavuklarımız

Bilmezlikten değil,

Fıkaralıktan

Pasaporta ısınmamış içimiz

Budur katlimize sebep suçumuz,

Gayrı eşkıyaya çıkar adımız

Kaçakçıya

Soyguncuya

Hayına…

GİZLİ SURİYE RAPORU (1947)

Daha önce tümünü yayımlamadığım bu raporu, son önemli gelişmeler ışığında bilince çıkarmak gerekli hale geldi. İşte, Suriye’nin bağımsızlığını almasından bir yıl sonra, 24 Şubat 1947’de kaleme alınan gizli rapor:

Ankara:24.II.1947

“Suriye Alevilerini Suriye Hükumetine karşı bir varlık ve benlik davasına kaldırmak imkan içindedir. Çünkü:

1- Aleviler, Sünni Araplar’dan nefret ederler.

Not: Lübnan Cumhuriyetinin Hıristiyanlık dolayısıyla Arap birliğine yabancı kalması, Ürdün gerisi Krallığının büyük Suriye davası, Suriye politika adamlarını son zamanlarda dar çerçeveli bir İslamlık politikasına sevketti. Bu adamlar halkı memnun etmek için Araplıkta olduğu kadar Şeriatçı Müslümanlıkta da taassup göstermeğe başladılar, bu yüzden Alevilerin Sünni Araplara karşı duydukları nefret günden güne artmaktadır.

2- Bu unsurun başlıca bir kısmı tartışmadan, uğraşmadan ve savaşmadan hoşlanır. Silahlı saldırma ve savunmaya alışıktır.

Not: Son zamanlarda Ali Mürşid’in yakalanması sırasında kanlı savunma ve çarpışmalar oldu. Şimdi sinmiş durumda olanlar ilk fırsatta yine ayaklanabilir.

3- 21 Mart 1920’de Fransız mandası altında bir hükumete sahip olmuşlardır. 14 Nisan 1930’da bir Anayasa kazanmış, vakit vakit silahlı, silahsız ihtilal komitaları kurmuş ve kanlı maceralara girmişlerdir.(Şeyh Salih İsyanı gibi).

4- Caferi mezhebe ve onun fıkhına bağlı oldukları için Şeriye mahkemelerinin hükümlerinden olağanüstü bir azap duyarlar.

5- Mezhep bakımından birbirine zıt partileri bulunmakla beraber Alevilik ana davasında söz birliğine varabilecek yarım milyonluk bir kütledirler.

6- İhtilalcileri barındıracak ve cesaretlendirecek kadar sarp dağları, dereleri ve deniz kıyıları vardır. Daraldıkları ve pek bunaldıkları zaman kara ve deniz yoluyla Türk topraklarına, Kıbrıs’a kaçmaları kolaydır.

Böyle bir hareketi canlandırmak için biri vadeli diğeri vadesiz iki usul kullanılabilir.

Vadeli usulda: Gazete, kitap ve dini söylevler, vaız ve dualar başlıca amillerdir. Açık olarak dövizler, anblemler, bilimsel yazılar, gizli olarak da kötüleme, karalama ve hor gösterme bu memlekette ayrılma isteğini başka memleketlerde olduğundan daha kuvvetli olarak geliştirir. Bu usulde zaman ve sabır egemendir.

Türkiye içinde eski hars komitaları yeniden canlandırılmalıdır. Bu komitalar esas çalışmayı maskelemeye de yarar.

Vadesiz usulde; kestirme ve çabuk hareket şarttır. Bunun için;

Suriye Alevilerinden birkaç idealcinin Türk sınırları içinde (Lazkiye bağımsızlığı) adına bir kurtuluş komitası kurmaları gerekir. Bu komita Suriye’deki Alevi topraklarında en kısa bir zamanda teşkilata başlayacaktır. (Teşkilatın şekli ve çalışma metodları kendilerine öğretilir).

Komitanın Suriye topraklarında (Beyrut, Trablusşam gibi) Gazeteleri, sözcüleri bulunur. Bunlar şehirlerde çalışır. Köyler için Alevi Şeyhleri bugün de bin yıl önceki kadar müessir ve hakimdir. Fakat en etkili yayın Suriye Dağında yapılacak olandır. Lazkiyeli birkaç kişinin mesela, İskenderun veya Gaziantep’de Arap diliyle bir gazete veya bir dergi çıkarması önemlidir. Bu gazete veya dergi günlük duruma göre ya açıktan veya gizli olarak Alevi topraklarına sürülür. Bu şekil güçleşirse birer formalık broşürler çıkarılır. Türkiye içinde başlıca birkaç Türk gazetesi Suriye Aleviliği davasına sütunlar ayırmalıdır.

Bu komitanın Türkiye hesabına en önemli başarısı Alevi topraklarında mitingler yaptırmasıyla başlar. Her hangi bir seçimde Suriye hükumetine karşıt bir etki yapabildikleri gün önemleri duyulmağa başlar.

Amaçları sırasıyla, manda idaresi zamanındakine benzer bir muhtariyet, bir anayasa, bir kamutay, özel bir yasama ve yargılama hakkı, özel bir hükumet hatta bağımsız bir devlettir.

Komita, Suriye Alevilerine kendilerini ve haklarını koruyacak biricik devletin Türkiye olduğunu telkin edecek, modern ve layık anlayışıyla bu memlekette vicdan, inanç ve düşünme hürriyetinin kemal derecesine varmış olduğunu anlatacaktır. Bu komitanın yayınları tarafımızdan tertiplenir ve kontrol edilir.

Not: Bu teşkilatın en kesin bir şekilde uğraşacağı kuvvetlerden birisi (El- Usbetü’l- Amelü’l- Kavmi) derneğidir. Bu dernek vaktiyle İtalyan Faşist sistemine göre kurulmuş ve onlar tarafından desteklenmişti. Suriye’de (Aleviler de içinde) Arap birliğini amaçlayan bu derneğin bugün Lazkiye’de sancak davasını gütmekte olduğunu sanıyoruz.

Bu işleri bizim hesabımıza biri Başkan, ikisi yardımcı olmak üzere üç kişilik bir merkez heyeti idare eder. Bunların çok küçük bir bürosu vardır. Hesap işlerini ya Dışişleri yaİçişleri bakanlığından bir mutemet görür. Kendileri paraya el sürmezler.

Merkez Heyeti gerekli görürse Suriye ve Lübnan’da kontrol yapar ve yaptırır.

Merkez Heyetinin hükumetle teması yalnız Başbakan’ladır. Dış ve İçişleri bakanlıkları kendilerine bilgi toplamak ve vermek yardımını esirgemezler. Zamanla Aleviler’den bize kaçma ve sığınma olursa, böylelerinin muhtaç olanlarına para yardımı yapılır.

Merkez Heyetinin kararlı bir binası yoktur. Lüzum görürse hudut üzerinde bir şehirde de çalışabilir.

Bu iş için sayısı belli, derhal ve kolayca sarfedilebilir bir yıllık ödenek ayrılması zaruridir.“

Kaynak: Kürt Tarihi Dergisi
Trkiye-Suriye ilikilerinde yakn tarihte bir gizli belge-M. Bayrak | ANF


not.. bu alıntıyı bilgi/belge anlamında sundum.. ama içinde katılmadığım yerler vardır.. ve yine bazı tespitler., yazarın kendinden menkuldür tartışmaya açıktır..
 
#10
Suriye meclisinde hangi partiler var . bilen var mı ?
bir sorum daha var : mecliste muhalif parti var mı ?

sevgili dostum.. sorduğun sorular ayrı bir konu başlığı gerektiriyor diye düşünüyorum..

gerçi açılan bu konu içinde de ele alınabilinir ama çok derin bir konu ve türkiye sürecine çok benziyor.. yani şu aşama ile ele alınacak gibi değil..

örneğin.. tek parti süreci olarak benziyor.. gerçi suriyede tek parti süreci biraz farklı işledi.. partiler vardı ama hepi tek bir cephe içind etek parti idi basın olan baas idi..
yine türkiyeden farklı olarak., komünistler parti olarak vardı ama cephe içinde baas çizgisi dahilinde var olabiliyordu.. hizalandı diyeyim.. itiraz edenler ayrıldı ve ilginçtir cephede iki ayrı kp vardı..

yine işin başında komünistler., lübnan ile bütündü sonra ayrıştılar.. suriye kp'si içinde kürtler yoğundu ama., diğer azınlık kp üyeleri ile birlikte baas ile yürüyorlardı..

baas içinde esad/nusayri dominantlığı oturdukça., diğerleri artık dolgu malzemesi olarak var oldular.. esad süreci ise tam bir oportünist faşizmdi.. yeri geldi filistinde faşist marunileri destekledi özellikle filistin solu katliamı yaptı.. yeri geldi., sscb ile ilişkilendi ama bölgede küresel sermayenin politikalarını işletti.. yani bir ali "sol"da diğer eli küresel sermaye de kendini yaşattı.. durdu.. tıpkı., 1923-40 "kemalist" cumhuriyet gibi..

söyleyeceklerim şimdilik bunlar.. bunların gerektirdiği verileri internet ortamıondan araştırıp bulursun.. kendi analizini de yaparsın.. konuşuruz-tartışırız..
yani., şimdilik benden bu kadar.. şu aşamada süreç ile yoğunlaşıyorum.. :)
 
Üst