DETERMİNİZM-İNDETERMİNİZM KARSITLIGININ DOGABİLİMLERİNDEKİ DAYANAKLARI
Determinizm nedensellik ilkesini kapsar ve ister dogada ister tarihte olsun olayların birbirine zincirleme neden-sonuç iliskisine göre baglı oldugu düsüncesine dayanır. Klasik determinizim tanımı, daha çok bilim adamlarınca benimsenmistir. Bilim adamları determinizmi dogada bulunan bir ilke olarak kabul ederler ve dogadaki her sürecin birbirine zorunlu bir sekilde baglı oldugunu belirtirler. Özellikle klasik determinist anlayıs, klasik fizigin temelini olusturan Newton mekanigi tarafından olusturulmustur.Newton mekanın mutlak oldugu düsüncesinde temellenen mekanistik doga anlayısının matematiksel formülasyonunu yapmıstır. Gallileo’nun ölçümlerini kendi devinim yasalarına temel alan Newton, evreni matematiksel yasalara göre hareket eden büyük bir makine olarak kabul etmistir. Bu mekanik evrende her olay bir önceki olayın sonucu olarak kabul edilir ve dogadaki olgularla bu olguları formüle eden yasalar arasındaki uygunluk matematiksel yasalarla ifade edilir.
Newton’un mutlak mekan ve zamana dayanan determinist kuramı, Einstein’ın “Genel Görelilik Kuramı” ve Heisenberg’in “Belirsizlik İlkesi” tarafından belirli noktalarda çürütülünceye kadar etkisini korudu (hala da korumaktadır). Einstein Genel Görelilik kuramıyla kendisine kadar gelen ve Newton mekanigini de içine alan Euklid’ci mekan-zaman kavrayısını degistirdi. Genel Görelilik kuramıyla mekan ve zaman birbirinden farklı degil, aksine iç içe geçmis süreçler olarak tanımlanmaktadır. Bu kurama göre, zaman mekandan tümüyle bagımsız degildir, fakat onunla birlikte nesneyi olusturur. Newton’un devinim yasaları mutlak konum düsüncesine son verirken, Einstein’ın Genel Görelilik kuramı da mutlak zaman düsüncesine son vermistir. Max Planck’in “Kuantum Teorisi”ve Heisenberg’in “Belirsizlik >lkesi” ile güçlenen indeterminizm Laplace’ın evrendeki tüm nesnelerin belli bir andaki konum ve hızları verildigi takdirde gelecekte veya geçmiste herhangi bir andaki durumlarının kestirilebilecegi yolundaki determinist anlayısı yıkmıstır. Newton’un evrensel çekim yasası, Laplace’ı evrenin tümüyle belirlenebilir bir nitelikte oldugu savına götürürken, kuantum teorisi ve belirsizlik ilkesi doga bilimlerine bir bilinemezcilik ve gelisigüzellik ögesi soktu. Matematiksel öndeyilerin tamamen fiziksel yasalarla örtüstügü düsüncesine baglı klasik fizigin mekanik evrenine dayanan determinist nedensellik anlayısı yerini olası nedensellige bıraktı.
Bu formüle edilirse; x, y’nin nedenidir (y daima x’i izlemelidir, x ve y daima zorunlu olarak birlikte gitmektedir) demek olan klasik determinist görüs yerini, y, x’i büyük bir olasılıkla izliyorsa x, y’nin nedeni olabilir seklinde olası bir nedensellige bıraktı .
Sonuç olarak: Dogada düzensizlik ve rastlantısallıgı barındırmayan mekanist düzenlilik ve süreklilik düsüncesi geriledi. Degisim ve süreklilik kavramları öne çıktı. Artık rastlantısallıgın klasik bilimdeki düzenin yerini aldıgını söyleyecek kadar ileri gidemesekte, rastlantısallık ve olasılık gibi kategoriler belirleyici olmaya basladı.
TARİHTE DETERMİNİZM VE İNDETERMİNİZM
Tarihe rastlantının mı, insan bilincinin mi, yoksa insan bilinç ve isteklerinden bagımsız zorunlu bir yasanın mı yön verdigi sorunu, tarih felsefesinin en kökensel sorunlarından biridir. Bu sorun belli olayların belli kosullarda olusmasındaki kaçınılmazlıgı ifade eden determinizm ile tarihi “tesadüfi” nedenlere indirgeyip, tarihsel süreci önceden açıklanamayan olaylara baglayan indeterminizm karsıtlıgında anlam kazanır. Çünkü determizim ilkesi, tarihsel süreçte olusabilecek her olayın nedensel baglarla belirlendigi görüsü ile birlikte tarihsel olayların, zorunlu bir neden-sonuç iliskisine göre dizildigini belirtirken, indeterminizm bu zorunlulugu nedensel yasalara baglı olmayan rastlantısal nedenlere indirger.
Genellikle tarih felsefelerinde determinizm-indeterminizm sorunu, rastlantı ve zorunluluk sorununu da içine alan iki uzlasmaz karsıt olarak islenmistir. Tarihsel süreçte ya rastlantısal olaylar yok sayılıp zorunluluga indirgenmis ya da zorunluluk yok sayılıp tarihsel süreç rastlantısal olaylarla açıklanmak istenmistir. Bu açıklamalarda genel yasalar altında ifade edilen olaylara zorunlu, genel yasalar altında ifade edilemeyen olaylara ise rastlantısal olarak bakılmıstır. Buna paralel olarak tarihsel sürecin genel yasalarla açıklanıp açıklanamayacagı tartısmasının odagı olan rastlantı ve zorunluluk sorunu, tarihçilerin tarihe determinist veya indeterminist bir tutum takınmalarına göre sekil kazanmıstır. Tarihi insanın yaptıgı bir defalık oluslara ait bir gerçeklik alanı olarak alan tarihçiler, tarih felsefelerini indeterminist bir taban üzerine insa etmislerdir. Tarihe determinist yasalarla yönelip, tarih felsefelerini belirlenimci bir taban üzerinde insa eden tarihçiler ise zorunlu yasa fikrine baglı bir etiket tasımıslardır. Dogadaki gibi tarihi determine eden bu yasaları, bazen metafizik-teolojik, bazen mekanik ve biyolojik bazen de psikolojik olarak düsünmüslerdir. Bu degisik düzlemlerden hareket eden görüslerin ortak yanı (İster Tanrı’nın iradesinden, ister doganın yasalarından, isterse de iktisadi gelisim yasalarından hareket etsinler) “gelisim” düsüncesine bir yanından tutunmalarıdır. Buna farklı düzlemlerden hareket eden fakat aynı zamanda ortak noktaları determinist tarih yorumları olan, Hegel, Marks ve Comte’un tarih felsefeleri örnek olarak verilebilir. Üçünde de tarihin belirli yasalarla yönetildigine iliskin belirlenimci sav ortaktır.
Hegel’e göre insan iliskileri ancak tarih aracılıgıyla kavranabilir. Tarih ise tanrısal iradenin bir görünümü, dısavurumu, edimidir. Bu üst savla Hegel, tarihte Hıristiyan inançlarına dayanan amaçlar gözetmistir. Hegel, Hıristiyanlıgın, bütün insanların Tanrı önünde ortak bir kadere sahip oldugu teolojik savını gelisim yasasına baglı zorunlu bir süreç olarak tarih felsefesine getirirken, tarihsel gelisim yasasını da Hıristiyanlıgın temel ögretisi olan Tanrısal öngörünün dünyaya egemen oldugu inancıyla temellendirdi. Hegel’e göre Tanrı’nın öngörüsünün ve koymus oldugu bu planın bilgisine sahip olma, dünya tarihini olanaklı kılmaktadır. Nitekim, Hegel için, Hıristiyanlar Tanrının sırlarına sırdas oldugu ölçüde tarihin anahtarı insanlıgın eline geçmis olur. “Dünyaya Tanrısal istenç egemendir”, diyen Hegel, istenç dünyasının rastlantıya bırakılmamıs oldugunu, yani tanrısal irade ile belirlenmis oldugunu belirtir. Tanrısal irade ise, Tanrının dogrudan dogruya tarihe müdahale etmesidir.
Hegel’de akıl (Tanrısal irade, Geist) dünyaya egemendir. Bu egemenligi zorunlu gelisim yasaları ile özdeslestiren Hegel, tarihsel sürecin rastlantıya bırakılmamıs oldugu görüsünü tarih felsefesinin ana motifi yapmıstır. Her seyin içinde yasayan ve her seyin onda yasadıgı Geist’ın kendisini kendi olarak tanımak için giristigi diyalektik süreçte tarih, bir asamadan diger asamaya geçer. Bu geçisler veya ugraklar askın bir bilincin tarihi yönlendirmesidir. Geist’ın kendi bilincine varmak için dünya haline gelmesinde bir iç zorunluluk vardır. iŞte bu nedenden dolayı Hegel’de tarih hiçbir rastlantısal ögeyi içermez. “Rastlantısallık dıs zorunlulukla aynı seydir, dıs kosullardan baska bir sey olmayan nedenlere geri gitmedir. Tarihi, tarih üstü Tanrısal Geist’in yasalarıyla determine eden Hegel, bu yasaları zorunlulukla özdeslestirdi. Determinist tarih yorumunda ise rastlantıya hiç yer vermedi.
Determinizm-indeterminizm karsıtlıgını rastlantısal olanı zorunlu olana indirgeyerek çözen Hegel gibi Marks’da tarihi belirlenimci yasalarla açıklama yoluna gitti. Marks “toplumsal hareketi, yalnızca insan iradesinden, bilincinden ve düsüncesinden bagımsız olmakla kalmayan, tersine onların iradesini, bilincini ve düsüncesini belirleyen yasaların yönettigi bir dogal tarihsel süreç olarak ele aldı” . Fakat o, tarihsel gelisim yasasını insan bilincinden bagımsız tinsel bir töz olarak degil, temelini insanlar arasındaki üretim iliskilerinde bulan iktisadi yasalar ile açıkladı.
Marks’a göre insan etkinligi ve eylemleri tarihin özünü olusturur.ilk tarihsel eylem insanların kendi üretim araçlarını üretmesiyle baslamıstır. Bireyler arası iliskiler Marks’da “üretim tarafından kosullandırılır” . İlk tarihsel eylem üretim oldugu için toplumsal hayatı belirleyen ilke üretim biçimleri ve üretim iliskileridir. Kendi içinde farklılasmıs bir süreç olan tarihte, dogadan farklı olarak “olusturulmus” bir süreç söz konusudur. >nsanlar kendi tarihlerini kendileri yaparlar. Bu su demektir: Dogada kör bir determinizm varken, tarihte insanın bilinçli bir kavrayısla ortaya koydugu hedefler ve bu hedeflere yönelik insan eylemleri vardır. “Maddi üretimlerini ve karsılıklı maddi iliskilerini gelistiren insanlar, kendilerine özgü olan bu gerçek ile birlikte hem düsüncelerini hem de düsüncelerinin ürünlerini degistirirler” . Marks’a göre insanların iradesi dısında diyalektik olarak gelisen ekonomik yasamın genel yasaları nesnel bir nitelik tasır. Bununla birlikte Marks, rastlantısal olanın nesnel gerçekligini de kabul eder. Bir olayı yönlendiren rastlantılar ne kadar çok olursa olsun, rastlantısal olanı da yönlendiren objektif yasalar vardır. Bu nedenle tarihsel süreçte rastlantısal olanla zorunlu olan karsıtlıgı, aslında birbirini içeren ve diyalektik bagımlılık içinde birbirine dönüsen karsıtlıklardır.
Marks’dan sonra determinist gelenegi sürdüren Comte zamanına özgü doga bilimlerine duyulan güvenle tarihe yöneldi ve pozitivist tarih felsefesini baslattı. “Pozitivizm” düsüncesini kendisine borçlu oldugumuz Comte, doga bilimlerine benzeyen, doga bilimlerindeki gibi yasalar koyabilen bir tarih ve toplumbilimi kurma amacını güttü. Bu amaçla Comte, tarihi de dogabilimleri gibi kesin genellik içeren nesnel bir bilgi alanı olarak konumlandırmak istedi ve koymus oldugu dogabilimsel yöntemi toplumbilimlerine ve tarihe uyguladı. Comte birbirine yabancı olarak düsünülen türlerin aslında yavas ama sürekli dogal bir gelisimin halkaları oldugu Darwinci düsünceyi benimseyerek tarihsel süreçte toplumların da az gelismis bir durumdan gelismis bir duruma dogru evrildigini düsündü. Bütün kültürlerin zorunlu olarak içinden geçecegi tek biçimli bir asamalar dizisi önerdi. Comte uygarlıkların nesnel bir yasaya uygun olarak teolojik, metafizik ve bilimsel asamalardan geçerek gelistigini, uygarlıklar için öngördügü evrimin üç asamasının da zorunlu olarak birbirini izledigini ve bu asamalardan hiç birisinin atlanamayacagını, geriye dogru bir adımın da atılamayacagını belirtti . Böylece tarihi determine eden zorunlu gelisim yasasını doga bilimlerinin determinist yasalarıyla anoloji kurarak açıklamıs oldu. Comte’un tarihsel gelisim yasasını doga bilimlerine uygun kılma çabasında, Darwin’in evrim teorisi yanında daha önce Newton mekanigince ortaya konan ve Laplace’ın evrensel determinizm kuramıyla pekistirilen klasik fizigin belirlenimci evren tablosu da önemli rol oynadı.
Daha çok doga bilimlerinde kullanılan bir kavram olan determinizm, önce de belirtildigi gibi dogada meydana gelen herhangi bir olayın neden-sonuç iliskisine zorunlu baglanmasıdır. Doga olaylarında, bu olaylara doga yasaları dısında müdahale eden bir irade olmadıgı için belli kosullarda aynı olaylar aynı sonucu verir. Bu sonuç, tarihi de içine alan toplumla ugrasan bilimler için söylenemez. Çünkü tarihsel süreç içinde insanlar bilinçli olarak kendi etkinliklerini gösterme özgürlügüne sahiptir. Dolayısıyla doga olaylarının tam tersine tarihsel olaylar, insanların iradeleriyle beklenilenin tam aksine de gerçeklesebilir. Tarih alanında dogadaki gibi belirli kosullar altında olusan olaylar aynı sonucu dogurmazlar. Çünkü aynı kosullarda yetismis insanların bir ve aynı olaya verecekleri tepkiler farklı olacaktır. Bu temel degisken nedeniyle tarihteki olaylara dogadaki gibi tam bir determinizm uygulanamaz. Ayrıca tarihteki olaylara dogadaki gibi bir determinizmi uygulayabilmek için bu olayları da maddi durumlardaki gibi açık bir sekilde incelememiz gerekir ki, alanı itibariyle tarihte bu da olanaklı degildir. Çünkü tarihte tarihçinin yapacagı yorum subjektivizm sınırları içinde kalmasa bile, deger yargılarına baglıdır.
Olay baglantılarını kurarken tanıdıgı öncelikler, biçtigi degerlerden soyutlanamaz. Tarihçi olgular yıgını karsısında kendi ilgi alanına girenleri seçer ve onları neden-sonuç iliskisine göre yeniden kurar. Tarihçinin yapmıs oldugu neden-sonuç sıralaması her an bir baska tarihçinin ilgi ve yorumuna göre degistirilip bozulabilir. Burada “tarihçinin yorumu ön plandadır” (Carr, 1991:!9). Bu yoruma göre nedenler önem kazanır veya kaybeder. Öyleyse tarihte her neden-sonuç iliskisi her an baska bir nedensonuç iliskisiyle bozulma tehlikesiyle karsı karsıyadır. Bu baglamda söyle bir soru yöneltilebilir: Tarihte her sey hareket eden bir süreç içindeyse, nasıl bir neden-sonuç iliskisi kurulabilir ve tarihe nasıl bir anlam verebiliriz?
“Bir seyi geçmisi ve gelecegi açısından inceleme” sonucunda hiçbir zaman tarihte “bu sunun kesin sonucudur veya nedenidir” seklinde bir yargıya varamayız. Bir tarihsel olayın geçmisini ve sonrasını ve o zamana göre gelecegini incelerken elbette nedensel baglar kurulur, ama olayın tekligi nedeniyle deneysel olarak kanıtlanmıs bir kesinlik öne sürülemez. Ayrıca tarihte rastlantısallık olarak nitelendirebilecegimiz sonsuz bir alt nedenler ve sonuçlar zinciri vardır. Bu bakımdan tarihsel “geçmis” ile “gelecek” arasında birebir neden-sonuç halkası degil, çok etkenli geçisler olabilir. Bu karmasık yapılar tarihçi tarafından sonra çözümlenebilir. Bu nedenle tarihte a posteriori’likten kalkılarak a priori’lige ulasma çabası baskındır. Bunun en iyi örnegini “simdi”den geçmise baktıgımızda görürüz. Genelde “simdi”den geçmise baktıgımızda olgular arasında, geçmisten “simdi”ye kesin bir neden-sonuç zincirlenisi olmadıgı halde, kesin bir neden-sonuç iliskisi kurmaya yatkınızdır. Halbuki “simdi”den “gelecege” baktıgımızda aynı kesin tavrı gösteremiyoruz. Çünkü gelecekteki olaylar arasındaki neden-sonuç iliskileri bir olasılık agı olarak karsımıza çıkıyor.
Görüldügü gibi, tarihte doga bilimlerindeki gibi bir determinizmi varsaymak mümkün degildir. Fakat determinizmin islevini tamamen yok sayıp indeterminizmi tarihe yerlestirmemiz de olası degildir. Tarihte pozitif bilimlere uygun yasalar beklemek bir genelleme hatasına düsüldügünü gösterirken, insan eylemlerini yalnızca rastlantıya bırakmak, bir takım nesnel olguları yadsımaktan baska bir seye yaramaz. Bu nedenle ister doga bilimlerinde ister toplum bilimlerinde olsun nedensellik dıslanamaz. Böyle bir anlayıs bilinmeyen nedenlerin varlıgını reddetmez. Oysa determinizm, eksiksiz bir nedensellik ister. Eskilerin “dogada bosluk yoktur”demesi gibi (oysa fizik bilimine göre var) determinizm de tarihte boslugu korkunç bulur (horror vacui). Sonuç olarak, insani eylem ve yapıp etmelerin dısında tarih üstü bir yasa, bilinç veya kavram yoktur. Tarihte determinizm, her çaga damgasını vurmus olan insansın eylem, düsünce ve hedefleridir. Bunlar içinde bulundukları tarihsel çagı ya da dönemi determine ederler. Tarihte determinizm-indeterminizm karsıtlıgı bir antinomi karakteri tasıyor mu?
Bir karsıtlıgın antinomi özelligi tasıması için, savların esit güçte olması ve sorunun çözüme ulasamaması gerekir. Determinizm-indeterminizm karsıtlıgının antinomi karakteri var mıdır? Varsa, senteze ulasılamayacak, kavram çatıskısı süre gidecektir. Yoksa, çözüm için çesitli sıklar ortaya çıkacaktır. Bunlar:
a. Karsıt savlardan birisi digerini bütünüyle ortadan kaldırır.
b. Bir sav digerini belli ölçüde içine alır.
Eger (a) geçerliyse, bu kez de:
a.1. Tarih felsefesi, tarihsel olayların tüm degiskenligi içinden geçen degismez nedensel ilkelerin
ya da determinist ilkelerin açıklanısıyla ugrasacak ya da
a.2. Tarih felsefesi, tarhsel olayların a posteriori’ligini ve tekligini kabul ederek baglayıcı ilkeler
aramayacak, tarihsel dönemleri anlam öbeklerine ayırmakla yetinecek ve genel sonuçlar çıkarmadan karsılastırmalar yapmanın ötesinde bir ugrasıya girmeyecektir.
Eger (b) geçerliyse, o zaman;
b.1. Determinizm basat olacak, indeterminizm de “izm” özelligini yitirerek bazı nedenselliklere
serpismis sınırlı bir öge olacaktır. Ya da,
b.2. İndeterminizm basat olacak, determinizm ise “izm” özelligini yitirerek hiçbir a priori’lik tasımayan ve olaylar arasında dıssal ve en görünürdeki empirik baglara isaret eden zayıf bir nedensellik olarak kalacaktır.
Bu çözümlemeyle karsıtlıga ısık tutmaya çalıstım. Simdi ya antinomiyi oldugu gibi kabul etmek ve çözümsüzlügü tarihten örneklerle göstermeye çalısarak bir sentezin olamayacagını söylemek ya da belirttigim dört seçenekten birini sav olarak öne sürmek zorundayız.
Tarih felsefesi yani felsefi tarih anlayısı, baslangıçları Kant’ta görülebilen Alman idealizmiyle de doruga ulasan, bizim (a) sıkkıyla belirttigimiz tutumu benimsemisti. Öyle ki, bir tarik felsefesi olacaksa, o ancak a priori olabilirdi. Kant bu a priori’lige “Dünya Yurttaslıgı Amacına Yönelik Genel Bir Tarih Düsüncesi” yazısında özellikle “doganın insan için gizli planı” (Kant,1984:120) demisti. Kant sadece a priori bir tarih felsefesi olanagından söz etmisti. Bu Salt Aklın Elestirisi’ndeki ve Prologemena’daki, bilimlerin ve metafizigin olanagını arastıran sorular gibiydi. Fichte ve Schelling objeyi (gerçek tarihi) içine alan bir tarihsel özne anlayısı gelistirdiler. Bu askınsal özne nesneyi içine almakla kalmıyor, onu meydana getiriyordu. Hegel bu sistemi tamamladı ve sonunda tinsel a priori’nin bütün empirik ögeleri içine aldıgı ve anlamlandırdıgı bir Geist determinizmi kurdu (yukarıdan asagıya determinizm). Bu benim b1 ve b2 sıklarında belirttigim kısmi içerme degildir. Çünkü empirik tarih Hegel’de, kendisini asan ide ile bütünüyle örtüsmek zorundaydı. Bu nedenle Hegel totalitarizme yol açtıgı gerekçesiyle çagımızda agır elestirilere ugramıstır. Bu elestirilerin asırılıgı ve haksızlıgı sonradan gösterildi.
Alman idealizminin savlarının metafizik bir hareket noktasının sonucu oldugu ve böyle bir tutumla baska bir sonuca varılamayacagı bellidir. Fakat tarihsel gerçekligi, gerçekligin önünden giden ve onu ardından çeken bir düsünce sistemine baglamanın ve uygulamanın –akla ne kadar hos ve çekici gelse de- tek yanlı kalması ve elestiri karsısında çözülüsü, felsefi tarihe karsı tepkileri arttırdı. Tarih biliminin kendisi ve gelisen sosyoloji, tarih felsefesiyle baglarını gevsettiler. Bu tutum sert tepki olarak (a) sıkkında belirttigim, indeterminizmin determinizmi ortadan kaldırması, ılımlı tepki olarak da (b2)’de belirttigim indeterminizmin basatlıgı savlarıyla kendini gösterdi. Günümüzde yöntem olarak daha çok (b2) islenmektedir. Marksizmin materyalist tarihsel determinizmi dahi bir sablon olmaktan çıkarak yeni diyalektik açılımlar aramaktadır. Bu makalenin temel savı, rastlantıyı basat kategori olarak almayan, fakat gelecegi kesin determinist bir öngörüye dayandırmayan, iki tür sürecin kesistigi bir alan olarak tarihe bakmanın gerektigidir. Yukarıdaki dört seçenekten özgürlüge en çok ama gene de sınırlı pay veren (b2) seçeneginin yanındayız.
Zehra G. E. ASKIN
saygı ve dostlukla
Determinizm nedensellik ilkesini kapsar ve ister dogada ister tarihte olsun olayların birbirine zincirleme neden-sonuç iliskisine göre baglı oldugu düsüncesine dayanır. Klasik determinizim tanımı, daha çok bilim adamlarınca benimsenmistir. Bilim adamları determinizmi dogada bulunan bir ilke olarak kabul ederler ve dogadaki her sürecin birbirine zorunlu bir sekilde baglı oldugunu belirtirler. Özellikle klasik determinist anlayıs, klasik fizigin temelini olusturan Newton mekanigi tarafından olusturulmustur.Newton mekanın mutlak oldugu düsüncesinde temellenen mekanistik doga anlayısının matematiksel formülasyonunu yapmıstır. Gallileo’nun ölçümlerini kendi devinim yasalarına temel alan Newton, evreni matematiksel yasalara göre hareket eden büyük bir makine olarak kabul etmistir. Bu mekanik evrende her olay bir önceki olayın sonucu olarak kabul edilir ve dogadaki olgularla bu olguları formüle eden yasalar arasındaki uygunluk matematiksel yasalarla ifade edilir.
Newton’un mutlak mekan ve zamana dayanan determinist kuramı, Einstein’ın “Genel Görelilik Kuramı” ve Heisenberg’in “Belirsizlik İlkesi” tarafından belirli noktalarda çürütülünceye kadar etkisini korudu (hala da korumaktadır). Einstein Genel Görelilik kuramıyla kendisine kadar gelen ve Newton mekanigini de içine alan Euklid’ci mekan-zaman kavrayısını degistirdi. Genel Görelilik kuramıyla mekan ve zaman birbirinden farklı degil, aksine iç içe geçmis süreçler olarak tanımlanmaktadır. Bu kurama göre, zaman mekandan tümüyle bagımsız degildir, fakat onunla birlikte nesneyi olusturur. Newton’un devinim yasaları mutlak konum düsüncesine son verirken, Einstein’ın Genel Görelilik kuramı da mutlak zaman düsüncesine son vermistir. Max Planck’in “Kuantum Teorisi”ve Heisenberg’in “Belirsizlik >lkesi” ile güçlenen indeterminizm Laplace’ın evrendeki tüm nesnelerin belli bir andaki konum ve hızları verildigi takdirde gelecekte veya geçmiste herhangi bir andaki durumlarının kestirilebilecegi yolundaki determinist anlayısı yıkmıstır. Newton’un evrensel çekim yasası, Laplace’ı evrenin tümüyle belirlenebilir bir nitelikte oldugu savına götürürken, kuantum teorisi ve belirsizlik ilkesi doga bilimlerine bir bilinemezcilik ve gelisigüzellik ögesi soktu. Matematiksel öndeyilerin tamamen fiziksel yasalarla örtüstügü düsüncesine baglı klasik fizigin mekanik evrenine dayanan determinist nedensellik anlayısı yerini olası nedensellige bıraktı.
Bu formüle edilirse; x, y’nin nedenidir (y daima x’i izlemelidir, x ve y daima zorunlu olarak birlikte gitmektedir) demek olan klasik determinist görüs yerini, y, x’i büyük bir olasılıkla izliyorsa x, y’nin nedeni olabilir seklinde olası bir nedensellige bıraktı .
Sonuç olarak: Dogada düzensizlik ve rastlantısallıgı barındırmayan mekanist düzenlilik ve süreklilik düsüncesi geriledi. Degisim ve süreklilik kavramları öne çıktı. Artık rastlantısallıgın klasik bilimdeki düzenin yerini aldıgını söyleyecek kadar ileri gidemesekte, rastlantısallık ve olasılık gibi kategoriler belirleyici olmaya basladı.
TARİHTE DETERMİNİZM VE İNDETERMİNİZM
Tarihe rastlantının mı, insan bilincinin mi, yoksa insan bilinç ve isteklerinden bagımsız zorunlu bir yasanın mı yön verdigi sorunu, tarih felsefesinin en kökensel sorunlarından biridir. Bu sorun belli olayların belli kosullarda olusmasındaki kaçınılmazlıgı ifade eden determinizm ile tarihi “tesadüfi” nedenlere indirgeyip, tarihsel süreci önceden açıklanamayan olaylara baglayan indeterminizm karsıtlıgında anlam kazanır. Çünkü determizim ilkesi, tarihsel süreçte olusabilecek her olayın nedensel baglarla belirlendigi görüsü ile birlikte tarihsel olayların, zorunlu bir neden-sonuç iliskisine göre dizildigini belirtirken, indeterminizm bu zorunlulugu nedensel yasalara baglı olmayan rastlantısal nedenlere indirger.
Genellikle tarih felsefelerinde determinizm-indeterminizm sorunu, rastlantı ve zorunluluk sorununu da içine alan iki uzlasmaz karsıt olarak islenmistir. Tarihsel süreçte ya rastlantısal olaylar yok sayılıp zorunluluga indirgenmis ya da zorunluluk yok sayılıp tarihsel süreç rastlantısal olaylarla açıklanmak istenmistir. Bu açıklamalarda genel yasalar altında ifade edilen olaylara zorunlu, genel yasalar altında ifade edilemeyen olaylara ise rastlantısal olarak bakılmıstır. Buna paralel olarak tarihsel sürecin genel yasalarla açıklanıp açıklanamayacagı tartısmasının odagı olan rastlantı ve zorunluluk sorunu, tarihçilerin tarihe determinist veya indeterminist bir tutum takınmalarına göre sekil kazanmıstır. Tarihi insanın yaptıgı bir defalık oluslara ait bir gerçeklik alanı olarak alan tarihçiler, tarih felsefelerini indeterminist bir taban üzerine insa etmislerdir. Tarihe determinist yasalarla yönelip, tarih felsefelerini belirlenimci bir taban üzerinde insa eden tarihçiler ise zorunlu yasa fikrine baglı bir etiket tasımıslardır. Dogadaki gibi tarihi determine eden bu yasaları, bazen metafizik-teolojik, bazen mekanik ve biyolojik bazen de psikolojik olarak düsünmüslerdir. Bu degisik düzlemlerden hareket eden görüslerin ortak yanı (İster Tanrı’nın iradesinden, ister doganın yasalarından, isterse de iktisadi gelisim yasalarından hareket etsinler) “gelisim” düsüncesine bir yanından tutunmalarıdır. Buna farklı düzlemlerden hareket eden fakat aynı zamanda ortak noktaları determinist tarih yorumları olan, Hegel, Marks ve Comte’un tarih felsefeleri örnek olarak verilebilir. Üçünde de tarihin belirli yasalarla yönetildigine iliskin belirlenimci sav ortaktır.
Hegel’e göre insan iliskileri ancak tarih aracılıgıyla kavranabilir. Tarih ise tanrısal iradenin bir görünümü, dısavurumu, edimidir. Bu üst savla Hegel, tarihte Hıristiyan inançlarına dayanan amaçlar gözetmistir. Hegel, Hıristiyanlıgın, bütün insanların Tanrı önünde ortak bir kadere sahip oldugu teolojik savını gelisim yasasına baglı zorunlu bir süreç olarak tarih felsefesine getirirken, tarihsel gelisim yasasını da Hıristiyanlıgın temel ögretisi olan Tanrısal öngörünün dünyaya egemen oldugu inancıyla temellendirdi. Hegel’e göre Tanrı’nın öngörüsünün ve koymus oldugu bu planın bilgisine sahip olma, dünya tarihini olanaklı kılmaktadır. Nitekim, Hegel için, Hıristiyanlar Tanrının sırlarına sırdas oldugu ölçüde tarihin anahtarı insanlıgın eline geçmis olur. “Dünyaya Tanrısal istenç egemendir”, diyen Hegel, istenç dünyasının rastlantıya bırakılmamıs oldugunu, yani tanrısal irade ile belirlenmis oldugunu belirtir. Tanrısal irade ise, Tanrının dogrudan dogruya tarihe müdahale etmesidir.
Hegel’de akıl (Tanrısal irade, Geist) dünyaya egemendir. Bu egemenligi zorunlu gelisim yasaları ile özdeslestiren Hegel, tarihsel sürecin rastlantıya bırakılmamıs oldugu görüsünü tarih felsefesinin ana motifi yapmıstır. Her seyin içinde yasayan ve her seyin onda yasadıgı Geist’ın kendisini kendi olarak tanımak için giristigi diyalektik süreçte tarih, bir asamadan diger asamaya geçer. Bu geçisler veya ugraklar askın bir bilincin tarihi yönlendirmesidir. Geist’ın kendi bilincine varmak için dünya haline gelmesinde bir iç zorunluluk vardır. iŞte bu nedenden dolayı Hegel’de tarih hiçbir rastlantısal ögeyi içermez. “Rastlantısallık dıs zorunlulukla aynı seydir, dıs kosullardan baska bir sey olmayan nedenlere geri gitmedir. Tarihi, tarih üstü Tanrısal Geist’in yasalarıyla determine eden Hegel, bu yasaları zorunlulukla özdeslestirdi. Determinist tarih yorumunda ise rastlantıya hiç yer vermedi.
Determinizm-indeterminizm karsıtlıgını rastlantısal olanı zorunlu olana indirgeyerek çözen Hegel gibi Marks’da tarihi belirlenimci yasalarla açıklama yoluna gitti. Marks “toplumsal hareketi, yalnızca insan iradesinden, bilincinden ve düsüncesinden bagımsız olmakla kalmayan, tersine onların iradesini, bilincini ve düsüncesini belirleyen yasaların yönettigi bir dogal tarihsel süreç olarak ele aldı” . Fakat o, tarihsel gelisim yasasını insan bilincinden bagımsız tinsel bir töz olarak degil, temelini insanlar arasındaki üretim iliskilerinde bulan iktisadi yasalar ile açıkladı.
Marks’a göre insan etkinligi ve eylemleri tarihin özünü olusturur.ilk tarihsel eylem insanların kendi üretim araçlarını üretmesiyle baslamıstır. Bireyler arası iliskiler Marks’da “üretim tarafından kosullandırılır” . İlk tarihsel eylem üretim oldugu için toplumsal hayatı belirleyen ilke üretim biçimleri ve üretim iliskileridir. Kendi içinde farklılasmıs bir süreç olan tarihte, dogadan farklı olarak “olusturulmus” bir süreç söz konusudur. >nsanlar kendi tarihlerini kendileri yaparlar. Bu su demektir: Dogada kör bir determinizm varken, tarihte insanın bilinçli bir kavrayısla ortaya koydugu hedefler ve bu hedeflere yönelik insan eylemleri vardır. “Maddi üretimlerini ve karsılıklı maddi iliskilerini gelistiren insanlar, kendilerine özgü olan bu gerçek ile birlikte hem düsüncelerini hem de düsüncelerinin ürünlerini degistirirler” . Marks’a göre insanların iradesi dısında diyalektik olarak gelisen ekonomik yasamın genel yasaları nesnel bir nitelik tasır. Bununla birlikte Marks, rastlantısal olanın nesnel gerçekligini de kabul eder. Bir olayı yönlendiren rastlantılar ne kadar çok olursa olsun, rastlantısal olanı da yönlendiren objektif yasalar vardır. Bu nedenle tarihsel süreçte rastlantısal olanla zorunlu olan karsıtlıgı, aslında birbirini içeren ve diyalektik bagımlılık içinde birbirine dönüsen karsıtlıklardır.
Marks’dan sonra determinist gelenegi sürdüren Comte zamanına özgü doga bilimlerine duyulan güvenle tarihe yöneldi ve pozitivist tarih felsefesini baslattı. “Pozitivizm” düsüncesini kendisine borçlu oldugumuz Comte, doga bilimlerine benzeyen, doga bilimlerindeki gibi yasalar koyabilen bir tarih ve toplumbilimi kurma amacını güttü. Bu amaçla Comte, tarihi de dogabilimleri gibi kesin genellik içeren nesnel bir bilgi alanı olarak konumlandırmak istedi ve koymus oldugu dogabilimsel yöntemi toplumbilimlerine ve tarihe uyguladı. Comte birbirine yabancı olarak düsünülen türlerin aslında yavas ama sürekli dogal bir gelisimin halkaları oldugu Darwinci düsünceyi benimseyerek tarihsel süreçte toplumların da az gelismis bir durumdan gelismis bir duruma dogru evrildigini düsündü. Bütün kültürlerin zorunlu olarak içinden geçecegi tek biçimli bir asamalar dizisi önerdi. Comte uygarlıkların nesnel bir yasaya uygun olarak teolojik, metafizik ve bilimsel asamalardan geçerek gelistigini, uygarlıklar için öngördügü evrimin üç asamasının da zorunlu olarak birbirini izledigini ve bu asamalardan hiç birisinin atlanamayacagını, geriye dogru bir adımın da atılamayacagını belirtti . Böylece tarihi determine eden zorunlu gelisim yasasını doga bilimlerinin determinist yasalarıyla anoloji kurarak açıklamıs oldu. Comte’un tarihsel gelisim yasasını doga bilimlerine uygun kılma çabasında, Darwin’in evrim teorisi yanında daha önce Newton mekanigince ortaya konan ve Laplace’ın evrensel determinizm kuramıyla pekistirilen klasik fizigin belirlenimci evren tablosu da önemli rol oynadı.
Daha çok doga bilimlerinde kullanılan bir kavram olan determinizm, önce de belirtildigi gibi dogada meydana gelen herhangi bir olayın neden-sonuç iliskisine zorunlu baglanmasıdır. Doga olaylarında, bu olaylara doga yasaları dısında müdahale eden bir irade olmadıgı için belli kosullarda aynı olaylar aynı sonucu verir. Bu sonuç, tarihi de içine alan toplumla ugrasan bilimler için söylenemez. Çünkü tarihsel süreç içinde insanlar bilinçli olarak kendi etkinliklerini gösterme özgürlügüne sahiptir. Dolayısıyla doga olaylarının tam tersine tarihsel olaylar, insanların iradeleriyle beklenilenin tam aksine de gerçeklesebilir. Tarih alanında dogadaki gibi belirli kosullar altında olusan olaylar aynı sonucu dogurmazlar. Çünkü aynı kosullarda yetismis insanların bir ve aynı olaya verecekleri tepkiler farklı olacaktır. Bu temel degisken nedeniyle tarihteki olaylara dogadaki gibi tam bir determinizm uygulanamaz. Ayrıca tarihteki olaylara dogadaki gibi bir determinizmi uygulayabilmek için bu olayları da maddi durumlardaki gibi açık bir sekilde incelememiz gerekir ki, alanı itibariyle tarihte bu da olanaklı degildir. Çünkü tarihte tarihçinin yapacagı yorum subjektivizm sınırları içinde kalmasa bile, deger yargılarına baglıdır.
Olay baglantılarını kurarken tanıdıgı öncelikler, biçtigi degerlerden soyutlanamaz. Tarihçi olgular yıgını karsısında kendi ilgi alanına girenleri seçer ve onları neden-sonuç iliskisine göre yeniden kurar. Tarihçinin yapmıs oldugu neden-sonuç sıralaması her an bir baska tarihçinin ilgi ve yorumuna göre degistirilip bozulabilir. Burada “tarihçinin yorumu ön plandadır” (Carr, 1991:!9). Bu yoruma göre nedenler önem kazanır veya kaybeder. Öyleyse tarihte her neden-sonuç iliskisi her an baska bir nedensonuç iliskisiyle bozulma tehlikesiyle karsı karsıyadır. Bu baglamda söyle bir soru yöneltilebilir: Tarihte her sey hareket eden bir süreç içindeyse, nasıl bir neden-sonuç iliskisi kurulabilir ve tarihe nasıl bir anlam verebiliriz?
“Bir seyi geçmisi ve gelecegi açısından inceleme” sonucunda hiçbir zaman tarihte “bu sunun kesin sonucudur veya nedenidir” seklinde bir yargıya varamayız. Bir tarihsel olayın geçmisini ve sonrasını ve o zamana göre gelecegini incelerken elbette nedensel baglar kurulur, ama olayın tekligi nedeniyle deneysel olarak kanıtlanmıs bir kesinlik öne sürülemez. Ayrıca tarihte rastlantısallık olarak nitelendirebilecegimiz sonsuz bir alt nedenler ve sonuçlar zinciri vardır. Bu bakımdan tarihsel “geçmis” ile “gelecek” arasında birebir neden-sonuç halkası degil, çok etkenli geçisler olabilir. Bu karmasık yapılar tarihçi tarafından sonra çözümlenebilir. Bu nedenle tarihte a posteriori’likten kalkılarak a priori’lige ulasma çabası baskındır. Bunun en iyi örnegini “simdi”den geçmise baktıgımızda görürüz. Genelde “simdi”den geçmise baktıgımızda olgular arasında, geçmisten “simdi”ye kesin bir neden-sonuç zincirlenisi olmadıgı halde, kesin bir neden-sonuç iliskisi kurmaya yatkınızdır. Halbuki “simdi”den “gelecege” baktıgımızda aynı kesin tavrı gösteremiyoruz. Çünkü gelecekteki olaylar arasındaki neden-sonuç iliskileri bir olasılık agı olarak karsımıza çıkıyor.
Görüldügü gibi, tarihte doga bilimlerindeki gibi bir determinizmi varsaymak mümkün degildir. Fakat determinizmin islevini tamamen yok sayıp indeterminizmi tarihe yerlestirmemiz de olası degildir. Tarihte pozitif bilimlere uygun yasalar beklemek bir genelleme hatasına düsüldügünü gösterirken, insan eylemlerini yalnızca rastlantıya bırakmak, bir takım nesnel olguları yadsımaktan baska bir seye yaramaz. Bu nedenle ister doga bilimlerinde ister toplum bilimlerinde olsun nedensellik dıslanamaz. Böyle bir anlayıs bilinmeyen nedenlerin varlıgını reddetmez. Oysa determinizm, eksiksiz bir nedensellik ister. Eskilerin “dogada bosluk yoktur”demesi gibi (oysa fizik bilimine göre var) determinizm de tarihte boslugu korkunç bulur (horror vacui). Sonuç olarak, insani eylem ve yapıp etmelerin dısında tarih üstü bir yasa, bilinç veya kavram yoktur. Tarihte determinizm, her çaga damgasını vurmus olan insansın eylem, düsünce ve hedefleridir. Bunlar içinde bulundukları tarihsel çagı ya da dönemi determine ederler. Tarihte determinizm-indeterminizm karsıtlıgı bir antinomi karakteri tasıyor mu?
Bir karsıtlıgın antinomi özelligi tasıması için, savların esit güçte olması ve sorunun çözüme ulasamaması gerekir. Determinizm-indeterminizm karsıtlıgının antinomi karakteri var mıdır? Varsa, senteze ulasılamayacak, kavram çatıskısı süre gidecektir. Yoksa, çözüm için çesitli sıklar ortaya çıkacaktır. Bunlar:
a. Karsıt savlardan birisi digerini bütünüyle ortadan kaldırır.
b. Bir sav digerini belli ölçüde içine alır.
Eger (a) geçerliyse, bu kez de:
a.1. Tarih felsefesi, tarihsel olayların tüm degiskenligi içinden geçen degismez nedensel ilkelerin
ya da determinist ilkelerin açıklanısıyla ugrasacak ya da
a.2. Tarih felsefesi, tarhsel olayların a posteriori’ligini ve tekligini kabul ederek baglayıcı ilkeler
aramayacak, tarihsel dönemleri anlam öbeklerine ayırmakla yetinecek ve genel sonuçlar çıkarmadan karsılastırmalar yapmanın ötesinde bir ugrasıya girmeyecektir.
Eger (b) geçerliyse, o zaman;
b.1. Determinizm basat olacak, indeterminizm de “izm” özelligini yitirerek bazı nedenselliklere
serpismis sınırlı bir öge olacaktır. Ya da,
b.2. İndeterminizm basat olacak, determinizm ise “izm” özelligini yitirerek hiçbir a priori’lik tasımayan ve olaylar arasında dıssal ve en görünürdeki empirik baglara isaret eden zayıf bir nedensellik olarak kalacaktır.
Bu çözümlemeyle karsıtlıga ısık tutmaya çalıstım. Simdi ya antinomiyi oldugu gibi kabul etmek ve çözümsüzlügü tarihten örneklerle göstermeye çalısarak bir sentezin olamayacagını söylemek ya da belirttigim dört seçenekten birini sav olarak öne sürmek zorundayız.
Tarih felsefesi yani felsefi tarih anlayısı, baslangıçları Kant’ta görülebilen Alman idealizmiyle de doruga ulasan, bizim (a) sıkkıyla belirttigimiz tutumu benimsemisti. Öyle ki, bir tarik felsefesi olacaksa, o ancak a priori olabilirdi. Kant bu a priori’lige “Dünya Yurttaslıgı Amacına Yönelik Genel Bir Tarih Düsüncesi” yazısında özellikle “doganın insan için gizli planı” (Kant,1984:120) demisti. Kant sadece a priori bir tarih felsefesi olanagından söz etmisti. Bu Salt Aklın Elestirisi’ndeki ve Prologemena’daki, bilimlerin ve metafizigin olanagını arastıran sorular gibiydi. Fichte ve Schelling objeyi (gerçek tarihi) içine alan bir tarihsel özne anlayısı gelistirdiler. Bu askınsal özne nesneyi içine almakla kalmıyor, onu meydana getiriyordu. Hegel bu sistemi tamamladı ve sonunda tinsel a priori’nin bütün empirik ögeleri içine aldıgı ve anlamlandırdıgı bir Geist determinizmi kurdu (yukarıdan asagıya determinizm). Bu benim b1 ve b2 sıklarında belirttigim kısmi içerme degildir. Çünkü empirik tarih Hegel’de, kendisini asan ide ile bütünüyle örtüsmek zorundaydı. Bu nedenle Hegel totalitarizme yol açtıgı gerekçesiyle çagımızda agır elestirilere ugramıstır. Bu elestirilerin asırılıgı ve haksızlıgı sonradan gösterildi.
Alman idealizminin savlarının metafizik bir hareket noktasının sonucu oldugu ve böyle bir tutumla baska bir sonuca varılamayacagı bellidir. Fakat tarihsel gerçekligi, gerçekligin önünden giden ve onu ardından çeken bir düsünce sistemine baglamanın ve uygulamanın –akla ne kadar hos ve çekici gelse de- tek yanlı kalması ve elestiri karsısında çözülüsü, felsefi tarihe karsı tepkileri arttırdı. Tarih biliminin kendisi ve gelisen sosyoloji, tarih felsefesiyle baglarını gevsettiler. Bu tutum sert tepki olarak (a) sıkkında belirttigim, indeterminizmin determinizmi ortadan kaldırması, ılımlı tepki olarak da (b2)’de belirttigim indeterminizmin basatlıgı savlarıyla kendini gösterdi. Günümüzde yöntem olarak daha çok (b2) islenmektedir. Marksizmin materyalist tarihsel determinizmi dahi bir sablon olmaktan çıkarak yeni diyalektik açılımlar aramaktadır. Bu makalenin temel savı, rastlantıyı basat kategori olarak almayan, fakat gelecegi kesin determinist bir öngörüye dayandırmayan, iki tür sürecin kesistigi bir alan olarak tarihe bakmanın gerektigidir. Yukarıdaki dört seçenekten özgürlüge en çok ama gene de sınırlı pay veren (b2) seçeneginin yanındayız.
Zehra G. E. ASKIN
saygı ve dostlukla
Son düzenleme: