TARİHTE DETERMİNİZM-İNTEDERMiNiZM KARSITLIGININ KATEGORİAL ÇÖZÜMLENİŞİ

#1
DETERMİNİZM-İNDETERMİNİZM KARSITLIGININ DOGABİLİMLERİNDEKİ DAYANAKLARI

Determinizm nedensellik ilkesini kapsar ve ister dogada ister tarihte olsun olayların birbirine zincirleme neden-sonuç iliskisine göre baglı oldugu düsüncesine dayanır. Klasik determinizim tanımı, daha çok bilim adamlarınca benimsenmistir. Bilim adamları determinizmi dogada bulunan bir ilke olarak kabul ederler ve dogadaki her sürecin birbirine zorunlu bir sekilde baglı oldugunu belirtirler. Özellikle klasik determinist anlayıs, klasik fizigin temelini olusturan Newton mekanigi tarafından olusturulmustur.Newton mekanın mutlak oldugu düsüncesinde temellenen mekanistik doga anlayısının matematiksel formülasyonunu yapmıstır. Gallileo’nun ölçümlerini kendi devinim yasalarına temel alan Newton, evreni matematiksel yasalara göre hareket eden büyük bir makine olarak kabul etmistir. Bu mekanik evrende her olay bir önceki olayın sonucu olarak kabul edilir ve dogadaki olgularla bu olguları formüle eden yasalar arasındaki uygunluk matematiksel yasalarla ifade edilir.

Newton’un mutlak mekan ve zamana dayanan determinist kuramı, Einstein’ın “Genel Görelilik Kuramı” ve Heisenberg’in “Belirsizlik İlkesi” tarafından belirli noktalarda çürütülünceye kadar etkisini korudu (hala da korumaktadır). Einstein Genel Görelilik kuramıyla kendisine kadar gelen ve Newton mekanigini de içine alan Euklid’ci mekan-zaman kavrayısını degistirdi. Genel Görelilik kuramıyla mekan ve zaman birbirinden farklı degil, aksine iç içe geçmis süreçler olarak tanımlanmaktadır. Bu kurama göre, zaman mekandan tümüyle bagımsız degildir, fakat onunla birlikte nesneyi olusturur. Newton’un devinim yasaları mutlak konum düsüncesine son verirken, Einstein’ın Genel Görelilik kuramı da mutlak zaman düsüncesine son vermistir. Max Planck’in “Kuantum Teorisi”ve Heisenberg’in “Belirsizlik >lkesi” ile güçlenen indeterminizm Laplace’ın evrendeki tüm nesnelerin belli bir andaki konum ve hızları verildigi takdirde gelecekte veya geçmiste herhangi bir andaki durumlarının kestirilebilecegi yolundaki determinist anlayısı yıkmıstır. Newton’un evrensel çekim yasası, Laplace’ı evrenin tümüyle belirlenebilir bir nitelikte oldugu savına götürürken, kuantum teorisi ve belirsizlik ilkesi doga bilimlerine bir bilinemezcilik ve gelisigüzellik ögesi soktu. Matematiksel öndeyilerin tamamen fiziksel yasalarla örtüstügü düsüncesine baglı klasik fizigin mekanik evrenine dayanan determinist nedensellik anlayısı yerini olası nedensellige bıraktı.

Bu formüle edilirse; x, y’nin nedenidir (y daima x’i izlemelidir, x ve y daima zorunlu olarak birlikte gitmektedir) demek olan klasik determinist görüs yerini, y, x’i büyük bir olasılıkla izliyorsa x, y’nin nedeni olabilir seklinde olası bir nedensellige bıraktı .

Sonuç olarak: Dogada düzensizlik ve rastlantısallıgı barındırmayan mekanist düzenlilik ve süreklilik düsüncesi geriledi. Degisim ve süreklilik kavramları öne çıktı. Artık rastlantısallıgın klasik bilimdeki düzenin yerini aldıgını söyleyecek kadar ileri gidemesekte, rastlantısallık ve olasılık gibi kategoriler belirleyici olmaya basladı.

TARİHTE DETERMİNİZM VE İNDETERMİNİZM

Tarihe rastlantının mı, insan bilincinin mi, yoksa insan bilinç ve isteklerinden bagımsız zorunlu bir yasanın mı yön verdigi sorunu, tarih felsefesinin en kökensel sorunlarından biridir. Bu sorun belli olayların belli kosullarda olusmasındaki kaçınılmazlıgı ifade eden determinizm ile tarihi “tesadüfi” nedenlere indirgeyip, tarihsel süreci önceden açıklanamayan olaylara baglayan indeterminizm karsıtlıgında anlam kazanır. Çünkü determizim ilkesi, tarihsel süreçte olusabilecek her olayın nedensel baglarla belirlendigi görüsü ile birlikte tarihsel olayların, zorunlu bir neden-sonuç iliskisine göre dizildigini belirtirken, indeterminizm bu zorunlulugu nedensel yasalara baglı olmayan rastlantısal nedenlere indirger.

Genellikle tarih felsefelerinde determinizm-indeterminizm sorunu, rastlantı ve zorunluluk sorununu da içine alan iki uzlasmaz karsıt olarak islenmistir. Tarihsel süreçte ya rastlantısal olaylar yok sayılıp zorunluluga indirgenmis ya da zorunluluk yok sayılıp tarihsel süreç rastlantısal olaylarla açıklanmak istenmistir. Bu açıklamalarda genel yasalar altında ifade edilen olaylara zorunlu, genel yasalar altında ifade edilemeyen olaylara ise rastlantısal olarak bakılmıstır. Buna paralel olarak tarihsel sürecin genel yasalarla açıklanıp açıklanamayacagı tartısmasının odagı olan rastlantı ve zorunluluk sorunu, tarihçilerin tarihe determinist veya indeterminist bir tutum takınmalarına göre sekil kazanmıstır. Tarihi insanın yaptıgı bir defalık oluslara ait bir gerçeklik alanı olarak alan tarihçiler, tarih felsefelerini indeterminist bir taban üzerine insa etmislerdir. Tarihe determinist yasalarla yönelip, tarih felsefelerini belirlenimci bir taban üzerinde insa eden tarihçiler ise zorunlu yasa fikrine baglı bir etiket tasımıslardır. Dogadaki gibi tarihi determine eden bu yasaları, bazen metafizik-teolojik, bazen mekanik ve biyolojik bazen de psikolojik olarak düsünmüslerdir. Bu degisik düzlemlerden hareket eden görüslerin ortak yanı (İster Tanrı’nın iradesinden, ister doganın yasalarından, isterse de iktisadi gelisim yasalarından hareket etsinler) “gelisim” düsüncesine bir yanından tutunmalarıdır. Buna farklı düzlemlerden hareket eden fakat aynı zamanda ortak noktaları determinist tarih yorumları olan, Hegel, Marks ve Comte’un tarih felsefeleri örnek olarak verilebilir. Üçünde de tarihin belirli yasalarla yönetildigine iliskin belirlenimci sav ortaktır.

Hegel’e göre insan iliskileri ancak tarih aracılıgıyla kavranabilir. Tarih ise tanrısal iradenin bir görünümü, dısavurumu, edimidir. Bu üst savla Hegel, tarihte Hıristiyan inançlarına dayanan amaçlar gözetmistir. Hegel, Hıristiyanlıgın, bütün insanların Tanrı önünde ortak bir kadere sahip oldugu teolojik savını gelisim yasasına baglı zorunlu bir süreç olarak tarih felsefesine getirirken, tarihsel gelisim yasasını da Hıristiyanlıgın temel ögretisi olan Tanrısal öngörünün dünyaya egemen oldugu inancıyla temellendirdi. Hegel’e göre Tanrı’nın öngörüsünün ve koymus oldugu bu planın bilgisine sahip olma, dünya tarihini olanaklı kılmaktadır. Nitekim, Hegel için, Hıristiyanlar Tanrının sırlarına sırdas oldugu ölçüde tarihin anahtarı insanlıgın eline geçmis olur. “Dünyaya Tanrısal istenç egemendir”, diyen Hegel, istenç dünyasının rastlantıya bırakılmamıs oldugunu, yani tanrısal irade ile belirlenmis oldugunu belirtir. Tanrısal irade ise, Tanrının dogrudan dogruya tarihe müdahale etmesidir.

Hegel’de akıl (Tanrısal irade, Geist) dünyaya egemendir. Bu egemenligi zorunlu gelisim yasaları ile özdeslestiren Hegel, tarihsel sürecin rastlantıya bırakılmamıs oldugu görüsünü tarih felsefesinin ana motifi yapmıstır. Her seyin içinde yasayan ve her seyin onda yasadıgı Geist’ın kendisini kendi olarak tanımak için giristigi diyalektik süreçte tarih, bir asamadan diger asamaya geçer. Bu geçisler veya ugraklar askın bir bilincin tarihi yönlendirmesidir. Geist’ın kendi bilincine varmak için dünya haline gelmesinde bir iç zorunluluk vardır. iŞte bu nedenden dolayı Hegel’de tarih hiçbir rastlantısal ögeyi içermez. “Rastlantısallık dıs zorunlulukla aynı seydir, dıs kosullardan baska bir sey olmayan nedenlere geri gitmedir. Tarihi, tarih üstü Tanrısal Geist’in yasalarıyla determine eden Hegel, bu yasaları zorunlulukla özdeslestirdi. Determinist tarih yorumunda ise rastlantıya hiç yer vermedi.

Determinizm-indeterminizm karsıtlıgını rastlantısal olanı zorunlu olana indirgeyerek çözen Hegel gibi Marks’da tarihi belirlenimci yasalarla açıklama yoluna gitti. Marks “toplumsal hareketi, yalnızca insan iradesinden, bilincinden ve düsüncesinden bagımsız olmakla kalmayan, tersine onların iradesini, bilincini ve düsüncesini belirleyen yasaların yönettigi bir dogal tarihsel süreç olarak ele aldı” . Fakat o, tarihsel gelisim yasasını insan bilincinden bagımsız tinsel bir töz olarak degil, temelini insanlar arasındaki üretim iliskilerinde bulan iktisadi yasalar ile açıkladı.

Marks’a göre insan etkinligi ve eylemleri tarihin özünü olusturur.ilk tarihsel eylem insanların kendi üretim araçlarını üretmesiyle baslamıstır. Bireyler arası iliskiler Marks’da “üretim tarafından kosullandırılır” . İlk tarihsel eylem üretim oldugu için toplumsal hayatı belirleyen ilke üretim biçimleri ve üretim iliskileridir. Kendi içinde farklılasmıs bir süreç olan tarihte, dogadan farklı olarak “olusturulmus” bir süreç söz konusudur. >nsanlar kendi tarihlerini kendileri yaparlar. Bu su demektir: Dogada kör bir determinizm varken, tarihte insanın bilinçli bir kavrayısla ortaya koydugu hedefler ve bu hedeflere yönelik insan eylemleri vardır. “Maddi üretimlerini ve karsılıklı maddi iliskilerini gelistiren insanlar, kendilerine özgü olan bu gerçek ile birlikte hem düsüncelerini hem de düsüncelerinin ürünlerini degistirirler” . Marks’a göre insanların iradesi dısında diyalektik olarak gelisen ekonomik yasamın genel yasaları nesnel bir nitelik tasır. Bununla birlikte Marks, rastlantısal olanın nesnel gerçekligini de kabul eder. Bir olayı yönlendiren rastlantılar ne kadar çok olursa olsun, rastlantısal olanı da yönlendiren objektif yasalar vardır. Bu nedenle tarihsel süreçte rastlantısal olanla zorunlu olan karsıtlıgı, aslında birbirini içeren ve diyalektik bagımlılık içinde birbirine dönüsen karsıtlıklardır.

Marks’dan sonra determinist gelenegi sürdüren Comte zamanına özgü doga bilimlerine duyulan güvenle tarihe yöneldi ve pozitivist tarih felsefesini baslattı. “Pozitivizm” düsüncesini kendisine borçlu oldugumuz Comte, doga bilimlerine benzeyen, doga bilimlerindeki gibi yasalar koyabilen bir tarih ve toplumbilimi kurma amacını güttü. Bu amaçla Comte, tarihi de dogabilimleri gibi kesin genellik içeren nesnel bir bilgi alanı olarak konumlandırmak istedi ve koymus oldugu dogabilimsel yöntemi toplumbilimlerine ve tarihe uyguladı. Comte birbirine yabancı olarak düsünülen türlerin aslında yavas ama sürekli dogal bir gelisimin halkaları oldugu Darwinci düsünceyi benimseyerek tarihsel süreçte toplumların da az gelismis bir durumdan gelismis bir duruma dogru evrildigini düsündü. Bütün kültürlerin zorunlu olarak içinden geçecegi tek biçimli bir asamalar dizisi önerdi. Comte uygarlıkların nesnel bir yasaya uygun olarak teolojik, metafizik ve bilimsel asamalardan geçerek gelistigini, uygarlıklar için öngördügü evrimin üç asamasının da zorunlu olarak birbirini izledigini ve bu asamalardan hiç birisinin atlanamayacagını, geriye dogru bir adımın da atılamayacagını belirtti . Böylece tarihi determine eden zorunlu gelisim yasasını doga bilimlerinin determinist yasalarıyla anoloji kurarak açıklamıs oldu. Comte’un tarihsel gelisim yasasını doga bilimlerine uygun kılma çabasında, Darwin’in evrim teorisi yanında daha önce Newton mekanigince ortaya konan ve Laplace’ın evrensel determinizm kuramıyla pekistirilen klasik fizigin belirlenimci evren tablosu da önemli rol oynadı.


Daha çok doga bilimlerinde kullanılan bir kavram olan determinizm, önce de belirtildigi gibi dogada meydana gelen herhangi bir olayın neden-sonuç iliskisine zorunlu baglanmasıdır. Doga olaylarında, bu olaylara doga yasaları dısında müdahale eden bir irade olmadıgı için belli kosullarda aynı olaylar aynı sonucu verir. Bu sonuç, tarihi de içine alan toplumla ugrasan bilimler için söylenemez. Çünkü tarihsel süreç içinde insanlar bilinçli olarak kendi etkinliklerini gösterme özgürlügüne sahiptir. Dolayısıyla doga olaylarının tam tersine tarihsel olaylar, insanların iradeleriyle beklenilenin tam aksine de gerçeklesebilir. Tarih alanında dogadaki gibi belirli kosullar altında olusan olaylar aynı sonucu dogurmazlar. Çünkü aynı kosullarda yetismis insanların bir ve aynı olaya verecekleri tepkiler farklı olacaktır. Bu temel degisken nedeniyle tarihteki olaylara dogadaki gibi tam bir determinizm uygulanamaz. Ayrıca tarihteki olaylara dogadaki gibi bir determinizmi uygulayabilmek için bu olayları da maddi durumlardaki gibi açık bir sekilde incelememiz gerekir ki, alanı itibariyle tarihte bu da olanaklı degildir. Çünkü tarihte tarihçinin yapacagı yorum subjektivizm sınırları içinde kalmasa bile, deger yargılarına baglıdır.

Olay baglantılarını kurarken tanıdıgı öncelikler, biçtigi degerlerden soyutlanamaz. Tarihçi olgular yıgını karsısında kendi ilgi alanına girenleri seçer ve onları neden-sonuç iliskisine göre yeniden kurar. Tarihçinin yapmıs oldugu neden-sonuç sıralaması her an bir baska tarihçinin ilgi ve yorumuna göre degistirilip bozulabilir. Burada “tarihçinin yorumu ön plandadır” (Carr, 1991:!9). Bu yoruma göre nedenler önem kazanır veya kaybeder. Öyleyse tarihte her neden-sonuç iliskisi her an baska bir nedensonuç iliskisiyle bozulma tehlikesiyle karsı karsıyadır. Bu baglamda söyle bir soru yöneltilebilir: Tarihte her sey hareket eden bir süreç içindeyse, nasıl bir neden-sonuç iliskisi kurulabilir ve tarihe nasıl bir anlam verebiliriz?

“Bir seyi geçmisi ve gelecegi açısından inceleme” sonucunda hiçbir zaman tarihte “bu sunun kesin sonucudur veya nedenidir” seklinde bir yargıya varamayız. Bir tarihsel olayın geçmisini ve sonrasını ve o zamana göre gelecegini incelerken elbette nedensel baglar kurulur, ama olayın tekligi nedeniyle deneysel olarak kanıtlanmıs bir kesinlik öne sürülemez. Ayrıca tarihte rastlantısallık olarak nitelendirebilecegimiz sonsuz bir alt nedenler ve sonuçlar zinciri vardır. Bu bakımdan tarihsel “geçmis” ile “gelecek” arasında birebir neden-sonuç halkası degil, çok etkenli geçisler olabilir. Bu karmasık yapılar tarihçi tarafından sonra çözümlenebilir. Bu nedenle tarihte a posteriori’likten kalkılarak a priori’lige ulasma çabası baskındır. Bunun en iyi örnegini “simdi”den geçmise baktıgımızda görürüz. Genelde “simdi”den geçmise baktıgımızda olgular arasında, geçmisten “simdi”ye kesin bir neden-sonuç zincirlenisi olmadıgı halde, kesin bir neden-sonuç iliskisi kurmaya yatkınızdır. Halbuki “simdi”den “gelecege” baktıgımızda aynı kesin tavrı gösteremiyoruz. Çünkü gelecekteki olaylar arasındaki neden-sonuç iliskileri bir olasılık agı olarak karsımıza çıkıyor.

Görüldügü gibi, tarihte doga bilimlerindeki gibi bir determinizmi varsaymak mümkün degildir. Fakat determinizmin islevini tamamen yok sayıp indeterminizmi tarihe yerlestirmemiz de olası degildir. Tarihte pozitif bilimlere uygun yasalar beklemek bir genelleme hatasına düsüldügünü gösterirken, insan eylemlerini yalnızca rastlantıya bırakmak, bir takım nesnel olguları yadsımaktan baska bir seye yaramaz. Bu nedenle ister doga bilimlerinde ister toplum bilimlerinde olsun nedensellik dıslanamaz. Böyle bir anlayıs bilinmeyen nedenlerin varlıgını reddetmez. Oysa determinizm, eksiksiz bir nedensellik ister. Eskilerin “dogada bosluk yoktur”demesi gibi (oysa fizik bilimine göre var) determinizm de tarihte boslugu korkunç bulur (horror vacui). Sonuç olarak, insani eylem ve yapıp etmelerin dısında tarih üstü bir yasa, bilinç veya kavram yoktur. Tarihte determinizm, her çaga damgasını vurmus olan insansın eylem, düsünce ve hedefleridir. Bunlar içinde bulundukları tarihsel çagı ya da dönemi determine ederler. Tarihte determinizm-indeterminizm karsıtlıgı bir antinomi karakteri tasıyor mu?


Bir karsıtlıgın antinomi özelligi tasıması için, savların esit güçte olması ve sorunun çözüme ulasamaması gerekir. Determinizm-indeterminizm karsıtlıgının antinomi karakteri var mıdır? Varsa, senteze ulasılamayacak, kavram çatıskısı süre gidecektir. Yoksa, çözüm için çesitli sıklar ortaya çıkacaktır. Bunlar:

a. Karsıt savlardan birisi digerini bütünüyle ortadan kaldırır.

b. Bir sav digerini belli ölçüde içine alır.

Eger (a) geçerliyse, bu kez de:

a.1. Tarih felsefesi, tarihsel olayların tüm degiskenligi içinden geçen degismez nedensel ilkelerin
ya da determinist ilkelerin açıklanısıyla ugrasacak ya da

a.2. Tarih felsefesi, tarhsel olayların a posteriori’ligini ve tekligini kabul ederek baglayıcı ilkeler
aramayacak, tarihsel dönemleri anlam öbeklerine ayırmakla yetinecek ve genel sonuçlar çıkarmadan karsılastırmalar yapmanın ötesinde bir ugrasıya girmeyecektir.

Eger (b) geçerliyse, o zaman;

b.1. Determinizm basat olacak, indeterminizm de “izm” özelligini yitirerek bazı nedenselliklere
serpismis sınırlı bir öge olacaktır. Ya da,

b.2. İndeterminizm basat olacak, determinizm ise “izm” özelligini yitirerek hiçbir a priori’lik tasımayan ve olaylar arasında dıssal ve en görünürdeki empirik baglara isaret eden zayıf bir nedensellik olarak kalacaktır.

Bu çözümlemeyle karsıtlıga ısık tutmaya çalıstım. Simdi ya antinomiyi oldugu gibi kabul etmek ve çözümsüzlügü tarihten örneklerle göstermeye çalısarak bir sentezin olamayacagını söylemek ya da belirttigim dört seçenekten birini sav olarak öne sürmek zorundayız.

Tarih felsefesi yani felsefi tarih anlayısı, baslangıçları Kant’ta görülebilen Alman idealizmiyle de doruga ulasan, bizim (a) sıkkıyla belirttigimiz tutumu benimsemisti. Öyle ki, bir tarik felsefesi olacaksa, o ancak a priori olabilirdi. Kant bu a priori’lige “Dünya Yurttaslıgı Amacına Yönelik Genel Bir Tarih Düsüncesi” yazısında özellikle “doganın insan için gizli planı” (Kant,1984:120) demisti. Kant sadece a priori bir tarih felsefesi olanagından söz etmisti. Bu Salt Aklın Elestirisi’ndeki ve Prologemena’daki, bilimlerin ve metafizigin olanagını arastıran sorular gibiydi. Fichte ve Schelling objeyi (gerçek tarihi) içine alan bir tarihsel özne anlayısı gelistirdiler. Bu askınsal özne nesneyi içine almakla kalmıyor, onu meydana getiriyordu. Hegel bu sistemi tamamladı ve sonunda tinsel a priori’nin bütün empirik ögeleri içine aldıgı ve anlamlandırdıgı bir Geist determinizmi kurdu (yukarıdan asagıya determinizm). Bu benim b1 ve b2 sıklarında belirttigim kısmi içerme degildir. Çünkü empirik tarih Hegel’de, kendisini asan ide ile bütünüyle örtüsmek zorundaydı. Bu nedenle Hegel totalitarizme yol açtıgı gerekçesiyle çagımızda agır elestirilere ugramıstır. Bu elestirilerin asırılıgı ve haksızlıgı sonradan gösterildi.


Alman idealizminin savlarının metafizik bir hareket noktasının sonucu oldugu ve böyle bir tutumla baska bir sonuca varılamayacagı bellidir. Fakat tarihsel gerçekligi, gerçekligin önünden giden ve onu ardından çeken bir düsünce sistemine baglamanın ve uygulamanın –akla ne kadar hos ve çekici gelse de- tek yanlı kalması ve elestiri karsısında çözülüsü, felsefi tarihe karsı tepkileri arttırdı. Tarih biliminin kendisi ve gelisen sosyoloji, tarih felsefesiyle baglarını gevsettiler. Bu tutum sert tepki olarak (a) sıkkında belirttigim, indeterminizmin determinizmi ortadan kaldırması, ılımlı tepki olarak da (b2)’de belirttigim indeterminizmin basatlıgı savlarıyla kendini gösterdi. Günümüzde yöntem olarak daha çok (b2) islenmektedir. Marksizmin materyalist tarihsel determinizmi dahi bir sablon olmaktan çıkarak yeni diyalektik açılımlar aramaktadır. Bu makalenin temel savı, rastlantıyı basat kategori olarak almayan, fakat gelecegi kesin determinist bir öngörüye dayandırmayan, iki tür sürecin kesistigi bir alan olarak tarihe bakmanın gerektigidir. Yukarıdaki dört seçenekten özgürlüge en çok ama gene de sınırlı pay veren (b2) seçeneginin yanındayız.


Zehra G. E. ASKIN


saygı ve dostlukla
 
Son düzenleme:
#2
Gerçekten de felsefe ve Marksizm açısından çok önemli bir konudur determinizm ve olasılıkçılık sorunu. Yazıda olasılık değil de indeterminizm olarak ele alınmış ama bence konu itibariyle indeterminizmi olasılıkçılık karşılıyor. Fakat Zehra hanımın savunduklarına katılmıyorum.

20. yy başlarında ortaya çıkan kuantum fiziği özellikle Heisenberg'in ortaya attıklarıyla klasik fiziği ve aynı zamanda determinizme bağlı görüşleri bir hayli hırpalamıştır. Çünkü o zamana kadar herşey neden sonuç ilişkisi içerisinde açıklanırken Heisenberg bunun atomaltı dünyada geçerli olmadığını iddia etti. Klasik fizik makro dünyayı açıklayabilirken atomaltı parçacıklar dünyasını açıklayamaz konuma düştü. Schrodinger'in kedisi, Heisenberg'in belirsizlik ilkesi ve Görelilik gibi kuramlarlar bazı alanlarda neden-sonuç ilişkisinin tutmayacağını ifade etmektedir.

Bu kuramlar fazla derin diyecek arkadaşlara daha basit bir örnek vereyim. Örneğin Einstein Görelilik kuramında ifade eder, birbiri ardından giden iki fotonun birbirlerine göre hızı fotonun boşluktaki hızına eşittir. Kafa kafaya birbirine yaklaşan iki fotonun birbirine göre hızı yine fotonun boşluktaki hızına eşittir yani saniyede yaklaşık 300.000 km dir. Şimdi aynı durumu iki taş ya da iki araba için düşünürsek "yahu bu ne saçmalıktır" deriz. İşte kuantum dünyası bunun gibi neden sonuç ilişkisini hiçe sayan, determinizmi dıştalayan bir sürü örneğe sahiptir.

Doğa bilimlerinde determinizm ve olasılıkçılığın (ya da indeterminizm diyelim) geçerli olduğu böyle iki alan vardır. Biim adamları ve bilim felsefecileri hala bunların üzerinde kafa yormaktadır. Hatta bu konu üzerinde kafa yoran bir Türk filozofu da vardır, yeri gelmişken onu da söyleyeyim; Mehmet Yılmaz ÖNER. Yanılmıyorsam 2003 yılında İstanbul'da öldü bu filozof, daha pek kimsenin ondan haberi yoktur. Bu adam aynı zamanda Marksist'tir de. Zamanında Almanya'ya gidip meşhur Heisenberg'in yanında fizik ve matematik eğitim görmüş. Ama hocası Heisenberg'in karşısına Pro-deterministik Diyalektik Materyalizm kuramıyla ortaya çıkmıştır. Felsefe sistemi kurduğu için de bu toprakların yetiştirdiği tek filozoftur. Düşünsel arkadaş eğer bu konuyla ilgiliyse -ki paylaşımına bakılrsa ilgilidir- bu filozofu araştırmasını öneririm.

Şimdi gelelim konuya, yani benim karşı çıktığı noktaya. Bu yazıda determinizm ve olasılıkçılığın doğa bilimlerinde ortaya çıktığı, olasılıkçılığın son gelişmelerle birlikte baskın geldiği ifade edilmektedir. Buna katılabilirim. Fakat aynı şeyin tarihte yani sosyal bilimlerde de sözkonusu olduğu ifade edilmektedir, buna katılmam.

Tarihte ya da sosyal bilimlerde tıpkı makro dünyada olduğu gibi yani Newton'un dünyasında olduğu gibi kesin neden sonuç ilişkileri vardır. Kuantum lafını duyan olasılıkçılığı alıp sosyal bilimlere sokuşturmaya çalışıyor. Pek değerli felsefecimiz (!) Alev ALATLI ya da meşhur best seller "Olasılıksız" kitabında olduğu gibi. Bu aralar moda oldu bu. Bence bu yazı da o akımın biraz daha seviyeli biçimidir. Google'dan baktım Zehra Hanım felsefe doktorudur. Şöyle diyor:
"Doga olaylarında, bu olaylara doga yasaları dısında müdahale eden bir irade olmadıgı için belli kosullarda aynı olaylar aynı sonucu verir. Bu sonuç, tarihi de içine alan toplumla ugrasan bilimler için söylenemez. Çünkü tarihsel süreç içinde insanlar bilinçli olarak kendi etkinliklerini gösterme özgürlügüne sahiptir. Dolayısıyla doga olaylarının tam tersine tarihsel olaylar, insanların iradeleriyle beklenilenin tam aksine de gerçeklesebilir."
Doğa yasalarına yön veren iradenin aynısı sosyal bilimlerde ve tarihte de vardır. İnsanın özgür iradesi diye birşey yoktur. İnsan kararlarını genetik yapısı, içinde bulunduğu koşullar ve yetiştiği koşullar çerçevesinde verir. İnsan iradesi dediğimiz şey budur. İnsan bir karar verirken o karar o insana vahiy olarak inmez, genetik yapısı, içinde bulunduğu koşullar ve yetiştiği koşulların durumuna göre o karar verilir. Aynı genetik yapıya sahip, aynı yetişme koşullarına sahip ve aynı sosyal çevreye sahip iki ayrı insan yine aynı kararları verir. Özgür irade dediğiniz şey bu mudur? Determinizm bunun ta kendisidir.

Toplum da insanlardan oluştuğu için topluma da deterministik koşullar yön verir. Tarihi de determinizm belirler. Tarihte rastgelelik ya da indeterminizm yoktur, özgür irade, özgür seçim yoktur, neden-sonuç vardır.
 
#3
Değerli bruno yoldaş,

A.Alatlı ve ''olasızlık'' vurgun,şahsım adına süperdi.mEHMET yILMAZ öNER hakkında çok fazla bilgi sahibi değilim,sadece iki yazısını okudum ve bu yazılar da oldukça ilginçti.Katılınır ya da katılınmaz ama M.Y.Öner bu coğrafyada gizli kalmış bir filozof noktasında.Determinizm konusu noktasında ''çok aç'' olduğumu belirtmeliyim:)

Tarihte ya da sosyal bilimlerde tıpkı makro dünyada olduğu gibi yani Newton'un dünyasında olduğu gibi kesin neden sonuç ilişkileri vardır. Kesin olan neden-sonuç olgusu,zaman ve mekan bağlamından bakıldığında,aynı sonucu vermesi gerekmez mi?Şayet bu sorunsala ''evet'' dersek,Einstein'in arabalar örneği(foto da diyebiliriz) ne,dolaylı olarak ilişkilenmez mi? Zaman ve mekan bağlamında,300 yıl önceki bir hadisenin aynı şekliyle tekrar yaşandığını kabul etmek! zaman ve mekanın tek değişmez olduğunu yani asıl öge olduğunu,ama buna binaen,eylemlilik yapan objelerinde yardımcı öğe olduğu sonucu çıkartmaz mı ve bu da bizi ''tarih tekerrür eder'' anlamına hapsetmez mi?

Aynı sorunsala ''hayır'' cevabı da hali hazır da,''olasılık'' içine bizi hapsetmez mi?Ki aynı neden ve sonuçların farklı noktalara evrilmesi ''hayır'' cevabının ''evet'' ini oluşturur.

Fakat bu noktada şu parafdaki noktalar,genel bir kaide oluştursa da,tam bir neden-sonuç çerçvesine işaret etmez kendi nazarımda;Doğa yasalarına yön veren iradenin aynısı sosyal bilimlerde ve tarihte de vardır. İnsanın özgür iradesi diye birşey yoktur. İnsan kararlarını genetik yapısı, içinde bulunduğu koşullar ve yetiştiği koşullar çerçevesinde verir. İnsan iradesi dediğimiz şey budur. İnsan bir karar verirken o karar o insana vahiy olarak inmez, genetik yapısı, içinde bulunduğu koşullar ve yetiştiği koşulların durumuna göre o karar verilir. Aynı genetik yapıya sahip, aynı yetişme koşullarına sahip ve aynı sosyal çevreye sahip iki ayrı insan yine aynı kararları verir. Özgür irade dediğiniz şey bu mudur? Determinizm bunun ta kendisidir. Örneğin,aynı yetişme tarzı içerisinde yer alan iki insanın farklı tercihlerde bulunması noktasından düşünürsek,bu determinizmden bir kopuşuda içinde barındırır.O zaman sosyal bilimler noktasında şunu söyleyebilir miyiz;Aynı koşullarda yetişen bir toplumun,çoğunluğunun verdiği karar,determinizm dir...Bu nokta girifith işte ki benim en fazla kafama takılan noktaların başında da burası gelmektedir.Determinizm-zihin-irade-maddi yaşam...!Ki,yukarıdaki makalede de belirtilen (bende makaleye tam katılmamaktayım) Hegel,Marks,Comte nın,farklı noktalardan yaşamın,tarihselliğine bakmalarınında,-hemen hemen aynı dönem içerisinde-belli başlı farklılıkların olmasını,determinist noktadan bakarsak,tam bir neden-sonuç denklemi çıkmaz.Tabi ki burda felsefe-siyaset bakış açıları ile yapılan noktalar,bir ipucu vermekte...


saygı ve dostlukla...
 
#4
Evet bu güzel bir konu Düşünsel arkadaş, benim de ilgimi çekiyor, tartışmakta fayda var. Bu yazıda konuyla ilgili önemli bir noktaya değinmeye çalışacağım, "Laplace'ın şeytanı" denilen mevzu.

"Aynı koşullar her zaman aynı sonuçları doğurur" diyoruz, determinizmin en basit tasviri bu olsa gerek. Bence bu görüşle yani determinizm ile ilgili insanları yanılgıya düşüren çok kritik bir nokta vardır: aynı nedenler ve aynı koşullar her zaman aynı sonuçları doğurur, fakat bu neden-sonuç ilişkisini insan aklı hesaplayamayabilir. Çoğu kez bu sebepden dolayı determinizm yadsınır. Zehra Hanım diyor ya "özgür irade diye birşey vardır, insanlar iradi kararlar alırlar, o nedenle tarihte kesin bir determinizm yoktur". Zehra Hanım feci bir hataya düşerek kişinin vereceği iradi kararın ne olacağının kesin olarak hesaplanamayacağı ön kabulünü yapmıştır.

Örneğin X kişisinin vereceği kararı ne Zehra Hanım, ne ben bilebilirim, ne de bir grup bilim adamı oturup hesaplamasını yapabilir. Ama elbette ki kişinin vereceği karar "hesaplanabilir"dir. Kararın verilmesi öncelleyen koşullar zincirleme bir şekilde birbirine bağlıdır, o nedenle hesaplaması zordur. İnsan aklı buna yetemeyebilir fakat evrensel bir akıl elbette bunu hesaplayabilir. (Burada bir parantez açayım, belki sonra tartışırız bunu, Diyalektik Materyalistler Laplace'ı Mekanik Materyalist olarak eleştirirler, benim burada kullandığım "evrensel akıl" kavramını o da kullanır. Bizim Marksistler de onun bu söylemini (bence) anlayamayıp ilahi bir yöneliş olarak değerlendirirler).

Demek istediğim şeyi biraz daha açayım, yani "insan aklı bilemez evrensel akıl bilir" önermesini biraz daha açayım. Temel analitik geometri bilgin olduğunu varsayıyorum Düşünsel arkadaş;
Elimizde bir küçük bir top tutuyor olalım.
Bir de standart bir X, Y, Z koordinat sisteminin içerisinde olduğumuzu düşünelim.
Elimizdeki topun koordinatları (X1, Y1, Z1) olsun.
Topu elimizden atacağız. Topu atarken uygulayacağım kuvvet de (Fx, Fy, Fz) olsun.
İşin işine zaman boyutunu da katalım. Onu da T ile ifade edelim.
T = 0 anında topun koordinatları (X1, Y1, Z1) dir. Topu elimizden attık.
Şimdi topun nereye gideceği, nerede duracağı hesaplanabilir. Yani T = 10 saniye anında topun (X2, Y2, Z2) koordinatları hesaplanabilir.
Bunu kim hesaplayabilir. İdeal koşulların olduğunu varsayarsak, rüzgar olmasın sürtünme olmasın vs, az biraz fizik bilen birisi bu topun hareketinin özelliklerini ve nerede duracağını hesaplayabilir.
Pratikte birisine bunu yaptırırsak büyük ihtimalle yanlış hesaplar, çünkü rüzgarı, sürtünmeyi hesaplamak zordur. Ama onu da NASA da çalışan bir grup bilim adamı hesaplayabilir :), yani topun duracağı yeri falan hesaplarlar.
Bu noktada sayısal lotoyu düşünelim. 49 tane top var, bir silindir içerisine belli bir sırayla dökülüyorlar, birbirlerine çarpıyorlar, sürtünüyorlar, silindir belirli bir hızda dönüyor, toplar aşağı düşüyor falan. Burada aşağı düşen topu NASA daki bilim adamları da hesaplayamaz. Fakat hesaplanamaz mı? Hesaplanır.
Kim hesaplar? Evrensel bir akıl hesaplar. Laplace'ın şeytanı budur işte.

Laplace aşağı yukarı şöyle bir şey demiş; evrende herşeyin konumları belli ve itici güçler de belirliyken her hangi bir zamandaki konumları bilinebilir.

İşte bunu insan aklı bilemez, evrensel bir akıl bilebilir. Buradan Allah bilir sonucu çıkmasın, walla haybeye yazmış oluruz bu kadar şeyi :)

Başta da dediğim gibi, insanlar tarafından "hesaplanamaz" bazı şeyleri "bilinemez" olarak yorumlayıp da bu sistem deterministik değil probabilistiktir, indeterministiktir diyorlar. Mesela Zehra Hanım'ın belirttiği özgür irade durumu gibi. Hesaplanamaz oluşundan dolayı sosyal davranışları indeterministik olarak nitelendiriyor, yanlış bir yaklaşımdır.

Kesin olan neden-sonuç olgusu,zaman ve mekan bağlamından bakıldığında,aynı sonucu vermesi gerekmez mi?Şayet bu sorunsala ''evet'' dersek,Einstein'in arabalar örneği(foto da diyebiliriz) ne,dolaylı olarak ilişkilenmez mi? Zaman ve mekan bağlamında,300 yıl önceki bir hadisenin aynı şekliyle tekrar yaşandığını kabul etmek! zaman ve mekanın tek değişmez olduğunu yani asıl öge olduğunu,ama buna binaen,eylemlilik yapan objelerinde yardımcı öğe olduğu sonucu çıkartmaz mı ve bu da bizi ''tarih tekerrür eder'' anlamına hapsetmez mi?
Tarihte hiçbir zaman aynı koşullar tekrar yaşanmaz, dolayısıyla tarih hiçbir zaman tekerrür etmez. Aynı koşullarla benzer koşulları birbirine eş tutmayalım, benzer koşullar değil aynı koşullar aynı sonuçları doğurur. Fiziksel olarak aynı koşulları oluşturmak kolaydır ama insan bilinci ve düşüncesiyle ilgili aynı koşulları oluşturmak zordur. Düşünce dediğin şey beyindeki nöronlar arsındaki elektron geçişinden müteşekkildir. Bir daha nerede yakalayacaksın o elektronu da aynı yerden geçirteceksin :).

Aynı sorunsala ''hayır'' cevabı da hali hazır da,''olasılık'' içine bizi hapsetmez mi?Ki aynı neden ve sonuçların farklı noktalara evrilmesi ''hayır'' cevabının ''evet'' ini oluşturur.
Aynı nedenler farklı sonuçlara evrilmeyeceği için olasılık sözkonusu olamaz. Burada "aynı nedenler" yani "aynı koşullar" kavramlarını dikkatlice düşünmek gerekr.
 
Son düzenleme:
#5
Olayların rastlantıeseri meydana geldikleri degil, kesin olarak açıklanabilir amaçların yarattıgı etkilerin önceden ifade eden -Kaos Teorisi- bağlamından düşünürsek,hiçbirşey ve/veya her şey,bir sistem dahilinde biz istesekte istemesek te ortaya çıkabilir?.Yeterki bunun hesaplanmasının yapılması gereklidir çerçevesi dahilinden bakıldığında,kesin bir sonuç elde etmemiz yine imkansızdır!Ki şayet her şeyin bir neden-sonuç bağlamı var ise bu sonsuz bir ‘’neden’’ ve ‘’sonsuz’’ a bizi çıkartır.Bunu sosyal ve de günümüzdeki bir realiteye uygularsak;

PKK bir ‘neden’(buna 1.neden diyelim) değil ‘sonuç’ (buna da 1.sonuç)tur ise,başta yer alan ‘neden’’ yani PKK nin ortaya çıkmasına vesile olan ‘1.neden’’ de aslında bir başka ‘nedenin’’ ‘’sonucudur’’ denebilir.Bu ‘neden-sonuç’’ denklemini gerilere götürürsek,1923 Cumhuriyetin İlanı,aslında PKK nin ortaya çıkmasına ‘’neden’’ olan ‘’farklı bir nedenin sonucudur’’ çerçevesi ortaya çıkar ki,bu örnek üzerinden düşünürsek o zaman şu önerme daha anlamlı olacaktır;


Örneğin X kişisinin vereceği kararı ne Zehra Hanım, ne ben bilebilirim, ne de bir grup bilim adamı oturup hesaplamasını yapabilir. Ama elbette ki kişinin vereceği karar "hesaplanabilir" dir. Kararın verilmesi öncelleyen koşullar zincirleme bir şekilde birbirine bağlıdır, o nedenle hesaplaması zordur.

Elimizde bir küçük bir top tutuyor olalım.
Bir de standart bir X, Y, Z koordinat sisteminin içerisinde olduğumuzu düşünelim.
Elimizdeki topun koordinatları (X1, Y1, Z1) olsun.
Topu elimizden atacağız. Topu atarken uygulayacağım kuvvet de (Fx, Fy, Fz) olsun.
İşin işine zaman boyutunu da katalım. Onu da T ile ifade edelim.
T = 0 anında topun koordinatları (X1, Y1, Z1) dir. Topu elimizden attık.
Şimdi topun nereye gideceği, nerede duracağı hesaplanabilir. Yani T = 10 saniye anında topun (X2, Y2, Z2) koordinatları hesaplanabilir.
Bunu kim hesaplayabilir. İdeal koşulların olduğunu varsayarsak, rüzgar olmasın sürtünme olmasın vs, az biraz fizik bilen birisi bu topun hareketinin özelliklerini ve nerede duracağını hesaplayabilir.


Ama şunuda göz ardı etmemek gerekir ki;Laplace'nin denkleminin 'kesin-net bir bilgi'' olduğunu idia edebilirmiyiz?Kusursuz bir çerçeve,olabilir mi? Şayet sosyal olaylarda-fizik olaylarında da kesin bir sonuç için değilde,hata payı en az olabilecek bir denklem (buradaki ibare,salt akademik olarak görülmemeli) hesaplanabilir ki burada ''hata payı'' en az olan noktayı ise ''insan''a bağlamak olanaklı olmaz mı?Diğer bir ifadeyle ''özgür iradeye'' bağlanamaz mı?

Laplace noktasından bakarsak şu tanımlama(Laplaca Şeytanı) yukarıdaki önermede yer alan ''hata payı nın az olan noktasınıda'' tam anlamıyla 'yok' saymakta; “Evrenin şimdiki halini geçmişin sonucu ve geleceğin nedeni olarak ele alabiliriz. Bir an için evrenin tüm güçlerinin ve bunu oluşturan tüm varlıkların konumlarını anlayabilen bir canlı olduğunu düşünürsek, ve bunun bu verileri inceleyebileceğini de düşünürsek, aynı anda evrendeki en büyük varlıklardan en küçük atomlara kadar her şeyi hesaba katarak bir hesap yaparsa, hiçbir şey belirsiz değildir ve gelecek de, aynı geçmiş gibi, onun gözlerinin önündedir.” Bu tanımlama aslında bana göre bir paradoks oluşturmakta;

'DEğişmeyen tek şey değişimin kendisidir'' düşüncesi,geleceğin bilinmesi noktasına işlevsiz bir hale gelmekte ve haliyle değişmenin de aslında bir değişme olmadığını öngörmekte.Ki ''bir nehirde iki kere yıkanmaz'' felsefeside görece tekrar yıkanabilir hale getirilebilir, bu durum oluşabilirse (laplaceye göre büyük bir olasılıkla)...

Laplace nin Şeytanındaki hata payına tekrar dönersek (ki bu hata payı çok az da olsa önemli)
herhangi bir anda evrendeki parçacıkların yeri belirsizdir ve konumlarını tespit etmek olanaksız ise, Laplace'nin herşeyin konumunu anlayabilen bir canlının varlığının oluşmasıda imkansızlık dahilinde olacaktır ki Heisenberg'in düşüncesi-önermesi de Laplaceyi çürüten bir önerme olacaktır.Kuantum fiziği,Şeytan'ı çürütmüş olur,bu haliyle ama bu gerçek mi tam anlamıyla?Bir diğer ifadeyle ''gerçek bilgi'' nedir?sALt 'Şeytan' mı Kuantum mu?!

Düşünce dediğin şey beyindeki nöronlar arsındaki elektron geçişinden müteşekkildir. Bir daha nerede yakalayacaksın o elektronu da aynı yerden geçirteceksin:) Ben demedim,sen Şeytan'ı bu önermeyle çürüttün:) Aslında çok önemli bir nokta;Düşünce...Düşüncenin hızı,yanlış bilmiyorsam ışık hızından çok daha fazla.Işık hızını ölçmek,neden-sonuçları tam anlamıyla ''herşeyi belirleştirebilir'' ama hızı ölçülemeyen bir objeyi bilmeden,herşey daha belirsizleşmez mi?Bu da ''özgür irade'' ye atıfta bulunmaz mı?


Buradan Allah bilir sonucu çıkmasın, walla haybeye yazmış oluruz bu kadar şeyi :) tamamen katılıyorum.'Laplace'nin Şeytanı'nı bilindik Şeytan (yada bilinmedik diyelim:)) ile karıştırılmasın,yoksa haybeye gideriz:)


saygı ve dostlukla
 
#6
......
herhangi bir anda evrendeki parçacıkların yeri belirsizdir ve konumlarını tespit etmek olanaksız ise, Laplace'nin herşeyin konumunu anlayabilen bir canlının varlığının oluşmasıda imkansızlık dahilinde olacaktır ki Heisenberg'in düşüncesi-önermesi de Laplaceyi çürüten bir önerme olacaktır.Kuantum fiziği,Şeytan'ı çürütmüş olur,bu haliyle ama bu gerçek mi tam anlamıyla?Bir diğer ifadeyle ''gerçek bilgi'' nedir?sALt 'Şeytan' mı Kuantum mu?!

Düşünce dediğin şey beyindeki nöronlar arsındaki elektron geçişinden müteşekkildir. Bir daha nerede yakalayacaksın o elektronu da aynı yerden geçirteceksin:) Ben demedim,sen Şeytan'ı bu önermeyle çürüttün:) Aslında çok önemli bir nokta;Düşünce...Düşüncenin hızı,yanlış bilmiyorsam ışık hızından çok daha fazla.Işık hızını ölçmek,neden-sonuçları tam anlamıyla ''herşeyi belirleştirebilir'' ama hızı ölçülemeyen bir objeyi bilmeden,herşey daha belirsizleşmez mi?Bu da ''özgür irade'' ye atıfta bulunmaz mı?


Buradan Allah bilir sonucu çıkmasın, walla haybeye yazmış oluruz bu kadar şeyi :) tamamen katılıyorum.'Laplace'nin Şeytanı'nı bilindik Şeytan (yada bilinmedik diyelim:)) ile karıştırılmasın,yoksa haybeye gideriz:)


saygı ve dostlukla
bunları okuyunca ve "laplace şeytanı" anlatımına bakınca.., aklıma kabala'yı getirdi..
kabala öğretisinde..; evrenin ve işleyişinin belirli mutlak yasalarla yaratıldığını ve bu.., mutlak bilgilerinin yani işleyiş yasalarının da.., yaratan tarafından belirli insanlara sunulduğunu görürüz..
tamamen katılıyorum.'Laplace'nin Şeytanı'nı bilindik Şeytan (yada bilinmedik diyelim:)) ile karıştırılmasın,yoksa haybeye gideriz:)
bence laplace.., tezi ile çoktan bu iş karışmıştır.. evrenin ve işleyişinin mutlak yasalarını bir de şeytanın bildiği de iddia edilir.. bilginin şeytan ile ilişkisi de buradadır..
"şeytanın avukatı".., "şeytan ayrıntıda gizlidir" "şeytan ayetleri" gibi sözler bu geleneksel anlayışdan gelir..
doğanın işleyişini de mutlak kural ve yasalarla açıkmalam ve fiziki bilimlerle bunu "kanıtlama" ve bu anlamda toplumsal tarihi de aynı biçimde analiz etme.. sanırım.. "tarihsel" bir geleneğin sonucudur..


Düşüncenin hızı,yanlış bilmiyorsam ışık hızından çok daha fazla.
birde buraya takıldım.. !!
ses-ışık hızından başka bilinen hız teorileri varmı acaba..,?? bunlarda karşılaştırılmalı hız kuramları değil mi..? düşünce hızı ayrı bir hız mı..?? ayrı ise neye göre ayrı ve ölçütü nedir.. ??
Düşünce dediğin şey beyindeki nöronlar arsındaki elektron geçişinden müteşekkildir.

maddi yaşamdaki "şey"leri.., algılama(yakalama)-depolama-taşıma-aktarma-algıları ilişkilendirme- diğer organlara aktarıp, bir işleve dönüştürme işleyişi olan düşünce eylemindeki bu nöron-elektronlar bence.., işlevsel araçlar olsa gerek.. ve sadece bunlarla da sınırlı olmasa gerek.., bunları her bir kişi kendince ram de depolar.. ve bu depolamalarını da gelişen koşullara ve etkilere göre yeniden-yeniden düzenler de..
bilim.., nöron-elektronlara belirli oranda müdahale edebiliyorsa da.., bu müdahale sadeve işlevsel anlamda veriler elde etmeye yarıyor.. bunların şifresel çözümlemeleri olmadan düşünceyi çözemeyiz.. tıpkı bulgusal tablet çözümlemeleri gibi.. ve her bir kişinin şifreleme biçimi aynı olamaz.. bu anlamda.., bulgular sürekli "görecelidir"

kısaca.., özellikle toplumsal işleyişlerde.., mutlak bilgi yada mutlak kural ve yasalara bağlı işleyişler aramak yaratan teorisine bir adım daha yaklaşmak yada ondan bir adım uzaklaşmış olmaktan başkaca bir şey ifade etmez..

elbette belirli kurallar ve yasalar çerçevesi çizerek çözümleme yapılabilinir.. ama bunun da "göreceli" olduğunu unutmamalıyız.. unutursak.., en masum ifadesi ile bu "mutlaklığa" kalıpcılık deniliyor..
sonuç olarak var olanı çözümlemek için belirli bir çerçeve ile oluşmuş zihin(düşünce) devreye giriyor ise.., var olanı değiştirmek içinde ister istemez.., bu çerçevenin etkilediği ve bu etkilenme sonucu oluşan eylemselliklerde birer iradi müdahaleler olmaktadır..
ama tümüde içinde göreceliği yani yanılabilirliği-değişebilirliği taşır..

en mükemmel.. sonsuzluk içeren oyun.., santrançdır.. ama buda belirli kurallar ile sonsuzluk taşır.. yani sanıldığı gibi sonsuz değildir.. çünkü bir irade ile kurallaştırılmış, çerçeve çizilmiştir.. içinde bir kuralı hafif değiştirin.. her şey değişir..
doğayı bilemem hala tam yada nekadar çözülmüş bilinmiyor.. ama toplumsal yaşam bir irade ile çerçevesi çizilmiş ve değişebilir kurallarla oluşmuştur.. bir çeşit değişebilir kurallarla oluşan santraç gibi.. kurallara hakim olan(iktidar) kuralları işletebildiği oranda toplumsal yapıyı belirler işletir ama oyun içindeki bir taş irade koyup, kendisine çizilen çerçeve dışında bir misyon yükler ise.. çatışma ile birlikde sistemde değişimşler başlar..

elbette her bir olgu.., öncesinden(tarihsel) gelen birikimler üzerinden bu işlevleri yapar..
sürekli başlangıç arama ve mutlak yasalar ile arama bizi yaratan tezine götürür..
bir çok kuramın temelinde bu mantık hala vardır..
oysa her biri belirli algılar sonucu oluşturulmuş çerçevelerin yaratımıdır.. sürekli değişmeye açık olmalıdır.. başlangıçdaki her olguyu mutlak sayan.., geleceğe de bu mutlaklığın sınırlaması ile akar.., her yeni veriden tam faydalanamaz.. böylecede.., geleceği daha sağlıklı çözümleyemez.. farkına varmadan bir öncekine hizmet eder.. yani bir öncekinin sınırlamalarını ve etkilerini korumuş olur.. değişim-dönüşüm ve ilerleme de.., bu anlamda.., ya.. ağır aksak gider.., yada tekrarlardan oluşur..

dostlukla
suat
 
#7
Düşüncenin hızı,yanlış bilmiyorsam ışık hızından çok daha fazla.
birde buraya takıldım.. !!
ses-ışık hızından başka bilinen hız teorileri varmı acaba..,?? bunlarda karşılaştırılmalı hız kuramları değil mi..? düşünce hızı ayrı bir hız mı..?? ayrı ise neye göre ayrı ve ölçütü nedir.. ??

Düşünce dediğin şey beyindeki nöronlar arsındaki elektron geçişinden müteşekkildir.

Sevgili Suat,
Üst Hız Kanunu, ışık hızının ötesine taşan yani saniyede 300.000 km'lik hız duvarını aşan hızların kanunudur. Bu kanunda üst hızların en üst sınırı düşünce hızıdır,önermesi üzerinde son dönemlerde çalışmalar yapılmakta.Son dönem derken,1950 ler sonrası yoğunluk kazanmıştır.Şöyleki Düşünce dediğin şey beyindeki nöronlar arsındaki elektron geçişinden müteşekkildir,önermesinde yer alan ''nöron-elektron'' objeleri,kendi alanı noktasında ölçülebilmekte lakin bunların hangi ''hız''da geçecegini belirleyende ''düşünce'' olmaktadır.Buna sevgi,öfke,hayal vs gibi duygular etken olmaktadır.Bir diğer nokta ise,şu an kendini Gılgamış'ın büyülü dünyasına oradan Ekim Devrimine ve sonra Enternasyonal Foruma getir:)Çok fazla bir zaman almadı ama beyindeki elektronların geçiş hızı,nerede olduğunla paralel bir akış hızı sergiledi.Şu an benimde çok fazla bir bilgim yok bu konuda lakin araştırmalar(bilimsel) düşünce hızının,en üst düzeyde yer alan bir hız olduğuna dair olabildiğince yapılmakta.Burada artı bir parantez açarsam;Düşünce Hızı ile birlikte ''duygusal Zeka'' oldukça iniltilidir ki yine duygusal zeka hakkında da son dönemlerde oldukça yoğun çalışmalar yapılmakta.Daniel Goleman'ın ''duygusal zeka neden ayküden önemlidir'' adlı eserini bu vesileyle okunmasını tavsiye ederim.

maddi yaşamdaki "şey"leri.., algılama(yakalama)-depolama-taşıma-aktarma-algıları ilişkilendirme- diğer organlara aktarıp, bir işleve dönüştürme işleyişi olan düşünce eylemindeki bu nöron-elektronlar bence.., işlevsel araçlar olsa gerek.. ve sadece bunlarla da sınırlı olmasa gerek.., bunları her bir kişi kendince ram de depolar.. ve bu depolamalarını da gelişen koşullara ve etkilere göre yeniden-yeniden düzenler de..
bilim.., nöron-elektronlara belirli oranda müdahale edebiliyorsa da.., bu müdahale sadeve işlevsel anlamda veriler elde etmeye yarıyor.. bunların şifresel çözümlemeleri olmadan düşünceyi çözemeyiz.. tıpkı bulgusal tablet çözümlemeleri gibi.. ve her bir kişinin şifreleme biçimi aynı olamaz.. bu anlamda.., bulgular sürekli "görecelidir"

kısaca.., özellikle toplumsal işleyişlerde.., mutlak bilgi yada mutlak kural ve yasalara bağlı işleyişler aramak yaratan teorisine bir adım daha yaklaşmak yada ondan bir adım uzaklaşmış olmaktan başkaca bir şey ifade etmez..


dUYGUSAL zeka,tam da bu noktada,yani ''işlevsellikte'' ortaya çıkmakta.Aynı yumurta ikizinden çıkan ve aynı eğitim ile aynı toplumsal yapıda büyüyen kişilerin belli konuda verdikleri ortak karar,acaba her iki insanın beyninden geçen elektronların hızı ile paralelmidir?Bunun ''ayniliği'' ile ''farklılığı'' arasındaki yapısallık,oldukça ilginç olsa gerek.Bir diğer örnek ile açıklarsam;Sen ile ben (suat-düşünsel) İttihat ve Terakki hakkında ''aynı'' şeyleri aynı 'an'da düşünürsek,sendeki elektronlar ile bendeki elektronlar aynı hız damı ilerlemekte?

Yaratan teorisi...Kabala-Ebcet...İslam inancının bilimsel noktasından bir irdeleme yapıldığında ''laplace'nin Şeytanı'nın buralarda da olduğu ve bunun inanç çevrelerine yaptığı katkı-zayıflıkda sosyal noktada önemli olmaktadır ki İslam inancının 1200 lü yıllardan itibaran gerilemesinde (bilimsel olarak-ayrıca tartışılır) Tanrının hakikatlerinin açığa çıkartılamayacağı,O'nun sırlarını öğrenmenin 'şirk'e gireceğini empoze eden bir anlayış baskın olmuştur ki bunu Osmanlıda ''bağnazlığın zaferlerinde'' ve bilime bakış açısında görmek mümkündür.!

saygı ve dostlukla
 
#8
düşünce hızı noktasındaki.., verilerle yaptığın açıklamalar beni etkiledi(hızla..:)) bu anlamda ilk sözlerimi sorguluyorum...

ikinci etkinde..;
Burada artı bir parantez açarsam;Düşünce Hızı ile birlikte ''duygusal Zeka'' oldukça iniltilidir ki yine duygusal zeka hakkında da son dönemlerde oldukça yoğun çalışmalar yapılmakta.Daniel Goleman'ın ''duygusal zeka neden ayküden önemlidir'' adlı eserini bu vesileyle okunmasını tavsiye ederim.
bu bölümdeki anlatımındır..

ben zaten eskiden beri bu ıq işine gıcık kaparım.. neyle ölçerler cetvellemi.. bazı testler vardı zamanında bana çok yaptılar.. hep hin yanıtlar verirdim.. son olarak antalyada lise de yaptılar katılmadım.. gelen "beye" maymunlar benden daha zeki yaptıklarımı tekrarlayarak beni çocuk yerine koyup eğlendiriyorlar da ondan demiştim..
en zeki kişiler otistiklerdir.. onlarla boy ölçülmez.. yani hala eğitimde zeka matematikle ölçüldüğüne göre..:D

bu anlamda duygusal zeka ilgimi çekti kitabı alıp okuyacağım..

dostlukla

suat
 
#9
Klasik görüşe göre fiziksel hızın bir sınırı vardır, bu ışığın hızıdır. Fakat şu tekerlekli sandalyeye mahkum kimilerinin deccal dediği fizikçi Stephan Hawking'e göre ışıktan daha yüksek hızlar mümkündür. 2000lerin başında bununla ilgili bir çalışma yapmış ve Nobel fizik ödülü almıştı. Çalışmaya göre bir karadeliğin yakınında bir Gama Işını patlaması meydana gelirse bazı parçacıklar karadelikten kaçabilmektedir yani ışıktan daha yüksek bir hıza ulaşabilmektedir. Tabii bunun ispatı fiziksel değil matematiksel olduğu için biz de bundan bişey anlamadık :). Einstein'in kuramlarına göre ise ışıktan daha hızlı parçacıklar zamanda geçmişe gider. Einstein hız manyetik alan ve zaman arasında bir bağlantı kurmuş, yüksek hız ve yüksek manyetik alanda zaman daha yavaş akar. bunu hızlı yaşa genç öl diye algılayan bile var :).

Düşünce hızı ile ışık hızını karşılaştırmak çok doğru değildir. Çünkü ışık hızı tamamen fiziksel bir şey olmasına rağmen düşünce fiziksel ilişkilerin toplamıdır. Yani düşünce bir nörondan diğerine elektron akışıyla olur ama milyonlarca nöronun birbiriyle bu şekilde bağlanması düşünceyi oluşturur. Yalnızca iki nöron düşünceyi oluşturmaz dolayısıyla düşünce hızının elektron hızıyla ya da ışık hızıyla karşılaştırılması doğru olmaz.

Düşünce bir çeşit paralel işlemler bütünüdür (parallel Proccessing). Bu biraz şuna benziyor; bir bilgisayar işlemcisi saniyede örneğin 4 milyar işlem yapabilme hızındadır (4 Ghz). Bu işlemcilerin 1000 tanesini paralel olarak bağlayın bu durumda işlem yapabilme gücü saniyede 4 Trilyon olur (4 Tera Hertz). Bu durumda bu hız ile ışığın boşlukta hareket etme hızını karşılaştırmak ne kadar doğru olur? Birisi elma birisi armut.

Olayların rastlantıeseri meydana geldikleri degil, kesin olarak açıklanabilir amaçların yarattıgı etkilerin önceden ifade eden -Kaos Teorisi- bağlamından düşünürsek,hiçbirşey ve/veya her şey,bir sistem dahilinde biz istesekte istemesek te ortaya çıkabilir?.Yeterki bunun hesaplanmasının yapılması gereklidir çerçevesi dahilinden bakıldığında,kesin bir sonuç elde etmemiz yine imkansızdır!Ki şayet her şeyin bir neden-sonuç bağlamı var ise bu sonsuz bir ‘’neden’’ ve ‘’sonsuz’’ a bizi çıkartır.Bunu sosyal ve de günümüzdeki bir realiteye uygularsak;

PKK bir ‘neden’(buna 1.neden diyelim) değil ‘sonuç’ (buna da 1.sonuç)tur ise,başta yer alan ‘neden’’ yani PKK nin ortaya çıkmasına vesile olan ‘1.neden’’ de aslında bir başka ‘nedenin’’ ‘’sonucudur’’ denebilir.Bu ‘neden-sonuç’’ denklemini gerilere götürürsek,1923 Cumhuriyetin İlanı,aslında PKK nin ortaya çıkmasına ‘’neden’’ olan ‘’farklı bir nedenin sonucudur’’ çerçevesi ortaya çıkar ki,bu örnek üzerinden düşünürsek o zaman şu önerme daha anlamlı olacaktır;
Mesela kaos teorisi diyor ki hindistanda kelebek kanat çırpsın Amerika'da kasırga kopar. Olabilir bu. Ama Hindistan'da kelebek kanat çırptığında bunun olası sonuçları bilinebilir, fakat belki tarafımızdan hesaplanamaz. İşte bu bilinebilirliğe Laplace'ın şeytanı deniyor. Biz insanlar hesaplayamaz ve öngöremeyiz ama evrensel bir akıl bunu hesaplayabilir, dolayısıyla bilinebilirdir.

Laplace'ın şeytanının tasavvuftaki karşılığı da kaderdir bana göre. Kaderi yanlış anlamamak şartıyla, din bu işin içine ilahi birşeyler katıp sulandırmıştır çünkü. İslamdaki cüzzi irade külli irade mevzusunu da yine determinizmle işkilendirmekteyim. Determinizm bir şekilde islam felsefesine de girmiştir.

Toplumsal bir örnek vermişsiniz, bu tür bir olayda sonsuz sayıda neden yoktur, nedenler sonlu sayıdadır, belirli sayıda konum ve belirli sayıda itici güç vardır. Dolayısıyla bunlar arasındaki ilişkiler de sonlu sayıdadır. Çok büyük sayıdadır ama bu sayı sonludur. PKK örneğinde nedenlerin sayısı sonsuz değildir, sonludur. Sonuç da ortadadır. Gelecekte de ne olacağı bellidir ama bunu biz hesaplayamayız, bilemeyiz. Çok bilgili ve zeki birisi nedenleri ve koşulları iyi algıladığı için kesin olamasa da gelecekte ne olacağını kestirebilir.

'DEğişmeyen tek şey değişimin kendisidir'' düşüncesi,geleceğin bilinmesi noktasına işlevsiz bir hale gelmekte ve haliyle değişmenin de aslında bir değişme olmadığını öngörmekte.Ki ''bir nehirde iki kere yıkanmaz'' felsefeside görece tekrar yıkanabilir hale getirilebilir, bu durum oluşabilirse (laplaceye göre büyük bir olasılıkla)...
Herşey değişir, bir nehirde iki defa yıkanılmaz doğrudur ama ne yönde değişeceği ve nereye gideceği de bellidir. Determinizmden çıkardığım sonuç budur.

Düşünsel arkadaş verdiğin açıklamadaki "hata payı" insan hesaplamalarına özgüdür, Laplace'ın şeytanında hata payı olsa o Laplace'ın şeytanı olmazdı zaten.

Suat arkadaşın verdiği satranç örneğine bakarsak, satrançta eğer karşılıklı hamle tekrarı yapılmazsa kombinasyonların sayısı sonludur. Satrançta taş sayısı her bir taşın hareketi ve tahtadaki alan sayısı sonlu olduğu için olası kombinasyon sayısı da sonludur. Belki 1000 yıl sonra bir PC yapılır ve bütün olası kombinasyonlar hesaplanır, bu imkansız değildir. Satranç oyunu da kuvvetli bir şekilde deterministiktir.

Fiziksel olaylar da sosyal olaylar da neden sonuç ilişkisine uyar, yeterki büm koşullar, konumlar ve itici güçler tesbit edilsin ve hesaplamak için gerekli akıl mümkün olsun. İnsan aklı karmaşık sosyal ya da fiziksel sistemleri analiz edip sonuçlarını öngöremiyor diye sistemlere kaotik, indeterministik ya da probabilistik demek ne kadar doğrudur? Halbuki benim anladığım herşeyiyle tüm evrenin deterministik olduğudur.
 
#10
Herşey değişir, bir nehirde iki defa yıkanılmaz doğrudur ama ne yönde değişeceği ve nereye gideceği de bellidir. Determinizmden çıkardığım sonuç budur.
buradaki belli olan "şey" bile belirsizdir.. en iradi deneylerde bile aynı sonucu alamayabilirsin.. heleki bunu topluma uyarladığımızda bu dahada karmaşıktır..
santrancı bunun için örnek verdim.. bir çeşit düzenlenmiş ve kuralları olan sistem gibi..
elbetteki her hamlenin taş sayısı kadar kombinizasyonları vardır ve buda sonuç da bir rakama tekabül eder.. ya piyonun biri ben ileri yürüme ve yana vurma yapmayacağım derse.. birde bunu kale yada filin yaptığını düşün.. yada vezie her gelene kafa atarım derse..:)
gordiumdaki iskenderin düğüm çözmesi gibi..
Satranç oyunu da kuvvetli bir şekilde deterministiktir.
katılıyorum buna çünkü nihayetinde sınırlar bellidir nettir.. ve bu anlamda determinizm kesindir..
ama bence.., ne doğada ve üstelik nede toplumsal yaşamda determinizm net olabilir..

toplumsal yaşamda determinizm.., dengelerle açıklanabilinir.. kuralları da aşabilen bir olgu ancak dengelerle yürütülebilir ve kalıcılığı da bu dengelere bağlıdır.. kurallar biyolojik olgularda bile aşılabiliniyor.. ortam dış etken zaman vs.
bu anlamda ..,, doğada da kural denilen şeyler aslında oluşmuş dengelerdir.. ve tek bir canlı değil bir çok canlı organizmanın ortak ve çatışmalı yarattığı dengelerdir benler bence..
ve dengelerde ki en ufak sapma düzeni oynatır.. değişimler başlar..

gen olayıda böyle gdo da genin var olan dengelerine müdahale ediliyor.. kurallara değil..
değişen genetik yapı bile bazı eski kurallarla işleyebiliyor..

bu anlamda..,
Halbuki benim anladığım herşeyiyle tüm evrenin deterministik olduğudur. bu sözünüze katılamayacağım..
bu anlayış ister istemez.., yaratıcı ve düzenleyici bir "başlangıç" olgusuna varıyor.. oysa görünen odur ki ..,

doğada bile belirli bir süre var olan dengelerin bozulması sürecinde ve yüksekliğinde kaos ortaya çıkıyor ve yeni dengeler kuruluyor.. süreç.., bu dengelerin işleyişi ve bozulmaları ile en üst boyuta vardığında yeni dengelerin kurulması olarak bakıyorum..
bu süreçler yavaş yavaş(milyonlarca yıl) yada çok hızlı biçimlerde olabilir.. ama sonuçda her ortaya çıkan kaos yeni dengelerin anası olmaktadır.. gereksinimin keşfin anası olması gibi.
ben buna yaşamın yaşama irade koymasıdır diyorum..
bu anlamda doğa-toplum süreçlerinde.., içinde determinizm yok diyemem ama bunu dengeler olarak algılarım.. kuralları da bu dengelerin bileşkeleri ama değişkenliğe açık bileşkeleri olarak görürüm.. atomları bir arada tutan bağlar gibi.. yada tutma gerekçeleri..
bu anlamda elbette bazı tespitler yapılabilinir.. öngörülerde bulunulabilinir ama asla mutlak değildir.. determinizm de mutlak olmayanı bir yere evirebilmek için.., kullandığımız emeğin üzerinde iş yaptığı olgulardır bence..

dostlukla

suat
 
#11
buradaki belli olan "şey" bile belirsizdir.. en iradi deneylerde bile aynı sonucu alamayabilirsin.. heleki bunu topluma uyarladığımızda bu dahada karmaşıktır..

Deneylerde birebir aynı sonucun alınamama nedeni aynı koşulların tekrar oluşturulamamasıdır. İster sosyal bilimlerde olsun ister tabiat bilimlerinde olsun deney düzeneği her türlü faktör göz önüne alınarak oluşturulursa her zaman aynı sonucu verir.

bu anlayış ister istemez.., yaratıcı ve düzenleyici bir "başlangıç" olgusuna varıyor..

Düzenleyici bir başlangıç sözkonusu değil. Sistem neden sonuç ilişkisiyle birbirine bağlıdır ama sonuçta ortaya çıkan sonuç düzenli mi olur, düzensiz mi olur, kaotik mi olur, dengeli mi olur, dengesiz mi olur onu nedenler ve koşullar belirler. O konuda biz insanlar açısından bir belirsizlik vardır (hesaplayamadığımız için), ama sistem belirsiz değildir.

Sizin denge dediğinizi ben doğa ve toplum süreçlerinde evrimin kuralları olarak anladım. Milyonlarca yıllık evrim mekanizmasından elenip bugüne gelebilen yani bu koşullara uygun ayakta kalabilenler için bu sistem dengelidir. Dengeli derken neye göre kime göre soruları ortaya çıkar. Bu dengeleri bir şey yaratmaz aksine nedenler ve sonuçlar bu dengeleri yaratıp yok eder bana göre. 60 milyon yıl önce dinozorlar için denge vardı, hava hoştu, bu dengeyi bazı nedenler yaratmıştı, sonra bir neden daha geldi o dengeyi bozdu.
 
#12
sevgili bruno
aynı şeylerimi söylüyoruz yoksa temelden ayrılıklarımız mı var tespit etmek zorundayız sanırım...

bu anlamda sorarak ilerlemeye çalışacağım...

Düzenleyici bir başlangıç sözkonusu değil. Sistem neden sonuç ilişkisiyle birbirine bağlıdır ama sonuçta ortaya çıkan sonuç düzenli mi olur, düzensiz mi olur, kaotik mi olur, dengeli mi olur, dengesiz mi olur onu nedenler ve koşullar belirler. O konuda biz insanlar açısından bir belirsizlik vardır (hesaplayamadığımız için), ama sistem belirsiz değildir.

O konuda biz insanlar açısından bir belirsizlik vardır (hesaplayamadığımız için), ama sistem belirsiz değildir
1- konu doğasal işleyiş sistemi ise..; ve buradaki belirsizliği belirli kılan sistem sizce nedir..
2- insanlar.., hesaplayamadığı bir sistemin.., insan vaya canlıların iradesi dışında.., belirli olduğunu nerden ve neye göre beliremiştir acaba..???

Düzenleyici bir başlangıç sözkonusu değil. Sistem neden sonuç ilişkisiyle birbirine bağlıdır
neden-sonuç ilişkisi.. bir düzenleyici başlangıç gerektirmez mi.. yani var olan bir olgu(sistem) ile ilişkin nedenler ve sonuçlar analizi yapılır..
ve önemli olarak da belirteyim.. her ortaya çıkan sonuç yeni nedenlerin de ta kendisidir..
somut ele alırsak.. komünal sistem bir sonuçtur.. bunu yaratan nedenler de şudur-budur denilir.. demek içinde ..., bir önceki koşullar-işleyişler-çatışmalar-uyumluluklar vs. yani sistem irdelenir.. bu işlerde bilimsel bulgu ve verilerin gücü oranında ortaya çıkar ve sürekli değişebilir de.. yada sonuçdan yola çıkılıp nedenler tespit edilmeye sağlanır ve yeni verilerle.. tekrar nedenlerle birlikte ortaya çıkan sonuç ele alınır.. bu bir sarmal iradi zihin emeğidir.. algılarla oluşan bir zihin emeği.. ortaya çıkan kurgu-kuram ile önündeki sonuç olan sisteme iradi müdahale eder kendi yönünde ilerlemesi yada biçim alması yada değişmesi için iradi müdahalelerle bir yeni sonuç yaratmaya çalışırsın.. işte bu çatışmalı emek sürecinde bir dizi yeni nedenler ve eski nedenlerin değişimi dönüşümü vs. ortaya çıkar..
sonrasında.., komünal sistemin mülkiyetçi sisteme dönüşmesi de bir sonuçtur burada da nedenler tespit edilir.. doğanın diyalektiği içersinde maddi yaşamın kendi nesnel neden-sonuç ilişkilerinden dolayı bu olmuştur demek ne anlama gelir..???
ve bunu kapitalizme kadar sürüklemek..?? ve aşamaya kadar da irade koymanın mülkiyetçi sistemi değiştiremeyeceğini söylemek..
ama.., kapitalizmin belirli aşamasında neden-sonuç ilişkilerinden dolayı ilerlemeyen sistemin irdi bir müdahale ile(devrim) bir başka sisteme dönüştürüleceğini söylemek bir çelişki değilmidir..??
bırakalım o zaman.., sistem neden-sonuç bağlamında kendi devinimi ile varacağı yere varsın.. kapitalizme varana kadar irade koyma yetimiz ve yetkimiz yokken bu irade neye bağlı olarak ortaya çıkıyor ki..
19. yy sosyalistleri(sadece marks değil proudhon-lasal-bakunin vs. dahil) işe böyle bakmışlardır.. yani insanlığı bir mesih gbekleyişi içersine sokup, işçi sınıfının tarihde ortaya çıkmasını bekletmişlerdir yada böyle kurgulamışlardır diyeyim..
ben de.., buna.., materyalist determinizm diyorum.. metafizik determinizmin bir değişik versiyonu.. yani ters yüz edilmiş hali.. karşıtı değil..

bu anlayış tek tanrılı dinlere kadar yoktu.. yani insanlık o çağlarda bile daha materyalist-volantiristi.. zeuslu tanrı sisteminde bile zeusun iktidara gelişi titanlar savaşı sonrasındadır.. ve kurulan sistemde zeus bile kadari belirleyemez.. kurallar koyar-yıkar.., bu kuralları uylamayanlar çıkar.. zeus bile hile yapar.. vs..
tıpkı insan topluluklarının işleyişi gibidir..
tek tanrılı dinler.., kapitalist modernitenin ve pozitivizm denilen materyalist-determinizm işleyişinin anasıdır.. 19.yy. sosyalistleri buradan tanrıyı çıkarıp yerine önce burjuvayı sonrada onun en yakın kulu işçiyi koyarak bu ilahi işleyişi-ilerlemeyi değiştirdiklerini sanmışlardır..
oysa.., tanrı olmadan kul ve en önemlisi kul olmadan da tanrı olmaz.. birini çıkarttın mı herşey değişir başka bir şey olur.. yada kul yeni tanrı olur.. dünyayı belirleyen..

sorun ne tanrıda ne kuldadır bence.., sorun iradeyi doğaya ve canlılara ve insana bahşetmemekdedir.. bu somut irade dışında soyut irade aramaktadır..

tüm bunları söylerken maddi yaşamda oluşan sistemlerin iç yasalarının vs. belirleyici yanı yok demiyorum.. zaten emek denilen olguda bu işleyişlere(başlangıcı nasıldır bilemem ama) canlıların ve de insanların koydukları iradedir..

dostlukla

suat
 
#13
Aynı şeyleri savunmuyoruz.

konu doğasal işleyiş sistemi ise..; ve buradaki belirsizliği belirli kılan sistem sizce nedir..
Hesaplayamadığımız, çözümleyemediğimiz şey bize belirsiz gelir. Belirsizlik, olaya insan kapasiteleriyle baktığınızda mevcuttur. Ben diyorum ki olayı insan kapasiteleriyle sınırlamadan bakarsak eğer tüm sistem deterministiktir. Ana tartışma konumuz determinizm - indeterminizm sorunsalıydı, burada indeterminizmin sözkonusu olmadığını savunuyorum.

Bu tür bir fikri tarihte savunanlar vardır (bazı marksistler bu fikre mekanik materyalizm der), tarihte en çarpıcı örneği Laplace'dır, Laplace ise insan kapasitesinin üzerinde sistemi algılamayı tanımlamak için evrensel akıl diye bir kavram kullanmıştır.

Özetle belirsizlik insan algısında vardır, gerçekte ise yoktur.

insanlar.., hesaplayamadığı bir sistemin.., insan vaya canlıların iradesi dışında.., belirli olduğunu nerden ve neye göre beliremiştir acaba..???

Tüm sistem ölçülebilir olduğu için ve matematiğin kuralları tüm evrende geçerli olduğu için tüm evren hesaplanabilirdir. Konumlar ve itici güçler ölçülebilir ve hesaplanabilir olduğu için gelecekteki her konum da bilinebilirdir. İşte buradaki ince nokta şudur; bunu ben oturup hesaplayamıyorum, bu insanın sınırlarını aşıyor, o yüzden "evrensel bir akıl" tarafından hesaplanabilir diyoruz. Buradan evrensel bir akıla inandığımız sonucu da çıkarmayın, öyle bir şeyin varlığı sözkonusu değildir yanlızca sistemi açıklayabilmek için kullanılan bir kavram olarak düşünün.

Neden sonuç ilişkisi düzenleyici bir başlangıç gerektirmez, yalnızca bir başlangıç yani bir neden gerekir o kadar. "Düzenleyici"ye gerek yok.

Şimdi siz tarihteki iradi müdahaleden bahsediyorsunuz. Toplumsal evrimde iradenin rolü vardır dediğiniz gibi. Ama benim dediğim bu irade belirsiz değildir, sadece biz insanlar tarafından hesaplanması zordur belki de imkansızdır. Onu da yukarıda açıklamaya çalıştım. İrade var, insanlar kararlar alırlar ama bu kararlar vahiy olarak insanlara gelmiyor, yetiştirilme koşulları, içinde bulunduğu koşullar, genetik yapısı, beyninin fiziksel yapısı vs bağlı olarak insan karar verir. Bir insanın vereceği kararı bu faktörleri hesaplayamadığımızdan %100 kestiremeyiz ama o verilen kararın ne olacağı bellidir. Çünkü o kararı belirleyen koşullar ortadadır.

Bu savunduklarımızdan "aman herşey belliyse yan gelip yatalım" gibi bir sonuç çıkmaz çünkü sistem deterministik olsa bile biz sonucunu hesaplayamıyoruz.
 
#14
düşünce hızı noktasındaki.., verilerle yaptığın açıklamalar beni etkiledi(hızla..:)) bu anlamda ilk sözlerimi sorguluyorum...


ben zaten eskiden beri bu ıq işine gıcık kaparım.. neyle ölçerler cetvellemi.. bazı testler vardı zamanında bana çok yaptılar.. hep hin yanıtlar verirdim.. son olarak antalyada lise de yaptılar katılmadım.. gelen "beye" maymunlar benden daha zeki yaptıklarımı tekrarlayarak beni çocuk yerine koyup eğlendiriyorlar da ondan demiştim..
en zeki kişiler otistiklerdir.. onlarla boy ölçülmez.. yani hala eğitimde zeka matematikle ölçüldüğüne göre..:D


suat
Çok ünlü ve işinde çok başarılı erkek bir doktor,bir gece eşi ile birlikte yemeğe çıkarlar.Evdeki küçük kızlarının onlar dışarı çıktığında uyumuştur.Eve döndükleri zaman dışarıdaki arabanın sesiyle birlikte küçük kız çocuğu uyanır ve anne-babasına sürpriz (oyun) yapmak için dolaba saklanır.Eve giren anne-baba evden sesler geldiğini farkeder ve baba eve hırsız girdiğini düşünmeye başlar ve bu korku ile birlikte silahını alır.Çocuğun odasına bakar ve çocuğun olmadığını görünce daha fazla bir kaygı-endişe ile birlikte sesin geldiği dolaba doğru yaklaşır.Düşünce artık çok girifth bir noktaya geçer ve baba dolabın kapısını açtığı an;Çocuğun ''sürpriz'' sesleri arasında silah ateş alır...Küçük kız oracakıta ölür ve doktorun tüm hayatı alt üst olur.Goleman'ın kitabının giriş noktasını oluşturan bu kesit,ayküsel olarak bir insanın ne kadar akıllı olursa olsun,duygusal zeka yönünden şayet geri ise,bunu ''duygusal zeka ayküden daha önemlidir'' ile açıklamaya çalışır.Doktorun heyacanlanmaması,korkusunu dizginleyip endişe boyutunu daha geriye çekmeyi becerebilse yani diğer bir ifadeyle duydusal zekasını daha olumlu kullanabilse ne kız çocuğu ölecek ne kendi hayatı mahvolacaktır.

Bu örnek,determinizm noktasından bakıldığında,duygusal zekanın determinizm-düşünce hızı ile ne denli önemli olduğunu ortaya koymakta.Acaba gerçekten bu olay determinizm bağlamında mı görülmeli yoksa olasılık çerçevesinde mi?

Bireysel bazda aklıma gelen bir diğer örnek ise 19.yy da yaşanmış bir olaydır (yukarıdaki olayda yaşanmış bir vakıadır).Laplace döneminde yaşayan bir bilim adamı,her gün 15 dakika daha fazla uyuduğu takdirde,24 saat uyuduğu zaman öleceğini hesap etmiş ve bilim adamının tam söylediği zamanda,ölüm gerçekleşmiştir.(1830 larda bu tezini ortaya atmış ve 1850 lerde bu tezi gerçekten doğrulanmıştır).Bu vakıa ise Determinizmdir.Ve Laplace'nin Şeytan'ı tam bu noktada önemli olmaktadır.

İki bireysel olay...Birinde duygusal zeka ile birlikte olasılık ağırlık kazanırken diğerinde determinizm bağlamında Laplace'nin Şeytan'ı ağırlık kazanmakta...Meselenin ana çekirdeği de burada ortaya çıkmakta.!

saygı ve dostlukla
 
#15
Çok ünlü ve işinde çok başarılı erkek bir doktor,bir gece eşi ile birlikte yemeğe çıkarlar.Evdeki küçük kızlarının onlar dışarı çıktığında uyumuştur.Eve döndükleri zaman dışarıdaki arabanın sesiyle birlikte küçük kız çocuğu uyanır ve anne-babasına sürpriz (oyun) yapmak için dolaba saklanır.Eve giren anne-baba evden sesler geldiğini farkeder ve baba eve hırsız girdiğini düşünmeye başlar ve bu korku ile birlikte silahını alır.Çocuğun odasına bakar ve çocuğun olmadığını görünce daha fazla bir kaygı-endişe ile birlikte sesin geldiği dolaba doğru yaklaşır.Düşünce artık çok girifth bir noktaya geçer ve baba dolabın kapısını açtığı an;Çocuğun ''sürpriz'' sesleri arasında silah ateş alır...Küçük kız oracakıta ölür ve doktorun tüm hayatı alt üst olur.Goleman'ın kitabının giriş noktasını oluşturan bu kesit,ayküsel olarak bir insanın ne kadar akıllı olursa olsun,duygusal zeka yönünden şayet geri ise,bunu ''duygusal zeka ayküden daha önemlidir'' ile açıklamaya çalışır.Doktorun heyacanlanmaması,kor kusunu dizginleyip endişe boyutunu daha geriye çekmeyi becerebilse yani diğer bir ifadeyle duydusal zekasını daha olumlu kullanabilse ne kız çocuğu ölecek ne kendi hayatı mahvolacaktır.

Bu örnek,determinizm noktasından bakıldığında,duygusa l zekanın determinizm-düşünce hızı ile ne denli önemli olduğunu ortaya koymakta.Acaba gerçekten bu olay determinizm bağlamında mı görülmeli yoksa olasılık çerçevesinde mi?


Sayin dusunsel, "duygu" hucrelerde gerceklesen biyokimyasal reaksiyonlardan baska bir sey degildir."duygusal zekanin dusunce hizinin onune gecmesi ?" Bence bu yanlis bir cumle.Insan davranisi duygusal ve dusunsel reaksiyonlarin toplamidir.birinin digerinin onune gecmesi diye birsey yoktur. ogrenme yani kosullanma ile alakalidir..Insanin bir durum karsisindaki verecegi "duygusal tepksi" -veya duygularina hakim olarak verecegi sogukkanli tepki- o bireyin cocuklugundan beri cevre ile etkilesiminin ve genetik ozelliklerinin sonucuna baglidir.Pavlovun kopek deneyini herkes birlir.Orda ki; lambanin yandiginda(veya zilin caldiginda) kopegin verecegi tepki,Kopegin gecmisi ile alakalidir;Zil caldigi zaman, Kopekteki aclik hissi hucrelerde olusan biyokimyasal reaksiyonlar butunutur.Kopegin burda secme sansi yoktur bu davranisi ogrenmistir.Kopegin zil caldigi zaman salya akitmamasi icin ancak bu davranisin sondurulmesi gerekir ki bu da ancak ogrenme ile olabilir.Yani kopegin bu davranisi sondurmek icin cevre faktorlerini degistirmesseniz yani her zil caldiginda et vermeye devam ederseniz.Ilerde tekrar zil caldiginda kopegin salya akitmamak gibi bir tercih sansi yoktur..

Dogru uyarici geldigi zaman, beyinde dogru biyokimyasal reaksiyon gerceklesir.Bir canli dogaya boyle adapte olur.Madde ile etkilesime girerek , maddeyi ogrenerek ve bir davranis kazanarak....Sonucta ortaya konan davranis o gune kadar kazanilan kosullanmalarin ve ogrenmelerin butunu ile alakalidir.Uyugun uyariciya karsi uyugun davranis , .Ve yukardaki verdiginiz ornekte Doktorun ,"korkmasi","panik yapmasi" ogrenilmis bir davranistir.burda "secme veya olasilik" yok.Zaten "olasilik" kavramis insanin bir denkleme diger degiskenleri hesaba katamamasi ile alakalidir.Katabilsek olasilik yoktur.Yani bir bozuk parayi havaya attigimizda yazi tura gelmesi olasiktir diyoruz.Diger degiskenleri denkleme katamadigimiz icin biz sonucu kesin soylemeyip bir kume icerisinde belirtiyoruz.Oysaki havanin surtunmesini, paranin firlatis hizini, havadaki tur sayisi, deneyin yapildigi mekanin deniz seviyesinden yuksekligi, nem sicaklik yani aklimiza gelemeyecek butun degiskenleri katarsak paranin yazi mi tura mi gelecegi bellidir.Doktorun verdigi bu davranista siz butun degiskenleri hesaba katabilirseniz, yani doktorun genetik yapsini , ilk bebekliginden bugune kadar kazandigi davranislari , herhangi bir uyariciya karsi benyninde gerceklesen biyokimyasal reaksiyonlari,korkularini,Hangi uyariciya karsi hanigi davranisi kazandigini vs..vs...doktorun sonucta o reaksiyonu vercegini kestirebilirdik belkide.

Ayrica hur irade kavrami, yani bir durum karsinda insanin secme sansinin oldugu inanci bana metafiziksel bir inanis olarak geliyor.Ve buruno'nun yazilarindan anladigim kadari ile laplce'in seytani mekanik materyalizmin kavramsallastirilmasindan baska bir sey degil.sonuc olarak; determinizm ile indeterminizm arasindaki tartisma; maddenin metafiziksel yorumu ile materyalist yorumu arasindaki tartismadan baska birsey degil.
 
#16
Ayrica hur irade kavrami, yani bir durum karsinda insanin secme sansinin oldugu inanci bana metafiziksel bir inanis olarak geliyor.Ve buruno'nun yazilarindan anladigim kadari ile laplce'in seytani mekanik materyalizmin kavramsallastirilmas indan baska bir sey degil.sonuc olarak; determinizm ile indeterminizm arasindaki tartisma; maddenin metafiziksel yorumu ile materyalist yorumu arasindaki tartismadan baska birsey degil.
sevgili amele..
teşekkürler.. ben anlatamamıştım.. sen daha net vurguladın..

her canlı madde., yaşam periferinde var olan nesne ve canlıları algılar.. ve bu algılamalarını öncesinde(başlangıç bilinmeyendir bilindiği kadar diyeyim) var olan algılara ekler.. ve yine.., öncesi algıları ve bu algılar temelindeki oluşmuş sürekli(dürtüsel) edimleri ile harmanlar.. ve bir işlevsel davranışda bulunur yaşadığı sonuçlara göre de tekrar.., bu süreci işletir.. bazen köklü değişimler yaratmak zorunda kalır(evrimsel biyolojik-yapısal mutasyon yada davanışsal(güdüsel) değişimler) ....
pavlov örneğindeki *****lere her zil çaldığında yemek vermemeye başla.., bu sefer.., salya yerine tepfi-öfke vs. gibi davranışlar gözlemlenir..
davranışlarımızı belirleyen faktörler çok çeşitlidir.. geleneksel(kalıtsal) işlevlerin genetik kodlanmış olanları.., kendi bilincinin geliştirdikleri ve maddi yaşamın etkileri vs..

insan dik yürüyen canlı tanımı mekanik-materyalist bakıştır.. doğan hiç bir insan yavrusu dik yürüyemez.. dört ayak üzerinde yürümekden "yönelim" ve yönlendirmelerle" dik yürüme moduna geçer.. başlangıçda illaki dört uzvunu da kullanır..
doğada bulunan vahşi çocuk hikayeleri bilinir.. bunlar bulunduğunda dört ayak üzerinde yürüyordu.. tarzan hariç..:D çünkü o "bayaz"dı ve hikayeyi beyazlar yazmıştı.. pozitivist "bilim gibi..
dostlukla

suat
 
#17
Çok ünlü ve işinde çok başarılı erkek bir doktor,bir gece eşi ile birlikte yemeğe çıkarlar.Evdeki küçük kızlarının onlar dışarı çıktığında uyumuştur.Eve döndükleri zaman dışarıdaki arabanın sesiyle birlikte küçük kız çocuğu uyanır ve anne-babasına sürpriz (oyun) yapmak için dolaba saklanır.Eve giren anne-baba evden sesler geldiğini farkeder ve baba eve hırsız girdiğini düşünmeye başlar ve bu korku ile birlikte silahını alır.Çocuğun odasına bakar ve çocuğun olmadığını görünce daha fazla bir kaygı-endişe ile birlikte sesin geldiği dolaba doğru yaklaşır.Düşünce artık çok girifth bir noktaya geçer ve baba dolabın kapısını açtığı an;Çocuğun ''sürpriz'' sesleri arasında silah ateş alır...Küçük kız oracakıta ölür ve doktorun tüm hayatı alt üst olur.Goleman'ın kitabının giriş noktasını oluşturan bu kesit,ayküsel olarak bir insanın ne kadar akıllı olursa olsun,duygusal zeka yönünden şayet geri ise,bunu ''duygusal zeka ayküden daha önemlidir'' ile açıklamaya çalışır.Doktorun heyacanlanmaması,kor kusunu dizginleyip endişe boyutunu daha geriye çekmeyi becerebilse yani diğer bir ifadeyle duydusal zekasını daha olumlu kullanabilse ne kız çocuğu ölecek ne kendi hayatı mahvolacaktır.

Bu örnek,determinizm noktasından bakıldığında,duygusa l zekanın determinizm-düşünce hızı ile ne denli önemli olduğunu ortaya koymakta.Acaba gerçekten bu olay determinizm bağlamında mı görülmeli yoksa olasılık çerçevesinde mi?


Sayin dusunsel, "duygu" hucrelerde gerceklesen biyokimyasal reaksiyonlardan baska bir sey degildir."duygusal zekanin dusunce hizinin onune gecmesi ?" Bence bu yanlis bir cumle.Insan davranisi duygusal ve dusunsel reaksiyonlarin toplamidir.birinin digerinin onune gecmesi diye birsey yoktur. ogrenme yani kosullanma ile alakalidir..Insanin bir durum karsisindaki verecegi "duygusal tepksi" -veya duygularina hakim olarak verecegi sogukkanli tepki- o bireyin cocuklugundan beri cevre ile etkilesiminin ve genetik ozelliklerinin sonucuna baglidir.Pavlovun kopek deneyini herkes birlir.Orda ki; lambanin yandiginda(veya zilin caldiginda) kopegin verecegi tepki,Kopegin gecmisi ile alakalidir;Zil caldigi zaman, Kopekteki aclik hissi hucrelerde olusan biyokimyasal reaksiyonlar butunutur.Kopegin burda secme sansi yoktur bu davranisi ogrenmistir.Kopegin zil caldigi zaman salya akitmamasi icin ancak bu davranisin sondurulmesi gerekir ki bu da ancak ogrenme ile olabilir.Yani kopegin bu davranisi sondurmek icin cevre faktorlerini degistirmesseniz yani her zil caldiginda et vermeye devam ederseniz.Ilerde tekrar zil caldiginda kopegin salya akitmamak gibi bir tercih sansi yoktur..

Dogru uyarici geldigi zaman, beyinde dogru biyokimyasal reaksiyon gerceklesir.Bir canli dogaya boyle adapte olur.Madde ile etkilesime girerek , maddeyi ogrenerek ve bir davranis kazanarak....Sonucta ortaya konan davranis o gune kadar kazanilan kosullanmalarin ve ogrenmelerin butunu ile alakalidir.Uyugun uyariciya karsi uyugun davranis , .Ve yukardaki verdiginiz ornekte Doktorun ,"korkmasi","panik yapmasi" ogrenilmis bir davranistir.burda "secme veya olasilik" yok.Zaten "olasilik" kavramis insanin bir denkleme diger degiskenleri hesaba katamamasi ile alakalidir.Katabilsek olasilik yoktur.Yani bir bozuk parayi havaya attigimizda yazi tura gelmesi olasiktir diyoruz.Diger degiskenleri denkleme katamadigimiz icin biz sonucu kesin soylemeyip bir kume icerisinde belirtiyoruz.Oysaki havanin surtunmesini, paranin firlatis hizini, havadaki tur sayisi, deneyin yapildigi mekanin deniz seviyesinden yuksekligi, nem sicaklik yani aklimiza gelemeyecek butun degiskenleri katarsak paranin yazi mi tura mi gelecegi bellidir.Doktorun verdigi bu davranista siz butun degiskenleri hesaba katabilirseniz, yani doktorun genetik yapsini , ilk bebekliginden bugune kadar kazandigi davranislari , herhangi bir uyariciya karsi benyninde gerceklesen biyokimyasal reaksiyonlari,korkularini,Hangi uyariciya karsi hanigi davranisi kazandigini vs..vs...doktorun sonucta o reaksiyonu vercegini kestirebilirdik belkide.

Ayrica hur irade kavrami, yani bir durum karsinda insanin secme sansinin oldugu inanci bana metafiziksel bir inanis olarak geliyor.Ve buruno'nun yazilarindan anladigim kadari ile laplce'in seytani mekanik materyalizmin kavramsallastirilmasindan baska bir sey degil.sonuc olarak; determinizm ile indeterminizm arasindaki tartisma; maddenin metafiziksel yorumu ile materyalist yorumu arasindaki tartismadan baska birsey degil.

Sevgili Amele yoldaş,

duygusal zekanin dusunce hizinin onune gecmesi ?" ni genel-geçer bir kural olarak görmedim ki sondaki soru işareti ise,tam zıtlığında olabileceğini ifade eder.

Koşullanma vurgusu çok güzel ve bir o kadar da önemlidir.Klasik koşullanma-edimsel koşullanma noktasında Klasik koşullanma daha önde bir seyir izlerki,günümüzde ''davranışsal Toplum'' ların çokluğu buna bir örnek teşkil eder.Lakin aynı şartlarda yaşamış insanların (yaş,boy,beden,fiziki,ekonomik,çevre) birbirlerinden farklı düşüncelere yönelmesini salt klasik koşullanma ile açıklayamayız.Burada mistisizm ya da metafizik bir gücün farklılaşmaya neden olduğunu söylemiyorum,sadece uyarıcıya karşı verilen tepkilerin bazı noktalarını zihin-özgünlük belirler.Ama sadece öğrenilmiş davranışlar olarak insanı bir çerçeveye hapsedersek o zaman insanı mekanikleştirir,kaba pozitivizme hapsederiz.

Aynı uyarıcı (şiddeti aynı) ya farklı tepkilerin verilmesini (aynı şartlarda büyümüş kimseler) yani farklı davranışların aynı uyarıcıda görülmesi bağlamında irdelersek,Doktorun soğukkanlı olmamasını öğrenmesi (bilerek-bilmeyerek) yaptığı eylemin nedeni olarak görülmekte ve zihin bu noktada sadece öğrenilen ile yapısallaşmakta ise,zihnin hiçbir fonksiyonu yok önermesi ağırlık kazanmaktadır.

Şu aralar vaktim olmadığı için çok detaylı bir yazı yazamadım,birkaçgün kadar bunu telafi edeceğim.Son olarak,klasik koşullanmayı geniş bir perspektiften ele alırsak bizi ''Kaos Teorisi''ne götürecektir bir yönüyle.Bunu daha sonra ifade etmeye çalışacağım.Ve sonuc olarak; determinizm ile indeterminizm arasindaki tartisma; maddenin metafiziksel yorumu ile materyalist yorumu arasindaki tartismadan baska birsey degil dir önermesi tarihsel bir relite arz eder.19 yüzyılda pozitivizim (kaba) ile mistisizm diyelim,arasında büyük bir rekabet olması,yukarıdaki önermeyide doğrulamaktadır.

saygı ve dostlukla
 
Üst